Bîrhat’ın katili Alman bürokrasisi
Dosya Haberleri —
Avrupa'da mülteci intiharları ve ırkçılık-2
- Bîrhat Mustafa Ramadan’dır resmi kayıtlardaki tam adı. Bîrhat’ın ailesi Şirnex’in Gabar dağının Zivinga Şikaka köyündendir. 1994 yılında Zivinga Şoreşê Türk ordusu tarafından yakılır, yıkılır. Bîrhat’ın annesi iki çoçuğuyla göç etmek zorunda kalır. Bîrhat ise 6 Haziran 1996’da Etruş’ta küçük bir çadırda dünyaya gelir.
- Bîrhat, 2015’in Haziran ayında Avrupa’ya kaçak yollarla geçmek için yola düşer. Slovenya’da yakalanır, Hırvatistan’da bir mülteci kampına yerleştirilir. 2016'da Almanya’ya gelir. Mülteci olarak dünyaya gelen Bîrhat’ın Alman makamlarını ikna edecek bir belge sunması mümkün değildir. Bürokrasinin soğuk ve katı kurallarını aşamaz.
- Bîrhat'ı tanıdığında psikolojik olarak iyi bir durumda olmadığına dikkat çeken Halef Tiken, şöyle anlatıyor: "Klinikte iken geri dönmesini sağlamam için uğraşmamı istiyordu. Fakat vekaleti artık bende değildi. O, 'sen devreye gir hallet' diyordu. İntihar etmeden 6 hafta önce de 'Halef senden rica ediyorum bana yardımcı ol annemin yanına gideyim' dedi."
- Halef Tiken, Bîrhat’ın intiharından sonra cenazesinin Mexmûr’a gönderilme sürecini de şöyle anlatıyor: "İntihar ettikten sonra Weinsberg belediyesine gittik. Cenazesini ailesinin yanına göndermek istediğimizi söyledik. Birkaç saat içinde belediye, Heilbronn savcılığına yazı gönderdi, savcılık imzaladı. Ve çözüm ürettiler. Neden sağken yapmadılar bunu?"
HAKAN TÜRKMEN/BERLİN
Bir mülteci olarak dünyaya gelen Bîrhat, bir mülteci olarak Almanya’da 25 Mayıs’ta kaldığı psikiyatri kliniğinde hayatına son verdi. Ailesinin yanına dönmek istediğini bildirmesine rağmen herhangi bir ülkenin vatandaşı olmadığı için Alman devletinin bürokrasi ağına takılıp dönemeyen Bîrhat’ın ölümündeki ihmalkarlıklar bir intihardan öte ortada bir cinayetin olduğunu gösteriyor. Bîrhat Mustafa Ramadan’dır resmi kayıtlardaki tam adı. Bîrhat’ın ailesi Şirnex’in Gabar dağının batı zirvesinde bulunan Zivinga Şikaka köyündendir. 1994 yılında Zivinga Şoreşê Türk ordusu tarafından yakılır, yıkılır. Aynı yılın kış aylarında Bîrhat’ın annesi iki çocuğuyla gerillaların yardımıyla dağ yolunda haftalarca yürür ve Güney Kurdistan’a geçer. Aile uzun bir yolculuktan sonra 1995 yılın son ayında bu sefer Etruş’a göç eder. Bîrhat, 6 Haziran 1996’da yılında Etruş’ta BM’nin verdiği ve üzerinde UNHC yazılı küçük bir çadırda dünyaya gelir. Bîrhat, daha 6 aylıkken Etruş mültecileri baskılar sonucu bu kez Ninova kampına göç eder. Bîrhat’ın içinde olduğu Kürtler 1998 yılının Şubat ayında Nehdara’ya, aynı yılın 26 Mayıs'ında ise Mexmûr Kampı'na göç eder.
