Bebeği annesinin göğsüne çivilediler

Dosya Haberleri —

Döne Tıraş

Döne Tıraş

Diri diri yakılarak katledilen 14 yaşındaki Ali Tıraş’ın annesi Döne Ana, Maraş’taki vahşeti ilk kez gazetemize anlattı.

  • Maraş ana-baba günüydü, her yerde kan ve cenazeler vardı. Evden telaşla çıktığım için üzerimde pijama, ayağımda terlik vardı. Ali'yi arıyordum. Bir kadın geldi yanıma, 'Benim oğlumu öldürdüler. Kızlarımın da bacaklarını kestiler ve bana yedirmeye çalıştılar. Karşı çıkınca da beni bu hale koydular' dedi. 
  • Sonra Maraş Doğum Hastanesi’ne gittim. Bir kadını hamileyken öldürmüşler ve karnını deşerek bebeğini çıkartmışlar annenin göğsüne çivilemişler. Evimizin demirini yapan Cuma adındaki kişi Cennet ablayı o evin tuvaletine koydu gözünü diri diri şişle çıkarttılar. 

DENİZ BABİR/SCHWENNINGEN

Maraş Katliamı’nın üzerinden 44 yıl geçti. 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında örgütlü bir şekilde hayata geçirilen katliamın gerçek failleri bilinmesine rağmen hiçbir zaman ortaya çıkarılmadı. Katledildikten sonra bedeni yakılarak, cenazesi bir kazan içinde ailesine teslim edilen 14 yaşındaki Ali Tıraş’ın 92 (kimlikte 87) yaşındaki annesi Döne Tıraş, “Aradan 44 yıl geçse de unutamıyorum, her gün o günü yaşıyorum ve bunu yapanlara lanet yağdırıyorum” diyor. Katliam ardından iki yıl boyunca mahkeme kapılarını aşındıran Döne Ana, tanıklığıyla katliama ortaklık eden onlarca kişinin tespit edilmesini ve tutuklanmasını sağlamış. Yaklaşık 42 yıldır Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinin Schwenningen kentinde yaşıyor.

O günden sonra konuşmamış

Katliamın yarattığı travma hayatına o kadar tesir etmiş ki, o günden bu yana susmayı yeğlemiş. Kızı Ayşe, gazeteciler, çevresindeki insanlar daha önce çok ısrar etmiş gördüklerini, bildiklerini anlatmasını ancak Döne Ana, “Ya Türkiye’deki kardeşlerime de bir şey olursa” kaygısı ile anlatamamış. 44 yıl boyunca her gün oğlu Ali’nin ses kaydının olduğu kasedi dinleyen, acısı ilk günkü gibi taze olan Döne Ana, Maraş’taki vahşeti ilk kez gazetemize anlattı.

Dilinde evladına ağıtı var

Sözü konuşmamız arasında “Yerimiz  Bağlarbaşı, yüreğimize vurdular kara taşı, benden gitti ciğer, geriye kaldı can kardeş…” mısraları dökülen, Kanlı Maraş’ta sokak sokak gezip Ali’yi ararken kan donduran vahşete tanıklık eden Döne Ana’ya bırakıyoruz…

Maraş’a 4 ay önce taşınmıştık

"Maraş’ın Elbistan köyüne bağlı Ambar köyünde doğdum. Eşim Mehmet 1968’de Avusturya sonra Almanya’ya işçi olarak gitti. Büyük kızım Maraş’da kalıyordu ben çocukları alarak 1976’da köye geri döndüm. Ali de bizimle geri geldi. Köyden Maraş’a taşınmak istiyorduk. Kanlı Maraş olayları olmadan 1978 Ağustos ayında Maraş’a bağlı Bağlarbaşı mahallesine taşındık. Maraş’a taşınmamızın üzerinden dört ay geçtikten sonra katliam oldu.

