Kıbrıs'ta göçmen pazarlığı

Dosya Haberleri —

Mülteci kampı / Kıbrıs

Mülteci kampı / Kıbrıs

Dosya: Avrupa'da mülteci intiharları ve ırkçılık-4

  • Kıbrıs Cumhuriyeti'nde son dönemde artan göç, özellikle Lübnan üzerinden deniz yoluyla gelen mültecilerin sayısında belirgin bir artış yaşanıyor. Bu süreçte hükümetin sert önlemleri, AB işbirliği kapsamında ilgili ülkelerle yapılan anlaşmalar ve mültecilere dayatılan insanlık dışı koşullar ise insan hakları örgütlerinin sert eleştirilerine neden oluyor. 
  • Kıbrıs ve Avrupa Komisyonu Başkanları ile Lübnan hükümeti arasında yapılan anlaşma sonucu AB Lübnan'a 1 milyar Euro’luk yardım paketi açıkladı. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü mültecilerin geri dönüşleri için yapılan yardım programının Suriye içindeki sözde 'güvenli bölgeleri’ genişletme hedefi taşıdığını dile getirerek eleştiriyor. 
  • Emekçi Halkın İlerici Partisi’nde (AKEL) göç politikalarından sorumlu olan Marina Savva, "Geri göndermeler uluslararası hukuk, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı tarafından yasaklanmıştır ve Kıbrıs Cumhuriyeti, uluslararası hukuka ve Avrupa hukukuna saygı göstermeli ve riayet etmelidir" dedi.

MERWAN AMED

2024 yılı Ocak ayından Mayıs ayına kadar Lübnan’dan deniz yoluyla Kıbrıs’a gelen göçmenlerin sayısı dört bini geçti. Bu durum bir ada ülkesi olan Kıbrıs açısından bir krize dönüştü. Bir milyonun biraz üzerinde bir nüfusa sahip olan Kıbrıs için bu rakam çok yüksek ve hükümet harekete geçerek peş peşe İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olmak üzere Lübnan’a resmi ziyaretler gerçekleştirdi. 

Tarihsel olarak Avrupa, Asya ve Afrika’yı birleştiren ve Akdeniz’in güneydoğusunda önemli bir noktada yer alan Kıbrıs Cumhuriyeti, son dönemde aldığı yoğun göç ve hükümetin buna dönük politikalarıyla gündemdeki yerini koruyor. Kıbrıs Cumhuriyeti, mülteci ve göç konusunda çalkantılı bir tarihe sahip. Bu açıdan güncel göç sorunu ve buna yönelik alınan kimi kararlara geçmeden önce çalkantılı olan bu tarihe bakmakta fayda var. Kıbrıs’a sığınma ve göç, 1950’lerde özellikle Rumlar ve Türkler arasındaki siyasal, sosyal ve etnik çatışmalar sonucu başladı. Daha sonra Türk devletinin 1974’te “Kıbrıs Barış Harekâtı” adı altında yapmış olduğu işgal ve katliam saldırılarının ardından Ada Cumhuriyeti fiilen bölündü, tel örgülerle çevrili bir sınır bölgesine haline geldi. 

 

Emekçi Halkın İlerici Partisi’nde (AKEL) göç politikalarından sorumlu Marina Savva

 

Yılda on bin göçmen

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolü altında olan adanın güney kısmı, turizm ve hizmetler temelinde etkileyici bir gelişme gösterdiğinden buraya dönük göçün niteliği de değişmeye başladı. 1990’lı yıllarda Kıbrıs Cumhuriyeti, iş gücü eksikliği nedeniyle göçmen ihraç eden bir yer olmaktan çıkmış gibi gözükse de 2004’te Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasıyla birlikte göç artışı kendini yeniden göstermeye başladı. AB üyeliği öncesinde resmi kayıtlara göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nde mülteci statüsüne sahip yalnızca 454 kişi varken, AB üyeliğinden sonra neredeyse yılda on bin göç almaya başladı. 

