Kobanê’de Eylül
Medya DOZ yazdı —
- Yine bir Eylül bitimindeyiz. Ve yine Eylül’ün hatırlattıkları ile yaşıyoruz. Kalbimizde zaman Eylül’e ayarlanmış gibi. 2014 Eylülü’nde Kobanê’de kopan kızılca kıyametin yeni bir yıl dönümündeyiz.
Hafızamız bir ulusun ağıtını, bir ulusun haklı zaferini ve gururunu unutmamak için çağın bütün çirkinlikleriyle cenk halinde. Kobanê’nin sokaklarında yürürken kahramanların daha önce kanının döküldüğü yerlere basmak nasıl bir acı, kimse bilemez, bilen de anlatamaz. Yıllar geçti ama biz kıyametin çocukları hala anlatamadık yüreğimizdeki uçmaya meyilli acı ve sevincimizi.
Zalimlerin dünyasında güzel kalabilme cengi veren bizler, birbirimizin yabancısı olamayız. Paramaz Kızılbaş’ı (Suphi Nejat Ağırnaslı) Kobanê’de görenlerimiz anladı ki güzel insanların sınırları yoktur. Zira o, Ermeni değildi ama kendine Paramaz demişti. O, Alevi değildi ama kendine Kızılbaş demişti. O bir sosyologdu ama Kobanê’nin bir tepesinde (Miştenur’da) şehit oldu. Yine Sinoplu Rıfat Horoz’u (Karker) tanıdığımda asla yalnız olmadığımızı kendi kendime fısıldamıştım. Evet, önce kendimi ikna etmeliydim yalnız olmadığımıza… O, zengin bir Türk’tü. Yurdunu terk edip kaçan Kobanêli Kürt bir aileye kendi evini verip insanlığın onuru için Kobanê şehrine savaşmaya gelmişti. Ben onun cenazesini gördüğümde, cebinde Kürtçe öğrenmek için karalama yaptığı defteri ve Arîn Mirkan adında asi, baş eğmez ve davası uğruna can vermiş bir Kürt kızının resmi vardı. O cenazenin cebindekileri gördüğümde bütün sınırlar gözümde un ufak oldu. Acımızı hisseden herkes biraz kutsalım oldu. Ve eğer insanın tanrısı vicdanı ise onlar benim vicdanımdır. Kendinden gayrısının acısına ve sevincine ortak olmayı bilenler benim tanrımdır o zamandan beri.
Eylül, Eylül... sevgili Eylül... Kıyametin başlama miladı Eylül… Mevsimlik çiçeklerin ölüm fermanını yazan Eylül… Dökülen sarı yaprakların üstündeki kızıl kan Eylül… Kobanê’de kalbimizin ağzımıza geldiği zaman Eylül. En karanlıkların sonrası aydınlık olan Eylül.
Dizimde dünyalar güzeli kadın savaşçılar can verdiğinden beri hayata farklı bakmayı başarabildim. Keşke hayat beni bu şekilde sınamasaydı dediğim çok olmuştur. Ama, sanırım insan hakikati başka türlü de öğrenemiyor. Sanırım o güzel kadınlardan sonra ateşe atlamak bende bir huy oldu. İyi ki ateşlerde yanmayı biliyorum, yoksa hiçbir şey beni gerçeğe ve hayallere bu kadar yaklaştıramazdı. Kobanê’de ve genel olarak Rojava’da yaşadıklarım bana o kadar çok şey kattı ki, kendimi bazen hakikatin dilencisi gibi hissediyorum. Hafızamda, duygu dünyamda birikenleri ifade etme, yazma zamanım olursa ne mutlu bana. Zira henüz yazılmadı gerçek olanlar. Ve biz çömez kalemler hala kalemimizi konuşturma fırsatı bulamadık.
Sokak ortasında can havliyle kaldırılan cansız bir savaşçının avucundan düşen yüzüğün hikayesini henüz kimseler bilmiyor. Kalbini avucuna almış, nefes nefese koşan kadınların hikayesini bilmiyor çoğu insan… Şin’in can verirken bile silahını bırakmadığı için silahıyla gömüldüğünü bilmiyor kalbimizden bihaber olanlar. O soğuk metalle koyun koyuna toprak altında yatmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar ey Eylül… Ve ısrarla unutulmaları için çaba içinde bu çağın zalimleri. Israrla bu dünya güzeli savaşçıların kanıyla kazandıkları topraklardan pay almak istiyor kötülüğün çukurunda debelenen ihanetçiler. Kahramanları ve alçakları aynı çerçeveye sığdırmak istiyor dünyayı yöneten düşkünler.
Eylül, Eylül... sevgili Eylül! Hüznünü elimize yüzümüze bulaştıran Eylül. Çocukların hayalleri için canından geçen arkadaşlarımızı haykırma fırsatı bahşet bize Eylül. Kimselerin onları unutturmasına izin verme Eylül.