Kati Piri: AB, Türkiye’yi artık aday olarak bile görmüyor
Dosya Haberleri —
“Korkarım AB’den artık “endişeliyiz” ifadelerini bile duymuyorsunuz. Bu açıkça, pek çok AB liderinin gözünde Türkiye'nin artık ciddi bir AB üyeliği adayı olarak görülmediği anlamına geliyor. Bu bizi Türkiye'deki demokratları savunma ve kırmızı çizgiler aşıldığında sonuç çıkarma görevimizden alıkoymuyor ve dürüst olmak gerekirse bu çizgilerin çoğu aşıldı.
BARIŞ BALSEÇER
ÇEVİRİ: SERAP ŞEN
Kati Piri, 2014’ten bu yana Hollanda’yı temsilen İşçi Partisinden Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili. Şu anda AP’nin Dış İlişkiler, İnsan Hakları, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları Komisyonunda görev alan Piri, daha önce ise uzun süre Türkiye raportörlüğünü üstlenmişti.
Türkiye’de demokratik standartların hızlı bir biçimde gerilediğini işaret eden Piri, Avrupa Birliğinin bu konudaki tutumunu ise şu sözlerle özetledi: “Korkarım AB’den artık ‘endişeliyiz’ ifadelerini bile duymuyorsunuz. Bu açıkça, pek çok AB liderinin gözünde Türkiye'nin artık ciddi bir AB üyeliği adayı olarak görülmediği anlamına geliyor.”
Piri ile Avrupa Birliğinin güncel Türkiye politikasını konuştuk.
Uzun bir süre boyunca Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörlüğü yaptınız. Türkiye’nin demokrasi karnesine bugün geldiği noktadan baktığınızda, mevcut hükümeti nasıl tarif edersiniz?
2014'te ilk kez Avrupa Parlamentosu üyesi seçildiğimde Brüksel'de Türkiye ile ilgili atmosfer bugünkünden çok farklıydı. Geçtiğimiz yıllar içinde Türkiye'de demokratik standartlarda hızlı bir gerilemeye şahit olduk. İşler kötüden daha da kötüye evrildi. Gezi protestoları bana göre dönüm noktasıydı. Bunun üzerinden çok da uzun süre geçmeden PKK ile hükümet arasında Kürt sorununa barışçıl bir çözüm bulmak için yürütülen görüşmelerin çöküşünü gördük. 2016’daki darbe girişimi bir başka dönüm noktası oldu. Darbecileri kınama konusunda tüm siyasi aktörlerin ortaklaşmasına rağmen Erdoğan, darbe girişimini iktidarını daha da konsolide etmek ve tüm eleştirel sesleri iyice bastırmak için fırsat olarak değerlendirdi.
Artık yargının tamamen siyasallaştığı bir durumdayız. Olağanüstü hal kapsamındaki olağanüstü yetkiler, hukuka entegre edilmiş durumda. Parlamento denetimi zayıf. Erdoğan ve AKP, demokrasiyi daha da zayıflatmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. HDP'li belediye başkanları, milletvekilleri ve HDP üyelerine yönelik bariz baskılar da buna dahil. Siyasileştirilmiş Anayasa Mahkemesinin HDP'yi en sonunda kapatmasına yönelik atılan adımlar, sadece derinden endişe verici olmakla kalmıyor; aynı zamanda kabul edilebilir de değiller. Türk hükümeti, 6 milyon vatandaşını seslerinden mahrum etme girişimlerini durdurmalıdır.
Avrupa Konseyi üyesi Türkiye, AİHM kararlarını uygulamayı reddettiği bir noktaya nasıl ulaştı? Türkiye'deki demokratik güçlerin ve gündelik olarak baskıya maruz bırakılan Kürtlerin “diktatörce ve faşist” olarak adlandırdığı bir hükümeti siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Gerçekten de Türkiye -şimdiye kadar- Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş'ın derhal serbest bırakılması yönünde AİHM kararlarını uygulamayı açıkça reddetti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Soylu da yanıtlarında farklı değildi. Demokratik sorumlulukları hatırlatıldığında tüm otokratik hükümetlerin verdiği tepkiyi verdiler, “dış müdahale” dediler.
