Bizler Ortadoğu’yuz!

Medya DOZ yazdı —

  • “Ortadoğu bir kişiliktir” sözünü 2002 yılında ilk duyduğumda aklıma; asil, köklerine bağlı, inatçı, erdemlerini ifade edemeyen, kaşları çatık ve ölüme bile eyvallahı olmayan bir insan gelmişti.

İyi de, bir coğrafya nasıl bir kişilik olabiliyordu diye hiç sormadım. Bu konuda herhangi bir çelişkim bile olmadı. Evet iknaydım, o coğrafyaya bir ruh, bir düş ve bir duygu ilişmişti. Topraklar kişilik kazanıyordu. Ve biz Ortadoğulular çoktan toprağımıza benzemiştik. Dogmalarımız, yaratımlarımızdan daha çok konuşuluyordu. Sevgilerimiz can çekişip en son amansız bir kavgada ölüyordu. Her şeye çabuk inanıyor, çabuk kanıyor, çabuk kırılıyorduk. Biz dünyanın esmer coğrafyasına düşmüş, birer yıldız tozuyduk.

Dünya hep beyaz bir adam, biz ise hep siyahi bir kadındık. Dünya dünyaydı, biz ise dünyanın dışına atılmış Ortadoğu’yduk… Ayrı bir dünyaydık biz. Birleşmeye gelmeyen, her yeri kan kokan, savaşların bitmediği o yer biz oldu zamanla... Egemenlerin hor hodkâm işgallerini hiç kabul etmedi ruhumuz. İsyanlarımızın gizli öznesi kalbimizdi. Kalben doğuluyduk, anlayamıyorduk batının yalanla bezeli centilmenliğini, idrak edemiyorduk kurnazca sırıtan tarih hırsızlarını. Naif değildik, kalbimiz nasır bağlamıştı.

Ne zaman bir uçurtma gökyüzünde süzülse düşürüleceği anı beklerdik. Ne zaman ağız dolusu gülsek başımıza bir şey geleceğinin kaygısı içimize yuva kurardı. Ne zaman bir savaş çıksa bizim evimiz yanıp yıkılıyordu… Bütün savaşların yaralı savaşçısı bizdik. Başkalarının savaşı hep bizim topraklarımızda oluyordu.

Hegemonya savaşlarının orta yerinde kalan biziz. Ve biz Ortadoğu’yuz… İnsanlığın yarası her gün bu topraklarda kanıyor, her ezan vakti kan ile yıkanıyor Filistin, Irak, İran, Lübnan ve Rojava… Ve 2 gün önce Lübnan’ı yine kan içinde gördük, tarihin en güzel kenti Halep gibi... Etleri dökülüyordu… Palmira gibi ağıt yakıyordu göğsünde ölmüş çocuğu için. Ninova gibi külleri savruluyordu arşların bilinmezliğine. Ve ülkesi acı çektiği için kendini gülmekten men eden Mardin kökenli Lübnan’ın nazenin ozanı Feyruz’un sesi hiç bu kadar acı vermemişti insan evladına.

Yüreğimden selam olsun Beyrut’a 
Denizine ve evlerine de öpücükler…
Ve eski bir denizcinin yüzüne benzeyen taşlarına da…
O halkın ruhundan yapılmış bir serap…
O ana vatanında bir ekmek ve bir yasemin esintisi…
Peki, şimdi ne halde onun tadı?
O ateş ve duman tadında şimdi…
Külden bir zafer Beyrut’un olsun…
Elleri üstünde taşıdığı bir çocuğun kanıyla…
Şehrim söndürdü ışıklarını, kapattı kapılarını…
Ve gökyüzünde yalnız kaldı, geceyle beraber…

Evet, bu kadın ağıtları, bu coğrafyanın en gerçek halidir. Ve bu topraklarda hiçbir şey tesadüf, kaza ve öylesine değil... Bu kan bu topraklarda nasıl durdurulur, bu coğrafya nasıl bir yangın yeri olmaktan kurtulabilir diye düşünen ve sorgulayan insan sayısı bir elin parmak sayısı kadar azdır. Çünkü hiçbir egemen bu coğrafya da savaş bitsin istemiyor. Buralar yanıp küle döndükçe egemenlerin yurdu bu ateş ile ısınıyor ve dünyayı bu egemenler yönetiyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu konuda ciltler dolusu çözüm önerisi yazdığı ve pratikleştirmeye çalıştığı için dünyanın egemenleri akbabalar gibi bu Doğulu bilgenin üstüne üşüşüp derdest ettiler. Ama bu o bilgenin fikrinin esir düştüğü anlamına gelmiyor. Ve yüzlerce cümlesi beynimizde yankılanıyor.

“Ortadoğu coğrafyasının yeni bir Rönesans’a ihtiyacı vardır.”

“Ortadoğu’nun geleceği demokratik konfederalizmdedir.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.