Ali Tıraş

Silahlar tabutla camiye taşındı

İlkin evlerimize kırmızı çarpılar atıldı. Biz ne olduğunu bilmiyorduk. Hatta o çarpılar atıldığında birine sormuştum ‘nedir bunlar’ diye. O çarpıları atanlar bize ‘sayım yapıyoruz’ diyerek cevap verdiler. Katliamdan 3 gün önce Bağlarbaşı Mahallesi'ndeki cami imamının öncülüğünde bir tabut camiye götürüldü. Kalender Toklu, Hüseyin Toklu tabutun taşınmasına yardımcı olmak için koşarak gitti ve tabutu omuzladılar. Fakat Kalender Toklu sonradan geldi ve 'Bu tabut normal değil hiç bu ağırlıkta bir ölü şimdiye kadar taşımadım' dedi. Tabut mahalleye getirilmeden önce bir helikopterin sürekli alçaktan uçuş yaptığını görenler de olmuştu. Meğerse helikopter ile silahlar yakın bir yere indiriliyor, sonradan tabuta yerleştirilerek Bağlarbaşı Camisi’ne getiriliyor. O günün akşamı cami imamı, 'herkes gelsin, emanetini alsın' anonsunu geçti ve o geceden sonra Kanlı Maraş yaşandı.

Evimizin inşaatını yapanlar saldırdı

Kapılara atılan çarpılar üzerinden üç gün geçtikten sonra mahallede şalvarlı, sarıklı, uzun sakallı kişiler dolaşmaya başladı. Ne olduysa o günden sonra oldu. Bağlarbaşı adeta kana bulandı. Evimizin tadilatını yapması için bir mühendise vermiştik. Sanırım adı Hüseyin’di, Elbistanlıydı, müteahhit ise İbrahim usta adında biriydi. Bu döneme kadar şu Alevidir, Sünnidir, Kürttür, Türktür diye bir şey bilmiyorduk. Bizim evin demirlerini yapan demirci ve evin betonunu döken kişilerin o gün yüz ifadeleri bir başkaydı. Bu adamların da içinde olduğu bir grup rastgele insanları dövüyordu. Satırlar, baltalar, kalaslar ile saldırıyorlardı. 

İlk ateşe verilen bizim ev oldu

Bağlarbaşı Mahallesi'nde ilk ateşe verilen bizim ev oldu. Evin betonunu döken adam, amca oğlumun asker arkadaşıydı. Demiri yapan kişi de uzaktan akrabamız oluyor. Dışarıdan adam getirdiler ve onları millete saldırttılar. Beni de öldüreceklerdi, bir komşumuz vardı Yusuf o kurtardı. Sanırım bir ninesi Türk olmalı. Ardından komşularım Hüseyin Toklu ve Kalo Toklu’nun evlerine hücum ettiler. Hiç kimsenin haberi yoktu, aniden saldırı oldu. 

Ali gitti bir daha gelmedi

Bizim bu sıralarda bir ineğimiz doğurmuştu. Ben ve 14 yaşındaki oğlum Ali o esnada bir yere gidecektik. Fakat Ali Duyar oğlum Ali’ye 'git anneni al getir' demiş. Ben de, 'İnek yeni doğurmuş, gelemiyorum, sen git' dedim. Ali gittikten sonra bir daha haber alamadık. Haber alamayınca da kendimi dışarıya vurdum. Sokaklar, cadde ve mahalle adeta insan avına dönüşmüş durumdaydı. ‘Bir Alevi öldürürsem cennete giderim’ diyorlardı. Herkesin gözünü kan boyamıştı. 

‘Oğlunu Karaoğlan’a kurban ettik’

Benim başım dönüyordu. Bu sırada birinin 'Sen ne zırlıyorsun, biz Ali’yi Karaoğlan’a kurban ettik' dediğini işittim. Ali, Maraş Katliamı öncesinde öğretmeninin baskısı nedeniyle okula bir türlü gitmek istemiyordu. Öğretmeni ona bir gün diyor ki, 'Artık namaz kılacaksın, yoksa kabul etmem seni.' Ali’yi bundan dolayı dövdüğünü ve hakaret ettiğini öğrendik. Ali’nin muhtemelen kaybolduğu ve öldürüldüğü yer okul çevresinde oluyor. 