Başarılı bir öğrenciydi
Mexmûr’da Kürtçe öğretmenliği yapan ve Bîrhat’ı ilk zamanlarından beri tanıyan Hewar Gabar onu anlatıyor: “Bîrhat, daha bir yaşındayken normal bir çocuk olmadığını, normal bir çocuktan çok daha üstün cesaret, algılama ve aktifliğe sahip olduğunu belli ediyordu. İlkokula başlamadan önce okuma-yazma ve algılama oranı, normal zekalı bir ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi kadardı. Beş yaşında ilkokula başladı. İlkokul birinci sınıftan lise ikiye kadar hep sınıf birincisiydi. Asla yerinde duramayan, sürekli bir şeyler öğrenen, her gün bilgisine yenisini katan bir yapısı vardı. Çok iyi gitar çalardı, İngilizce, İspanyolca ve Tükçe'yi ana dili gibi konuşurdu. Tekniği mükemmel kullanırdı. Bilgisayarı sanki kendisi yaratmış gibi bilirdi. Kürtçesi mükemmeldi. Ve bunların hiçbirini ikinci bir kişiden değil, kendi bireysel çabasıyla öğrenmişti."
İlk durak Hırvatistan
Bîrhat'ın yetenekli olduğuna dikkat çeken Gabar, "Türkiye üzerinden Avrupa’ya çıkmak için 2015’in Haziran ayında kaçak yollarla Kuzey Kurdistan’a geçti. Ama Türkiye’de anne ve babasının evlenme kaydı yoktu ve kendisi de dışarıda dünyaya gelmişti. 2016 yılına kadar Kuzey Kurdistan’da gizlenmeyi başardı ve aynı yılın bahar aylarında Avrupa’ya kaçak yollarla geçmek için yola düştü. Slovenya’da yakalandı ve Hırvatistan’da bir mülteci toplama kampına yerleştirildi. Söz konusu kampın nüfusu çok fazlaydı ve Bîrhat, kampın genel sorumlusu seçildi. Arşivleri araştırılırsa mülteci sorunları üzerine Hırvatistan’ın gazete ve TV’lerine röportajlar verdi" diyor.
Almanya’da mültecilik
Yaklaşık 5 aylık bir süreden sonra Hırvatistan’daki söz konusu kamp boşaltılır ve Bîrhat da kamptan çıkar. Asıl amacı İsviçre’ye gidip, orada öğrenimini tamamlamaktır. Ancak o Almanya’da kalır. 2016 yılında Almanya’ya geldiğinde resmi makamlara Kürt olduğunu söyler fakat onlar ondan kimlik isterler. Mülteci olarak dünyaya gelen Bîrhat’ın Alman makamlarını ikna edecek bir belge sunması mümkün değildir. O bunu anlatmaya çalışsa da bürokrasinin soğuk ve katı kurallarını aşamaz. Kampta kaldığı sürede iyi derecede Almanca da öğrenir. Oturum verilmediği gibi çalışma izni de verilmez. Almanya’da akrabaları da ona destek çıkmaz. Tüm yaşadığı sorunlara kamp hayatı da eklenince psikolojisi git gide kötüye gider.
