Maraş, tasarlanmış katliamdı
- Maraş Katliamı’nın devlet organizasyonuyla tasarlandığını belirten Sinemilli Ocağı Piri Süleyman Deprem, katliamdan sonra ise hapis ve sürgünün dayatıldığını söyleyerek, şunun altını çizdi:
- "Sürgün edilen ve yok edilmeye çalışılan Alevilerin yerine mülteciler yerleştiriliyor. Aklımızı başımıza almamız; toprağımıza, dilimize, kültürümüze sahip çıkmamız gerekiyor. Başka kurtuluş yolu yok."
Sine Milli Ocağı Piri Süleyman Deprem, Maraş Katliamı'ndan sonra da Alevilerin topraklarından koparıldığını belirterek, böylece bölgenin demografik yapısının değiştirildiğini ve bu sürecin devam ettiğini söyledi.
Alevi yurttaşlara yönelik Mereş’te (Maraş) 19 Aralık 1978’de gerçekleşen katliamın üzerinden 44 yıl geçti. 19-26 Aralık tarihleri arasında yaşanan ve resmi rakamlara göre 120 yurttaşın katledildiği katliamda, Alevilere ait 559 ev ve 290’a yakın iş yeri yakıldı. Katliamın sorumluları hakkında başlatılan ve 23 yıl süren yargılamalarda 22 kişiye idam, 7 kişiye müebbet hapis cezası, 321 kişiye 1 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası verildi. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye de ulaşılamadı. Sıkıyönetim mahkemesinin aldığı kararlar daha sonra Yargıtay tarafından bozularak, idam kararları uygulanmadı. Süreli ceza alan sanıkların cezaları da 1991'de ertelendi ve ardından serbest bırakıldı. Katliamın müdahil avukatlarından Ceyhun Can, 10 Eylül 1979’da; Halil Sıtkı Güllüoğlu, 3 Şubat 1980’de; Ahmet Albay ise 3 Mayıs 1980’de katledildi.
Katliamcılar ödüllendirildi
Katliamın fitili, 19 Aralık’ta ateşlendi. 19 Aralık’ta kentte bulunan Çiçek Sineması’nın kapısında ses bombası patlatıldı. Ses bombasının patlamasının ardından daha sonra RP’den milletvekili olan ve ses bombasının atılma olayını organize ettiği ileri sürülen Ökkeş Şendiller’in başını çektiği Türk ırkçısı (Ülkücü ) bir grup, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binasını, PTT ve Cumhuriyet Halk Parti (CHP) İl binasını bastı. 20 Aralık’ta ise Alevilerin yoğunlukta yaşadığı Yörükselim Mahallesi’nde bir kıraathaneye el yapımı bomba atıldı. Atılan bombada kimse yaşamını yitirmezken hemen ardından kıraathanenin silahla taranmasıyla Gıjık Dede lakaplı Sabri Özkan hayatını kaybetti. 21 Aralık’ta sol görüşlü Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu isimli iki öğretmen katledildi. 22 Aralık’ta Bağlarbaşı cami imamı Mustafa Yıldız’ın hutbesinde, “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz. Bir Alevi öldüren 5 sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır. Bütün din kardeşlerimiz komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır. Çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz” öğütlerinin ardından ırkçı güruh, iki öğretmenin cenazesini mezarlığa taşıyan kitleye saldırdı. Ardından Alevilere ait işyerlerini yaktı. Yaşanan saldırılarda üç kişi hayatını kaybetti. 23 Aralık’ta ise belediyenin hoparlöründen, “Kızıllar üç kardeşimizi şehit etti. Cenazeleri almak için hastane önünde buluşalım”, “Kızıllar kentimizi bastı” şeklinde anonslar yapılarak kalabalık toplandı. Hemen ardından, “Aleviler suya zehir kattı”, “Alevi mahallelerinde camiler yakılıyor” söylemleri çıkarılarak, Alevi mahallelerine saldırdılar yapıldı. Saldırılar her geçen gün artarken 24 Aralık’ta kente bulunan bütün polis güçleri geri çekilerek, saldırıların daha da büyümesine ve büyük bir katliamın yaşanmasına zemin hazırlandı. 26 Aralık’a kadar süren saldırılarda 120 Alevi yurttaş katledildi.