Erdoğan, Türkiye'nin Avrupa Konseyine üye olmayı kendisinin seçtiğini rahatlıkla unutuyor. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini onaylamayı kendisi seçti. Dolayısıyla Türkiye, mahkeme kararlarına tabi olmayı da kendisi seçti.
HDP'ye yönelik siyasi soykırımlar başladığından beri Avrupa ve AB "endişeliyiz" açıklamaları yaptı. Türkiye'nin otoriter gerilemesinde ulaştığı noktaya ilişkin AB'nin sorumluluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açık konuşayım: Türkiye'nin gerilemesinin sorumluluğu AB'ye veya Avrupa'ya değil, Türk hükümetine aittir ancak AB'nin son yıllarda olduğundan çok daha aktif olabileceği de doğru. Korkarım artık “endişeliyiz” ifadelerini bile duymuyorsunuz. Bu açıkça, pek çok AB liderinin gözünde Türkiye'nin artık ciddi bir AB üyeliği adayı olarak görülmediği anlamına geliyor. Bana göre bu, bizi Türkiye'deki demokratları savunma ve kırmızı çizgiler aşıldığında sonuç çıkarma görevimizden alıkoymuyor ve dürüst olmak gerekirse bu çizgilerin çoğu aşıldı. Batı'ya yakınlaşmakla ilgilenmeyen bir hükümetle demokratik reformları tartışmak kolay değil. Bu yüzden Avrupa, umarız yeni ABD Başkanı Joe Biden ile birlikte, Ankara'ya baskı yapmak için başka araçlar kullanır. Avrupa örneğinde en güçlü aracımız, Türkiye ile ekonomik ilişkilerimiz. Ekonomik konumumuzu jeopolitik bir araç olarak kullanmaya hazırlıklı olmalıyız ve hükümet ile vatandaşlar arasında kesin bir fark gözetmeliyiz.
AİHM'nin Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili kararının bir an önce hayata geçirilmesi çağrısında bulunarak HDP'ye destek açıklaması yaptınız. Bu açıklamadan dolayı Türkiye'deki ırkçı gruplar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve genel olarak hükümet tarafından hedef alındınız. Demokratik değerlere uyma çağrısında bulunan bir milletvekilinin bile böylesine sert bir tepkiyle karşılaşması, Kürtlerin ve demokratik güçlerin Türk hükümeti tarafından nasıl bir baskıya maruz bırakıldığının bir göstergesi olmalıdır. Türk rejiminin insan hakları ve özgürlükleri ihlallerine karşı AB'nin net bir tavırdan kaçınmasının nedeni nedir? Tüm bu gerçekler karşısında PKK neden hala terör örgütleri listesinde?
Avrupa Parlamentosu, Türk hükümetinin insan hakları ihlalleri konusunda defalarca çok net bir tavır aldı. Selahattin Demirtaş davası hakkındaki Ocak önergem de buna dahil. 27 üye devletten oluşan Konsey'in Türkiye'nin insan hakları durumuna ilişkin çok daha sert bir tutum alması gerektiğine inanıyorum.
Avrupa Parlamentosu, örgütleri AB terör listesine koyan veya çıkaran kuruluş değildir; bu güç, üye devletlere aittir. Kürt sorununa gelince bu, AB'nin gündeminin çok daha üst sıralarına taşınmalıdır. Türkiye'de gerçek bir demokrasinin kök salması için Kürt halkına eşit haklar vermenin, demokratik ve barışçıl bir çözümün bulunması gerekiyor.
AB'nin Türkiye'ye yönelik mevcut politikasının ülkeyi demokrasi çizgisine getireceğini düşünüyor musunuz? Kürt meselesinde savaşı tercih eden, HDP içinde birleşmiş tüm demokratik grupları, belediye eş başkanlarını tutuklayan ve halkın iradesini gasp eden böyle bir hükümete karşı AB'nin politikası ne olmalı? Hangi çözümü önerirsiniz?