Yapılan araştırmalara göre, menşe ülkelerden Kıbrıs’a iltica edenlerin büyük kısmını Suriye, Gürcistan ve Hindistan’dan gelenler oluşturuyor. Sırasıyla takip eden ülkeler ise; Bangladeş, Kamerun, Pakistan, Vietnam, Mısır, Nijerya ve Pakistan. İltica talebinde bulunanların giriş güzergahı ve biçimine bakıldığında ise, büyük çoğunluğunun Türkiye üzerinden geldiği ve 'yeşil hat' diye tabir edilen alandan geçerek iltica ettiği görülüyor. Yeşil hat, ülkeyi bir uçtan diğer uca ayıran bir bölünme hattı. Bu bölge özellikle göç, serbest dolaşım ve iltica bakımından kendine özgü ve muğlak bir rejime sahip. Bu hat normal bir sınır olarak değil; ‘sınır belirtisi’, ‘yumuşak sınır’ ya da ‘sınır hattı’ olarak adlandırılıyor. Burada önemli ölçüde askerileşmiş bir ateşkes rejimi söz konusu. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 3’ünü kaplayan, geçiş ve kontrol noktası işlevi gören bu bölgelerde barikatlar, dikenli teller ve hatta mayınlar dahi bulunuyor. Yeşil hat, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından ‘barışı koruma görevini yerine getirmesi’ için Birleşmiş Milletler'e (BM) tahsis edildi. 

Kıbrıs’a göçün yönü değişti

Kıbrıs Cumhuriyeti’ne okul, gezi ve iş anlaşmaları üzerinden iltica talep edenlerin sayısı ise hayli yüksek. 2002 ile 2019 yılları arasında adaya iltica talep edenlerin sayısı yıllık ortalama 2 ila 3 bin arasındayken 2021 yılında sadece bir yıl içinde yaklaşık 21 bin 565 kişi iltica talebinde bulundu. 2020 yılının başlangıcına kadar deniz yoluyla gelenlerin sayısı az olsa da son üç-dört yıl içerisinde artış gösterdi.

2004’te Kıbrıs’ın AB üyeliği ve Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşının fitillenmesi birçok insanın yerinden edilmesini, toprağından kopmasını veya koparılmasını da beraberinde getirdi. Buna paralel olarak Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşlarıyla birlikte Avrupa’ya -ki büyük çoğunluğu deniz yoluyla- milyonlarca göç yaşandı. Yaşanan savaşların dalgasıyla göçün yönü güneye olduğu kadar doğuya da çevrildi. Özellikle Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve Lübnan’da büyük bir göç dalgası başladı. 

Kıbrıs’a yaşanan göçün geliş güzergahlarını ana hatlarıyla belirlemeye çalışırsak, geçen yıl bu hattın tamamen değiştiğini söyleyebiliriz. Çünkü Ada Cumhuriyeti’ne gelenlerin güzergahları genellikle Türkiye ve Türkiye tarafından işgal edilen topraklar olsa da, geçtiğimiz yıl Lübnan üzerinden deniz yolu kullanılarak ülkeye gelenlerin sayısı on kat arttı. Öyle ki 2024 yılı ocak ayından mayıs ayına kadar Lübnan’dan deniz yoluyla Kıbrıs’a gelenlerin sayısı bir anda dört bini geçti. Bu oran, ocak ayında 778 varışla başladı, şubat ayında bin 26 varışla sıçrama yaptı, mart ayında bin 177’ye çıktı ve nisan ayında ise bin 123 ile zirveye ulaştı.

AB-Lübnan anlaşması tepki çekti

Hızla artan göç, Kıbrıs açısından bir krize dönüştü. Kıbrıs hükümeti harekete geçerek, İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı ve üst düzey yöneticiler Lübnan’a peş peşe resmi ziyaretler gerçekleştirdi. Yapılan bu görüşmelere Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen de dahil olarak Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulidis ile birlikte Lübnan’da temaslarda bulundu. Gerek Lübnan'daki göç sorununun çözümünde Avrupa'nın desteğini sağlamak, gerekse iç çevrelerin eylemlerini engellemek için Lübnan ile işbirliği sağlamaya çalışan bu görüşmeler beraberinde kimi anlaşmaları da getirdi. Kıbrıs ve Avrupa Komisyonu Başkanları, Lübnan hükümetiyle bir toplantı gerçekleştirerek AB’nin Lübnan için hazırladığı 1 milyar Euro’luk yardım paketini açıkladı. Söz konusu rakamın dörtte üçüyle Lübnan’da mülteci nüfusunun ihtiyaçlarının karşılanması, dörtte biriyle ise Lübnan Silahlı Kuvvetleri’ne sınır yönetimi için ekipman ve eğitim sağlamasının amaçlandığı bildirildi. 

Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve diğer imzacılar 2 Nisan’da yaptıkları ortak açıklamayla anlaşmayı eleştirdiler. Ortak açıklamada kurumlar, mültecilerin geri dönüşlerini teşvik etmek için yapılan geri dönüş yardım programının Suriye içindeki sözde 'güvenli bölgeleri’ genişletme hedefi taşıdığını dile getirerek, AB ve Lübnan'ın bu anlaşmayla, geri göndermeme ilkesinin ihlaline ortak olma riski taşıdıklarını belirttiler. Konuya ilişkin hazırlanan raporlar, anlaşmanın Lübnan içinde eleştirilere yol açtığını ve AB'nin istenmeyen Suriyeli vatandaşları tutması için Lübnan'a para ödediği iddialarının ortaya atıldığını da göstermektedir. 

Tüm bu gelişmeler karşısında bir açıklama da İnsan Hakları Erişim Merkezi (ACHR), Uluslararası Af Örgütü, Lübnan İnsan Hakları Merkezi (CLDH), EURO Med Hakları, İnsan Hakları İzleme örgütü, Sulh ve Suriye İnsan Hakları Ağı’ndan geldi. Yapılan ortak basın açıklamasında, “Bu anlaşma, AB tarafından müzakere edilen, üçüncü dünya ülkelerinin sınır kontrolüne yardım sağlamayı amaçlayan ve güvenlik arayan kişiler için sorumluluktan feragat etmeyi temel alan bir dizi göç işbirliği anlaşmasının sonuncusudur. Bu anlaşmalar bireyleri insan hakları ihlallerine maruz bırakır, sığınma korumasını aşındırır ve uluslararası koruma sistemini bir bütün olarak zayıflatır. Bu anlaşmalar, AB ve ortak ülkelerde kamu, parlamento ve yargı denetiminden kaçınır ve AB’nin insan hakları ihlallerine ortak olmamasını sağlamak için yeterli izleme ve denetim mekanizmalarından yoksundur” denilerek yapılan anlaşmaya tepki gösterildi.

 

 

Göçmenlerin ölüm yolu

Diğer yandan Kıbrıs hükümeti, Lübnan’dan gelen göçü durdurmayı amaçlayan sert kararlar almaya başladı. İlk olarak 14 Nisan tarihinde Suriyeli iltica başvurularının incelenmesinin askıya alındığını duyurdu. İncelenmenin askıya alınması 21 ay sürecek olup, bu süre zarfında iltica talebinde bulunan Suriyeli mülteciler kabul merkezlerinde bekletilecek ve herhangi bir yardım alma hakkına sahip olmadan ülkelerine geri gönderilecek. Burada Lübnan’dan Kıbrıs’a bot, tekne ve deniz araçları ile gelen göçmenlerin ‘ölüm yolundan’ geçtiğini belirtmemiz gerekiyor. En son Nisan 2024 tarihinde Lübnan’dan Kıbrıs’a gelen bir mültecinin gazetemize verdiği bilgilerde yaşanan durum çok daha net görülüyor. 29 gün boyunca aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 35 kişiyle küçük bir tekneyle şans eseri Kıbrıs’a ulaştığını söyleyen mülteci, “Lübnan’da olan kaçakçıların tümü Lübnan hükümeti ve Lübnan istihbaratıyla anlaşmalı. Çünkü Lübnan askeri, geçtiğimiz tüm askeri kontrollerde geçmemiz için yol verdi. Hiçbir kontrol noktasında durdurulmadık” diyor. Verdikleri binlerce Euro para karşılığında kendilerini ölüme yolladıklarını söyleyen mülteci, “Bindiğimiz teknede anlaştığımız kaçakçılardan hiçbiri yoktu. Kaçakçılar aramızdan iki kişiyi tekneyi kullanmaları için seçti ve doğru olup olmadığını bilmediğimiz hayali bir harita göstererek yola çıkmamızı söylediler. Haritanın bizi nereye götürdüğü belli değildi ve tekneye ilk kez binen kişilerin kaptanlığında ölüme yolculuk yaptık. 29 gün süren deniz yolculuğumuzda kaçakçıların verdiği haritaya göre gelmiş olsaydık bugün Kıbrıs’ta olmayacaktık. Ben telefon üzerinden internete ihtiyaç duyulmayan bir pusula indirdim ve indirdiğim pusula programıyla Kıbrıs’ın Larnaka kentine yaklaştık. Son gün teknenin direksiyonu kırıldı ve artık şans eseri denizde duruyorduk. Kıbrıs’a yaklaşınca Kıbrıs Deniz Kuvvetleri tekneye yaklaşıp bizi aldı ve günler sonra karaya adım atmış olduk” diye anlatıyor. 