Her yer kan ve cenazelerle dolu

Maraş ana-baba günüydü, her yerde kan ve cenazeler vardı. Evden telaşla çıktığım için üzerimde pijama, ayağımda terlik vardı. Maraş çok soğuk ve karlıydı. Maraş merkeze kadar gittim. Ama nasıl gittiğimi bilmiyorum. Çünkü şoktaydım. Ali, Ali diye hayıflanarak gitmişim. Çokyaşar Mahallesi'ne de gittim. Orada bir asker vardı. Ali Doğan adında biri bana dedi ki, 'Döne, bu rütbeli ve Tuncelili bir askerdir. Bununla beraber git.' Askere, 'oğlumu arıyorum' dedim. 

Kızının bacağını kesip yedirmek istediler

Asker, 'Bana fazla yanaşma, ben sana yardım ederim' dedi. Ayrıca bana, 'Ölmeyen ve yaralananları Adana’ya gönderiyorlar' dedi. Ben de sedyelerde yatanlara bakıyordum, acaba Ali olabilir mi diye. Sonra bir kadın geldi yanıma 'Kurban sen Kürt müsün' dedi. Ben de, 'Evet Kürdüm' dedim. 'O zaman gel halime bak, beni ne hale getirdiler' dedi. Kadın, 'Benim oğlumu öldürdüler. Kızlarımın da bacaklarını kestiler ve bana yedirmeye çalıştılar. Karşı çıkınca da beni bu hale koydular' dedi. Aile devrimciymiş. 'Siz yürüyüşlere gidiyorsunuz' diye kızların bacaklarını kesmişler. Annesini de kan içinde bırakıyorlar. Kadın kan içindeydi. Elbiselerine kızının bacaklarına ait et parçaları yapışmıştı. O kadar zorla yedirmeye çalışmışlar ki, Türkçe bilmediğinden dolayı onları anlamamış ve bunlara maruz kalmış. 

Karnını deşip bebeğini göğsüne çivilediler

Sonra Maraş Doğum Hastanesi’ne gittim. Bir baktım ki, ne göreyim bir kadını hamileyken öldürmüşler ve karnını deşerek bebeğini çıkartmışlar bu da yetmiyormuş gibi annenin göğsüne çivilemişler. Ben bunları gördükçe Ali’nin artık yaşamadığını yavaş yavaş kabulleniyordum. Orada biri bana, 'Burada bulamazsın git yukarıda buzhane var, oraya bak' dedi.

Ayağındaki kirasımdan tanıdım

Orada bir adamın cansız bedeninin inanılmaz derecede şiştiğini gördüm. Öylece buzhanede bir sandığın içine koymuşlardı. Bu kişi Musa Funda’ydı. Burada bir tabut daha vardı, içindeki olayların ilk aşamasında beni öldürülmekten koruyan kişi vardı. Bir arabanın üzerinde onlarca şalvarlı insanlar vardı 'Allah-u Ekber' diye bağırıyorlardı. Rastgele ateş ediyorlardı. Bu sırada bu tabuttaki adam beni koruyarak oradan uzaklaştırmaya çalışırken ayak bileğinden vurulmuştu. Ben de üzerimdeki kirasın (fistan) bir parçasını keserek onun bacağına sarmıştım. Sanırım onu sağ teslim alıp sonra götürüp kurşuna diziyorlar. Onu bacağındaki sargıdan tanıdım. Kirasımın parçası hala onun bacağında sarılı duruyordu. Ayağını sardığım kişi Memkê Pınçır adında biriydi. 

Bir annenin memesini kesmişlerdi

Keşke beni o zaman öldürseydiler. Zaten 44 yıldır bir ölü gibiyim. Gene dört çocuk annesi olan bir kadını öldürmüşlerdi, memesini keserek çocuğunun ağzına emzik diye takmışlardı. Tabiki olaylar üzerinden 44 yıl geçti bazıları unutmuşum. Çünkü düşünmek beni kahrediyor ve her gün öldürüyor. Bazen diyorum bütün bunlara rağmen nasıl hala yaşıyorum inanın ben de bilemiyorum. Ali’yi burada da bulamayınca orada artık kendimi kaybettim ve bağırmaya başladım. Bu sırada orada birinin 'Bu kahpeyi alın, delirmiş ve Elazığ’daki tımarhaneye gönderin' dediğini işittim. Kendimden geçmiş, bağırıyordum: Ben, kızının bacağını annesine yedirtmedim, hamile genç annenin karnını deşerek bebeğini çıkartıp annesinin göğsüne çivilemedim, annesinin meme ucunu kesip çocuğuna emzik diye vermedim.