‘Tanıdığımda perişan haldeydi’
2019 yılının sonlarında Halef Tiken, Heilbronn’da sahibi olduğu dükkana gelip gittiği sürede Bîrhat’ı tanır. Halef Tiken onu tanıdığı sürede psikolojik olarak iyi bir durumda olmadığını anlatıyor: "Onu tanıdığımda perişan bir haldeydi, psikolojisi bozulmuştu. Gelip yemek istiyordu. Ben de veriyordum. Ancak bir süre sonra Kürt olduğunu anladım. Daha sona burada Kürt derneği olduğunu söyledim o da derneğe gitmeye başladı. Dernektekiler de ona yardımcı oluyordu. Almancayı çok iyi öğrenmişti. Kampta kimin ne mektubu varsa o okuyordu onlara içeriğini anlatıyordu. Zaten kamp ve sonradan transfer ettikleri yerin koşulları da çok kötüydü. Ailesiyle de irtibatı yoktu. Kürt ve Mexmûr’dan olduğunu öğrendikten sonra ben ve dernekten bazı arkadaşlar araştırıp ailesini bulduk Mexmûr’da. Sonradan ailesiyle irtibat kurabildi. Annesi ve babası da dönmesini istiyorlardı. O da başlarda istiyordu fakat korkuyordu, her gün başıma bombalar yağdırıyorlar, savaş var ben nasıl giderim diyordu. O ‘annem, babam buraya gelsin beraber İngiltere’ye gidip iltica edelim’ diyordu. Çalışmak istiyordu. Duldung (geçici oturum) vermişlerdi bu yüzden çalışamıyordu. 280 Euro veriyorlardı o da hiçbir şeye yetmiyordu. O da gidip dükkanlardan yemek dilenmek zorunda kalıyordu.”
'Topu bir birlerine atıyorlardı'
Bîrhat kendi isteğiyle vekaletini (Vollmacht) Halef Tiken’e verir. Artık resmi işleriyle o ilgilenir. Bu süreçte Halef Tiken, Bîrhat’a yardımcı olmayla çalışır. En çok da onun ailesinin yanına geri göndermek için uğraşır: “Vekaletini bana verdi. Heilbronn Landratsamt’ı üzerinden onun geri dönmesi için uğraşıyordum. Bir yere kadar getirdim onun imzasıyla onun için hazırlanmış tek kullanımlık bir pasaport çıkaracaklardı ve bu şekilde Hewlêr’e gidebilecekti. O süreçte de psikolojisi oldukça kötüydü. Hala Avrupa’da yaşayabileceği umudunu taşıyordu. Bu süreçte bazı insanlarla tanıştı ve bazı küçük kuralsızlıklar yaptı, suçlara karıştı. Sonra mahkeme açtılar ve 1 yıl 8 ay hapis cezası verdiler. Hapis cezasını tedavi olması şartıyla ertelediler. Ondan sonra Weissenhof’daki psikiyatri kliniğe yatırdılar (Klinikum am Weissenhof-Zentrum für Psychatrie Weinsberg). Klinikte olduğu için vekaletini benden alıp Weinsberg’te avukatlık yapan Dr. Ulrich Vellnagel’a verdiler. Artık onun işlerinden o sorumluydu. Ben avukata ‘beraber işbirliği yapıp bu genci ailesinin yanına gönderelim’ dedim. Ona anlatıyordum nasıl olacağını o ise bana 'Benden daha iyi mi bileceksin, ben bu işin okulunu okudum' diyordu. Ben Kürtlerin durumunu, Bîrhat’ın durumunu anlatıyordum o bilmiyordu. Mesela ben diyordum Bîrhat’ın vatandaşı olduğu bir devlet yok. O bu nasıl olur diyordu. Gidip Türkiye, Irak ve Suriye konsolosluklarına ‘bu isimde bir vatandaşınız var mı’ diye soruyordu. Bîrhat’a bu üç devletten birinin kimlik çıkarması için uğraşıyordu. Bîrhat resmen bir topa dönmüştü, avukat, savcı ve klinik arasında. Hepsi topu birbirine atıyordu. Şöyle bir şey de vardı, avukat ve klinik devletten Bîrhat’la ilgilendikleri için para alıyorlardı. Bu yüzden Bîrhat’ın o durumda olması da açıkçası onların da işine geliyordu. Belki bunu bilinçli yapmıyorlardı fakat finansal olarak onlara bir fayda sağladığını bilmenin rahatlığı vardı.”