Mevcut politikanın böyle bir şey sağlayacağını sanmıyorum ama hiçbir dış gücün Türkiye'ye demokrasi getirebileceğine de inanmıyorum. Bu, AB'nin daha fazla ses çıkarmaması ve Ankara'daki hükümete baskı yapmak için tüm enstrümanları ortaya koymaması gerektiği anlamına gelmez. Siyasi tutuklamalar devam ederse ve AİHM kararlarına saygı gösterilmezse AB, açık sözlü kalmalı ve net sonuçlar çıkarmalıdır.
Hollanda'da yayınlanan yakın tarihli bir rapora göre ülkedeki Selefi gruplar ve radikal İslamcılar Erdoğan'dan destek almış. Erdoğan yönetimi Hollanda'daki radikal İslamcıları nasıl destekliyor?
Öncelikle Ulusal Terörle Mücadele ve Güvenlik Koordinatörü tarafından hazırlanan bu rapor, sızdırılmış bir ilk taslaktı. Tamamı açıklanmamış bir belgeye derinlemesine bir yanıt vermek zor.
Birkaç ön sonuç çıkarabileceğimize inanıyorum. Erdoğan'ın Batı karşıtı söylemi, gerçekten de Hollanda ve Avrupa güvenliğini etkileyebilir. Bu kabul edilemez. Hollanda'da demokrasimize ve hukukun üstünlüğüne aykırı olan herhangi bir aşırılığa yer yok.
Özellikle Türk ve Kürt kökenli Hollanda vatandaşları için endişeliyim. Ankara'nın uzun kolundan en çok korkanlar onlar. Herkes özgürce yaşayabilmeli. Türk hükümeti tarafından Erdoğan'ı eleştiren Hollanda vatandaşlarının sindirilmesi kesinlikle kabul edilemez.
Hollanda'da yapılacak seçimlerde tekrar aday olacaksınız sanırım. İşçi Partisinin Hollanda halkına ve göçmenlere vaatleri neler? Ne tür bir seçim kampanyası yürütüyorsunuz? Kürtlere bir çağrınız var mı?
Elbette Hollanda'nın Kürt vatandaşlarına açık bir çağrım var ve bu Hollanda'nın her vatandaşı için yaptığım çağrı ile aynı: İşçi Partisine oy verin. Adil bir ekonomiye, herkes için mükemmel sağlık hizmetine, eğitimde eşit fırsatlara ve sürdürülebilir bir geleceğe ihtiyacımız var. Öte yandan benim tavsiyem üzerine parti seçim programımız da Türkiye ile ilişkilerimize dair net bir paragraf içeriyor, çünkü yeni Hollanda hükümeti Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarını desteklemeli. Türkiye'nin AB'ye katılım sürecini nihayet resmen askıya almak için baskı uygulamalıyız. Türkiye kadına yönelik şiddetle mücadele için İstanbul Sözleşmesi'ni tam anlamıyla uygulamalı.
Bunun ötesine de geçmemiz gerekiyor. Kürt sorunu gibi baskı altındaki azınlıklar için barışçıl bir çözüm AB gündeminin en üstüne taşınmalıdır. Hollanda hükümeti, Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması için Türkiye'ye büyük baskı uygulamalı. HDP ile yakın bağlarımızı da sürdürüyoruz.
Kopenhag Kriterleri hala geçerli mi, yoksa Kopenhag Kriterlerinden makyavelci pragmatizme mi geçiliyor? Eğer ikincisi doğruysa, AB'nin hala bir geleceği var mı?