Cennet ablanın gözünü oydular

Cennet Çimen’ın torunları da yürüyüş gibi şeylere gidiyorlarmış. Devrimciymiş, Cennet Çimen, Elif Abla’nın ablasıdır. Kendisi 90 yaşındadır. Bizim evin demirlerini yapan Cuma adında biri vardı. Benim gözümün önünde Cennet ablayı aldılar ve bir gözü görmüyordu, diğer gözüne de bir şiş, (demir) koyarak çıkartılar. Düşünün ben bunlarla geziyorum ve oğlumu arıyorum. Ben, 'Cuma Allahtan revamı bu yaşlı kadından ne istediniz günahtır, yazıktır' dedim. Ama bütün çabalarım boşunaydı. Demirci Cuma bana dönerek, 'Döne abla bizim kitabımızda bir Alevi’yi öldürürsen direk cennete gideriz' dedi. Benim kardeşimin aldığı bir arsa vardı ve orada ev yapıyordu kendisine. Cennet Çimen’de hemen bitişiğindeki oturuyordu. Cennet Çimen'in oğlu da at arabacılığı yapıyordu. Evimizin demirini yapan Cuma adında bu kişi Cennet ablayı o evin tuvaletine koydu ve dediler ki silahlara yazıktır. Şişle yapalım. Önce gözünü diri diri şişle çıkartılar. Sonrada kafasını o tuvaletin deliğine soktular ve yetmedi zavallı kadının iki bacağını iki kişi tuttular ve yarılayarak at arabasının tekerleğini iki bacağının arasına sürdüler. Kadının cansız bedeni oracıkta kaldı. 

Bütün katliama tanık oldum

Beni de öldürüyorlardı fakat bizim kapı komşu biri vardı adı Yusuf’tu. Bu Yusuf’un sülalesinin bir tarafı Türkmüş. Bu kişi alım satım gibi şeyler yapıyordu. Bu Yusuf adındaki kişinin Türk olması beni kurtardı. Fakat evimizin Demir işlerinin yapan Cuma adında olan kişi ve beraberindeki olanlar ile yaptılar. Yusuf'un bir ağabeyi evde saklanıyordu ve olaylara karışmak istemiyordu. Fakat bu şalvarlı adamlar geldiler Yusuf’un ağabeyine bir balta verdiler ve 'sen ne biçim bir Türksün al ve bize katıl' dediler. Yusuf’tan dolayı beni de Türk sandılar ve katliamın sonuna kadar onlarla gezdim, dolaştım, gördüm, tanık, oldum. Ben oğlum Ali’yi ararken bütün bunları yaşıyorum ve tanık oluyorum.

Ali’yi bize teslim edin

Oğlumu ne kadar aradıysak bulamadık. Kanlı Maraş’ın 7. gününde sıkı yönetim merkezinin bulunduğu yerde yaşlı bir adam, YSE (Yol Su ve Elektrik)  müdürüydü, 'Ben de isyan ediyorum, ağlıyorum, nedir bu zulüm' diyerek benim feryadıma koştu. Ali’nin kaybolduğu yere okul çevresine varıldığında askerlerin elindeki megafonu aldı ve 'Ali’yi Karaoğlan’a kurban ettiniz anladık. Ama ya ölüsü ya da dirisini bize teslim edin' diye anons yaptı.

Oğlumu diri diri yakmışlar

Bunlar her kimse korkup yedinci gün Ali’nin ölüsünü bir kazanın içine koyarak getiriyorlar, bizim komşunun kilerine bırakıyorlar. Ali’yi gördüğümde tanınmıyordu. Muhtemelen diri yakmışlar ve sonra bir kazanın içine koyarak getirip komşunun kilerine bırakmışlar. 'Oğlumu dişlerinden tanırım' dedim, bir dişini çekip getirdiler, ondan tanıdım. Dişi hala bendedir. Ali’yi başka türlü o haliyle kimse çözemezdi. Bir kadının tanıklık ettiği söylendi ve sonradan yanıma geldi olayı anlattı. Kadın korkudan evde saklanırken olay onun saklandığı evin hemen aşağısında bir boşlukta oluyor. Ali’yi alanlar ona işkence yapıyor. Sonra Ali’nin, 'Ne olur beni öldürmeyin, ben babamın bütün paralarını size veririm' dediğini duyuyor. Kadının anlattığına göre Ali’yi diri diri yakıyorlar.