‘2 yıl klinikte kaldı bırakmadılar’
Klinikte Bîrhat’ı görmesine izin vermediklerini aktaran Halef Tiken, “Bana onun akrabası olmadığım için görüşemeyeceğimi söylüyorlardı. Avukata kliniğe onunla görüşmem için bir yazı yaz dediğimde ise, 'Bu benim sorunum değil' cevabını veriyordu. Daha sonra Bîrhat hastalığıyla ilgili beni bilgilendirmeleri için bir vekalet hazırladı o süreden sonra sadece hastalığıyla ilgili bana bilgi veriyorlardı. 1 yıl 8 ay hapis cezası vermiştiler. 2 yıl klinikte kaldı yine bırakmadılar. Ben savcıya Bîrhat’ın 1 yıl 8 ay geçtiği halde neden bırakılmadığını sordum, o da buna ancak doktor karar verebilir diyordu. Doktorlara sorduğumda ise onlar da sana yardımcı olamayız ancak yargı makamı sana yardımcı olur diyordu. Avukata soruyordum, o da daha pasaportunu çıkarmadık diyordu. Klinikte iken bana geri dönmesini sağlamam için uğraşmamı istiyordu. Fakat vekaleti artık bende değildi. O, 'sen devreye gir hallet' diyordu. İntihar etmeden 6 hafta önce de 'Halef senden rica ediyorum bana yardımcı ol annemin yanına gideyim' dedi. Belki o zaman da kafasında intihar vardı fakat ben anlamadım" diyor.
İntihardan sonra bir yazıyla çözdüler!
Halef Tiken, Bîrhat’ın intiharından sonra cenazesinin Mexmûr’a gönderilme sürecinin de tanığıdır. Yıllardır istemesine rağmen onu sağken göndermeyen bürokrasi, cenazesini gönderme işini birkaç saat içinde halleder: "İntihar ettikten sonra Weinsberg belediyesine gittik. Cenazesini ailesinin yanına göndermek istediğimizi söyledik. Dediler kimliği yok. Birkaç saat içinde belediye, Heilbronn savcılığına yazı gönderdi, savcılık imzaladı. Belediye, kriminal polis ve savcı birkaç saat içinde cenazenin ulaşabilmesi için çözüm ürettiler. Neden sağken yapmadılar bunu? Onun için özel bir belge çıkartıp cenaze önce İstanbul’a, sonra Amed ordan Habur’a oradan da Mexmûr’a o belgeyle gönderildi. Eğer sağken de isteseydiler bu şekilde her şeyi hızlı bir biçimde halledebilirlerdi.’’
* * *
‘Tek isteği yanımıza gelmekti’
Anne Heznê Baykara, Bîrhat’ın ölümüyle ilgili gazetemize şunları kaydediyor: “Biz uzun zamandır yüzünü telefonda bile doğru düzgün göremediğimiz oğlumuzu büyük bir acıyla kaybettik. Kaldı ki geri gelmek istediğini de söylüyordu. Oğlumuzun ölümüyle ilgili büyük bir çelişki yaşıyoruz ve intihar etmiş olabileceği konusunda soru işaretlerimiz var, bu sorularımızın cevabı verilmiyor. Onca kameranın olduğu bir yerde nasıl öldüğüne dair bir bilgi yok. Belki de başka bir şekilde yaşamını kaybetti. Başka çocuklar ölmesin diye bu konunun detaylı incelenmesini istiyoruz."
'Topraklarınızı bırakmayın’
Son yıllarda Bîrhat'a ulaşamadıklarını belirten anne Haznê Baykara, "Son yıllarda artık telefonlarımıza cevap vermiyor, kendisini görüntülü arayamıyorduk. Bir tanıdık vasıtası ile görüşmeye çalışıyorduk. Zaten tek isteği yanımıza gelmekti, ne yazık ki kendisi gelemedi cenazesini gönderdiler" diyor.
Anne Heznê, Kürt gençlerine de sesleniyor: “Ben oğlumu kaybettim. Siz gençler kendi topraklarınızı bırakıp iki yüzlü Avrupa topraklarına gitmeyin.”