Faili belli cinayet: Yer Dicle, yıl 1996
Kadın Haberleri —

Hatice Atalay
- Hatice Atalay, 1996 yılında Dicle’de Türk askerleri tarafından katledildi. Dosyası 28 yıldır raflarda; failler belli ama hiçbiri yargılanmadı. Kızı Nesibe Akdağ, “Savcı, annemin vücudundan çıkan mermiyi askerlere gösterip, ‘Bu sizin merminiz’ demiş. Ama sonra bu sözü de inkâr ettiler” dedi.
ASMİN BARAN/AMED
İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre 1989-1999 yılları arasında bin 964 kişi faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitirdi. Bu cinayetlerin yüzde 80’i ise Kürdistan’da işlendi. Verilerin yoğun olarak kayıt altına alındığı 1993 yılında bile sadece 510 kişi katledildi. Cinayetlerin ardından etkili bir hukuki süreç devreye konulmazken, pek çok dosya itiraflara rağmen tozlu raflarda bırakıldı. Bugün artık birçoğumuzun bilmediği faili belli cinayetlerden biri olan Hatice Atalay’ın dosyası da bunlardan biri. Hatice Atalay’ın hikâyesini kızı Nesibe Akdağ’dan dinledik.
1993 yılının kışı. Dicle’nin (Pîran) Taşağıl (Xaçek) köyünde Türk askerlerinin baskınları artık rutin bir hal alır. Askerler son gelişinde “Gelecek Cuma geldiğimizde burada kimse olmayacak. Köyü boşaltacaksınız” diyerek köylüleri tehdit ederler. Ve dedikleri gibi de gelirler. Bu seferki gelişlerinde aralarında 9 yaşında bir çocuğun da olduğu çoğu kişiyi gözaltına alırlar. Nesibe Akdağ, o gözaltıların tanığıdır. O günü hiçbir zaman unutamaz.
‘Canımızı zor kurtardık’
Akdağ, o günü şu sözlerle anlatıyor: ''Tehdit ederek geldikleri gün üç kadını ve çok sayıda erkeği gözaltına aldılar. O dönem köye sürekli baskınlar oluyordu ve çoluk çocuk demeden herkesi gözaltına alıyorlardı. Çok sayıda insan o şekilde işkenceye maruz kaldı. En son geldiklerinde köyden çıkmak zorunda kaldık. O gün 9 yaşındaki amcaoğlumu ve diğer erkekleri gözaltına alıp bize de ‘Evinize gidin yoksa sizi tararız’ dediler. Annemi de elinde su bidonu ile zorla araca bindirmeye çalıştılar. Biz zaten o gün artık köyde kalamayacağımızı anladık. Askerler gittikten sonra biz de kalan eşyalarımızı toplayıp gözaltıları sormak için karakola gittik. Orada bana ve kuzenime şiddet uyguladılar. O hakaretleri hiç unutmuyorum. Bize ‘Hepiniz teröristsiniz, Ermenisiniz’ dediler. O dönem ‘Deli Mehmet’ diye bir polis vardı. Merkezde şüpheli gördüğü herkesin üzerine aracını sürüyordu ve işkence ediyordu. Biz karakoldan çıktıktan sonra aynısını bize de yapmaya çalıştı ama başaramadı. Canımızı zor kurtardık.”
‘Bir değil defalarca yaktılar’
Akdağ’ın ailesi çaresizce köyü terk etmek zorunda kalır. Onlar köyden çıktıktan sonra askerler köyü ateşe verir. Akdağ, köylerini terk ettikleri o günü şöyle hatırlıyor: “Köyümüzün yakılmasının ardından Dicle merkeze taşınmak zorunda kaldık. Köyden alınanlar da aylarca gözaltında kaldı. Köyümüzün bir kere değil defalarca yakıldığını öğrendik. Askerler her gidişinde keyfi bir şekilde köyü yakıyorlardı.”