Hala o günde hapsolmuşum

Oğlum küçücük bir parçaya dönüşmüştü. O an beynimden vuruldum. Bu vahşeti hayatım boyunca unutmadım. Kanlı Maraş üzerinden 44 yıl geçti ama ben hala o günlerde hapsolmuşum. Ali’nin mezarı daha Kanlı Maraş’tadır. Kızım Ayşe’ye vasiyet ettim 'Bir gün ölürsem Ali’nin o dişini göğsümün üstüne, eşyalarını da mezarıma koyun' dedim. 

Tutuklananları ilk teşhis eden kişiyim

Kayseri Tugayı’ndan Tuncelili Mustafa Uğur isminde bir Albay beni sürekli takip ediyordu. Sonra eşim Mehmet’e dedi ki eşini al ve yurt dışına götür. Yalnız havayoluyla gitmeyin, demiryollarını kullanın demiş. Ben yurt dışına öldürülmemek için çıktım. Çünkü mahkemede 70’e yakın kişinin bu katliamda yer aldığını ve birebir tanıdığımı söyledim. Benim ifademle Adana’da görülen mahkemede 2 yıl yargılamaları devam eden 70’in üzerinde kişinin tutuklanmasında bire bir onları teşhis eden ilk kişiyim. Bunlar kalas ve sopaların başına çivi çakarak insanları öyle parçaladılar. Kimisi silah, kimisi balta, kimisi satır, kimisi testere ile bu vahşetti yaptı. Hepsini orada söyledim. Savcı sonunda birini bana gösterdi ve dedi ki, 'bu senin oğlunu öldürmüş' tanıdın mı? Bende baktım adama ve dedim ki bu adamı içeride çok iyi beslemişsiniz hep yemiş, sakal bırakmış, saç uzatmış ve bandoz gibi olmuş. Nasıl tanıyayım? dedim. Muhtemelen bu yüzden beni öldürmek istiyorlardı. Ben oradayken dava 2 yıl boyunca devam etti. Ben Almanya’ya geldikten kısa bir süre sonra Döne Tıraş diye dört yada beş kadını tutuklamışlardı. Sonra ne oldu bilmiyorum. 

Orası bir ölü mezarlığı

42 yıldır kardeşlerim yalvarıyor bana Türkiye’ye gel diye. Orası benim için bir ölü mezar sığınağıdır, bir vahşettir. O kadar nefret ediyorum ki, anlatamam sizlere. 

44 yıldır Ali’nin sesini dinliyorum

Kanlı Maraş’ın öncesi eşim Mehmet Almanya’da işçi olarak çalışırken arada bir Maraş’a gelirdi. Her gelişinde bize bir şeyler getirirdi. Bir kere Maraş’a gelişinde bir teyp getirmişti. Bizde Almanya’ya kim gitse yada postayla bir kaset doldursa ona yolardık. O yıllardan kalma Ali’nin ses kaydı var. Hala bende duran Ali’nin ses kaydını dinliyorum. Ali bu ses kaydında da 'Okul öğretmeninin kendisine zorla namaz kıldırmak istediğini ve okula gitmek istemediğini söylüyor.' O ses kaydını 44 yıldır her gün dinliyorum ve öyle uyuyorum. Ali’den kalan tek şey budur. Buna hiç bir yürek dayanmaz.