Bir darbeler devletidir
MA'ya konuşan Sine Milli Ocağı Piri ve Yeksani Dede olarak bilinen Süleyman Deprem (71), “Türkiye Cumhuriyeti devleti bir darbeler devletidir” diyerek, şunları söyledi: “Ötekileştirdiklerini yok etmeyi esas alan tekçi zihniyetini ayakta tutabilmek için sürekli baskı uygulamışlar. Çünkü bu ülkede Misakı Milli sınırları kurulurken bu topraklarda yaşayan herkesi tek bir potada eritmeyi hedeflediler. 1071’de Malazgirt’e geldikleri zaman burada başka bir halk yok muydu? Cumhuriyetin tekçi zihniyeti bunları yok sayıyor. Türk-İslam sentezi olan tekçi zihniyet, o dönem var olan halkın ‘biz de varız’ dedikleri anda saldırıları gerçekleştiriyor. Aleviler de ‘varız diyen’ topluluklardandır ve bunun için Aleviler üzerindeki baskı var ola gelmiştir. Maraş olayları, denilen soykırım niteliğindeki katliam da bunun sonucudur. Bazı kesimler 'olay' diyor ama bir katliamdır. Bilinçli, devlet destekli özel projeli bir katliamdır. Bu katliam aylar öncesinden organize edilmiştir. O dönemde Alevi yurttaşlar ekonomik olarak refah düzeyleri artmış ve kırsaldan merkeze taşınmaya başlamıştı. Şehir merkezlerinde esnaflık yapmaya başladılar ve yarısına ulaştılar. Artık Aleviler de kentte söz sahibi olmaya başladı. Bu durum iktidarı rahatsız etti. Bir diğer etmense Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketi ile buluşmasını engellemekti. Çünkü bu devlet için tehlike sayılıyordu. Bunun için Maraş’ta bir organizasyon hazırladı.”
Tasarlanmış bir katliamdı
Katliam yaşanmadan önce ülkücü milislerin milli piyango satıcıları kılıfıyla kente sokulduğuna dikkat çeken Deprem, şunları aktardı: “Bu katliam bir organizasyon şeklinde planlanmıştı. Çorum’dan, Yozgat’tan MHP’li özel milis kuvvetleri getirilmişti. Bu süreçte Maraş’ın bütün girişleri, Pazarcık, Elbistan, Göksü ve Afşin’in bütün çıkışları kapatılmıştı. Kimse oradaki Alevilere desteğe gelmesin diye. Ne hikmetse Alevilere yönelik katliamlar hep hayırlı Cuma günleri başlıyor... Yörükselim Mahallesi'ne saldırıyor. O zaman Yörükselim’de gerçekten vahşet yaşandı. Bir hayvan bile bu kadar zalim olamaz. Maraş’ta yaşanan vahşetin boyutu çok yüksekti.”
Katliamdan sonra sürgün
Katliamdan sonra Alevilerin topraklarından koparıldığını anlatan Deprem, şunları söyledi: “Aleviler o günden sonra topraklarından koparıldı. Yavuz Selim’in yaptığının bir benzerini Maraş’ta yaptılar. En büyük sürgün politikası Maraş Katliamı'ndan sonra sıkıyönetim ilan ederek, devamında 12 Eylül darbesiyle sürdürdüler. Darbeden sonra gizli bir sürgün politikası başladı. Alevilerin, Kürtlerin ve devrimcilerin bir kısmını katlettiler, bir kısmını hapsettiler. Geriye kalan kesimine de ‘bu ülkeden gitsinler de nereye giderlerse gitsinler’ dediler. Normal şartlarda devlet kurumlarına gittiğimiz zaman işlemlerimiz bin bir türlü bahaneyle ertelenir ve yapılmaması için her türlü zorluk çıkarılırdı. Sürgün politikası devreye girdiği andan itibaren özellikle pasaport almak için başvuruda bulunduğumuz zaman önümüze bir kırmızı halı sermedikleri kalıyordu. Bütün işlemler bir gün içinde hallolurdu. Seni katletmek ve yok etmek isteyen bir düşman eğer sana iyi davranıyorsa ya sende bir sorun var ya da onda bir sorun var. Temel amaç bizlerin göç etmemizin önündeki engelleri kaldırmaktı. O politikadan dolayı şu an Alevi köyleri bomboş. Aleviler yerlerinde göç ettirilerek Avrupa’ya mülteci olarak gönderildi. Şimdi ise dışarıdan getirilen Afgan, Suriyeli mülteciler buralara yerleştirilerek buraların demografisi değiştirilmeye çalışılıyor. Sürgün edilen ve yok edilmeye çalışan Alevilerin yerine bu getirilen mültecileri yerleştirme planı var. Aklımızı başımıza almamız ve toprağımıza, dilimize, kültürümüze sahip çıkmamız gerekiyor. Bunun ötesinde bir kurtuluş yolu yok.”