AB katılım kriterleri her zaman net olmuştur ve geçen yıl gözden geçirilmiş genişleme metodolojisinin tanıtılmasıyla bunlar daha da açıklığa kavuştu. Bu yeni yaklaşım, demokrasiyi, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü AB genişleme sürecinin mutlak merkezine yerleştiriyor. Bu, AB'nin genişleme yaklaşımını daha az pragmatik yapmaz. Ne münasebet. Geçtiğimiz on yıl içinde, Erdoğan'ın iyi bir dostu olan Macaristan'ın Viktor Orban gibi liderlerinin demokratik ilkeleri tam anlamıyla küçümsediğini gördük. Bunun Avrupa Birliğinin güvenilirliği ve yaşayabilirliği açısından büyük sonuçları vardır. Avrupa Birliğine katılmak isteyen ülkelere yaklaşımımızda son derece net olmalıyız. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları, Avrupa projesinin tam merkezidir ve Avrupa Birliğinin temellerine yönelik herhangi bir saldırıya müsamaha göstermeyeceğiz.
AB'nin Türkiye ile katılım müzakerelerini askıya almasını tam olarak Kopenhag Kriterleri temelinde tavsiye ettim ve Avrupa Komisyonu da bu değerlendirmeyi paylaşıyor. İnsan hakları ve temel özgürlükler kötüleşmeye devam ediyor. Baskıdan azade olmak konusunda ciddi gerileme sürüyor ve Türkiye'nin dış politikası giderek AB önceliklerine ters düşüyor. AB net bir tavır almalıdır. Aynı zamanda demokratik bir Türkiye için kapının her zaman ardına kadar açık kaldığını da açıkça ortaya koymalıdır.
İki yıl önce Hollanda devletinin 2015-2018 yılları arasında Suriye'deki silahlı grupları desteklediğini gösteren belgeler sızdırılmıştı. Alt Meclis kararı alırken Başbakan Rutte, bu Hollanda desteğiyle ilgili bağımsız soruşturmayı kasıtlı olarak durdurdu. Demokratik bir ülkede böyle bir karar, bir başbakan tarafından nasıl engellenebilir? Parlamento bu konuya ve Başbakan'ın tavrına nasıl yaklaşıyor? Başbakanın engelleme girişimine rağmen bağımsız bir araştırma yapılacak mı?
2015 ve 2018 arasında Hollanda hükümeti, daha sonra ılımlı olduğu düşünülen 22 gruba öldürücü olmayan yardım sağladı. Açık konuşayım: Hiç silah içermiyordu bu yardım. Hükümetin amacı, Esad'ın kendi halkını öldürmesinin durdurulmasını sağlamaktı. Hollanda Parlamentosu, seçimlerden sonra başlayacak bu davayla ilgili bir soruşturma başlattı. Bundan ne çıkacak göreceğiz.
‘Erdoğan, Türkiye’deki herkese karşı’
Türkiye yanlısı gruplardan tehditler alıyor musunuz?
Twitter’da bana verilen yanıtlara bakmayı bırakmamın bir nedeni var, o da bu. Daha çok ilgilendiğim şey, web siteme ve partim olan Hollanda İşçi Partisine (PvdA) yönelik DDoS saldırılarıdır. Saldırıların sorumluluğunu hükümet yanlısı bir Twitter hesabı üstlendi. Bu, demokratik eleştiriyi susturmaya yönelik açık bir girişimdir ve kesinlikle kabul edilemez ama önemli bir ayrım yapmak istiyorum: Bu gruplar “Türk yanlısı” değiller, mevcut hükümetin yanındalar. Bu hükümetin kendisi, Türk karşıtı olarak tanımlanabilecek bir hükümet. Erdoğan'ın politikaları Türkiye halkına fayda sağlamıyor; sadece Erdoğan'a, AKP'ye ve yakın çevresine fayda sağlıyor. Türk yanlısı olmak, Türkiye'de yaşayan tüm insanların haklarını savunmak demektir. İster Ankara'da, ister İstanbul'da, ister Diyarbakır'da olsun. Erdoğan bunun yerine böl ve yönet taktikleriyle yönetiyor, AKP iktidarı için Türkiye vatandaşlarının haklarını kasten feda ediyor. Bu fazla uzun sürmez.