Kardeşleri Ali’yi köyüne getirecek

Eşim 2009’da vefat eti. Mezarı Elbistan'ın Çiftlik köyünde. Aslında oğlum Ali’nin mezarını Çiftlik köyüne geri götürecektik. Fakat eşim Mehmet rüyasında Ali’nin mezarını köye götürüyor ve diğer çocuklarımın öldüğünü görüyor. Bundan dolayı Ali’yi bir türlü köyüne götüremedik. Bizde böyle bir inanç var. Eşimde buna inanıyordu. Ama çocuklarım bana söz verdiler Ali’yi doğduğu köye götürecekler. Çocuklarım mezarına gittiklerinde çok zorlanıyorlar. O dükkanlar ve çarşı adeta onların psikolojilerini alt üst ediyor. Dayanılacak gibi değil."

****

Ali Tıraş’ın ablası Ayşe Tıraş

Her yer kandı

Katledilen Ali Tıraş’ın 67 yaşındaki ablası Ayşe Tıraş da, yaşanan olayların tanıklarından. 32 yıl önce Avrupa’ya gelmiş. İlk önce Almanya’ya gelen Ayşe Tıraş, şimdi İsviçre’de yaşıyor. Ayşe Tıraş, “Annem katliamının en önemli görgü tanıklarından biriydi. Ali’nin yanmış bedenini geri getirenler aslında annemin daha fazla tanık olmaması için yaptılar. Annem Maraş Katliamı’ndan sonra 2 yıl boyunca Adana’ya mahkemeye tanık olarak gitti. 70- 80 arası kişi annemin tanıklık ifadesi ile tespit edildi ve tutuklandı” diyor.

Kurşuna dizdiler

Katliama tanık Ayşe Tıraş yaşadığı olaylardan birisini şöyle anlatıyor: “Mehmet Ali Diler’in eniştesi Şexo’yu kovalıyorlardı. Şexo arkasından gelenlere silah sıkıyordu. O esnada ayağından vuruldu ve topallaya, topallaya kaçarken birden yeni yapılan evin yanındaki toprağın üstüne yüz üstü yığıldı bir daha da kalkmadı. Saldırganlar geldi onun silahını aldılar ve ona çok sayıda kurşun sıkarak öldürdüler.”

YSE’ye sığındık

Katliam sırasında birçok insan YSE binasına sığınıyor. O gün yaşadıklarını anlatan Tıraş, “YSE kapısındayız Ali Asta vardı çocuğunu duvarın üstünde aşağıya attı kurtulsun diye yaptı. Tam bu sırada ben ve bir arkadaş çocuğu aşağıda tuttuk. Maraş’ın o karanlık killerlerine girdik ve öylece saklandık. Sonra 11- 12 yaşında araba tamircisinin dükkanda çalışan bir çocuk, bir aracı çalmış getirmişti. Çocuk arabanın kapılarını bir türlü açamıyordu. Ama o araçla kaçmaya çalışıyoruz. Bir kadında apandisti patlamış ve o gün ameliyat olmuş ve dikişleri daha taze iken onu hastaneden kovmuşlar. Kadını o ameliyatlı haliyle camdan içeriye koyuyoruz. Kadının ameliyatı patladı her yer kan olmuştu. Bizlerin kimisini Çiğili’ye, kimisini Maksutuşağı, Sofular’a götürdüler" diyor.

Emekçi’nin babasını gördük

Annesi ile buzhanede karşılaşıyor Ayşe Tıraş, şöyle devam ediyor: “Buzhaneye girdiğimizde Ozan Emekçi’nin babasını gördük. Ağız üstü döndürmüşlerdi, ağzını yırtmışlardı ve ağaçlarla organlarını adeta paramparça yapmışlardı. Annem başını indirdi bende ayaklarını. Oğlu türkü söylüyor diye bunu yapmışlardı. Şimdi Emekçi’nin babasının mezarı yok. Bilseydik onu bulamayacaklar orada alırdık ve aileye teslim ederdik. Meğerse aile sonradan gelmiş ve bulamamış. Dışardan gelenleri bir müddet sonra engellemişlerdi. Ne olduysa ondan sonra olmuş. Sonra yan tarafında bir baktık ki babamın dayısının oğlu İbrahim Asta yatıyor. Onu da vurmuşlar. Kalender Toklu, Hüseyin Toklu ve bir kadını öldürmüşlerdi memesini kesmişlerdi bebesinin ağzına vermişlerdi. Cennet Çimen oradaydı. Hepsini orada gördüm.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.