‘Annemi bahçede vurdular’
Dicle’ye göç ettiklerinde ne eşyaları ne de bir evleri vardır. Evden kurtarabildikleri eşyalarını ise kendileri gibi ihtiyacı olan komşularına dağıtırlar. Akdağ, merkeze taşındıktan üç yıl sonra 1996 yılının Eylül ayında annesinin katledildiğini belirterek dosyanın onca delil ve ifadeye rağmen kapatıldığını söylüyor. Annesinin failinin belli olmasına rağmen dosyasının “delil yok” denilerek kapatıldığına işaret eden Akdağ anlatmaya devam ediyor: “O dönem gözaltına alınan kardeşim olaydan üç ay sonra, 94 yılının Mart ayında tahliye edildi. Biz zaten artık hiç köye gidemiyorduk. Merkezde bir ev tutup yaşamaya başladık. Annem ve babam bostan ekiyordu. Merkezde de neredeyse her gece silah sesleri altında bir yaşam sürdürüyorduk. Annemin olayı da 1996 yılının Eylül ayında yaşandı. Merkez Yeşiltepe Mahallesi’nde bulunan evimiz emniyet müdürlüğünün tam karşısındaydı. Annem ve babam bahçeye gitmeden önce de emniyete giderek bahçeyi sulayacaklarını haber vermişlerdi. Her gün bir kişi bahçeyi sulamaya gidiyordu. O günde karakol ‘bir sıkıntı yok’ deyince annem ve babam bahçeye ellerinde fenerlerle sulamaya gidiyorlar. Gittikleri gibi silah sesleri yükseliyor. Babam ‘biz halkız ateş etmeyin’ diyor ama annem o anda vuruluyor.
Savcıyı bekledi, kan kaybından öldü
Babam feneri başının üzerinde tutarak emniyete gidiyor. Ardından gelip olayı bize haber verdi. Biz bahçeye gittiğimizde askerler de oradaydı. Annemi battaniyeye sarıp hastaneye götürmek istedik. Bize ‘savcıyı bekleyin’ dediler, gece 1’den sabah 9’a kadar savcının gelmesini bekledik. Ambulans da gelmedi, bize ‘TOMA’ya bindirin götürün’ dediler. Ama nereye götüreceğimizi de bilmiyorduk. Halk annemi battaniye ile eve taşıdı. O gün bütün Dicle başımıza toplandı ama savcı saatlerce gelmedi. Gün ortasında geldi. Annem kan kaybından yaşamını yitirdi. Savcı geldikten sonra annemi alıp götürdüler. Savcı, annemin vücudundan çıkan mermiyi askerlere gösterip, ‘Bu sizin merminiz’ demiş. Ama sonra bu sözü de inkâr ettiler.”
Failler belli ama hiç yargılanmadılar
Ailenin faillerin yargılanması için başlattığı hukuki süreçten bir sonuç çıkmaz. Dosya kapatılır ve failler gizlenir. “Ne katiler bulundu ne de kimse cezalandırıldı” diyen Nesibe Akdağ, son olarak şunları söylüyor: “Annemi defnettikten bir ay sonra babamı ve komşuyu çağırdılar. Savcılık babamı ‘Delilleri yok ettiniz’ diyerek tehdit etti. Bize böyle dediler ama bizden önce onlar oradaydı. Bu şekilde olayın üzerini kapatmak istediler. Sonradan olaya dair dava açıldı ancak açılan dava dosyasını kapattılar. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. AİHM, iç hukuk tükenmediği gerekçesiyle ret kararı verdi. Ne yaptıysak ne dosyaya erişebildik ne de failleri bulabildik. O dönem yaşadıklarımızı hiç unutmadık. Olay, bile isteye cezasız bırakıldı. Yine annemi katleden kimse bulunamadı. Annemin öldürüldüğünü kabul etmiyorlardı. Tek talebimiz olayın faillerinin açığa çıkması ve ceza almalarıydı, aradan neredeyse 30 yıl geçti, bu talebimiz yerine ulaşmadı.''