Ne yazık ki Kıbrıs’a deniz yoluyla gelenlerin hepsi bu kadar şanslı değil. Alınan bu sert ‘tedbirler’ ve pushback (geri gönderme) kararı birçok ihlali de beraberinde getirdi. Zira yılbaşından bu yana adanın kıyısına çok sayıda cenaze ulaştı. Birçoğu teşhis dahi edilemedi. Bazı cenazelerin ancak giysilerinden Suriyeli oldukları tespit edilebildi. Kıbrıs hükümeti tarafından alınan pushback kararıyla birlikte adaya gelen dört geminin geri gönderilmesinden sonra gönderilen gemilerin akıbeti hala bilinmezliğini koruyor. 

Kıbrıs uluslararası hukuka uymalı

Kıbrıs hükümeti tarafından alınan pushback kararı birçok siyasi çevre ve insan hakları örgütü tarafından da sert eleştirilere maruz kaldı. Kıbrıs parlamentosunda güçlü sandalye sayısına sahip olan Emekçi Halkın İlerici Partisi’nde (AKEL) göç politikalarından sorumlu olan Marina Savva, hükümetin puchback kararına ilişkin değerlendirmelerini gazetemizle paylaştı. Pushback kararına tepki gösteren Savva, “Geri göndermeler uluslararası hukuk, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı tarafından yasaklanmıştır ve Kıbrıs Cumhuriyeti, uluslararası hukuka ve Avrupa hukukuna saygı göstermeli ve riayet etmelidir” ifadelerini kullandı. 

Marina Savva, iltica talebinde bulunan mültecilerin yaşadığı sorunlara da dikkat çekerek, “Temel sıkıntı, başvuruların işleme alınmasındaki gecikmedir; bu da başvuruların birikmesine yol açıyor. Buna ek olarak, altyapı ve konut sorunu da var. Konut sorunu Kıbrıs toplumunu bir bütün olarak ilgilendiren bir sorun. Ne yazık ki Kıbrıs devleti bu sorunu çözmek için çok az şey yaptı. İltica başvurularının işleme alınmasını hızlandırmak için çaba gösterilse de göç politikasının, başvuruları işleme almakla sınırlı kalmaması, haklara erişim ve kapsayıcılık alanlarını da kapsaması gerekiyor” dedi. 

 

 

Kamplarda yoğun hak ihlalleri

Kıbrıs’ta bulunan mülteci kamplarında yaşanan insanlık dışı uygulamalar da başlı başına ele alınması gereken bir durum. Özellikle Pournara, Menogia ve Kofinou mülteci kamplarında çok yoğun hak ihlalleri yaşanıyor. İhlallerle gündemden düşmeyen Pournara mülteci kampında, şiddet, taciz, tecavüz, uyuşturucu ticareti olduğu kadar sağlık, beslenme, barınma ve insani yaşam koşullarına uzak düşen uygulamalar da hakim. Öyle ki bu kamp, CPT’nin de yakından takip ettiği bir mülteci kampı. Kamp, yaşam koşullarının zorluğundan kaynaklı defalarca mülteciler tarafından düzenlenen büyük protestolara sahne oldu. Yaşanan bu protestolarda birçok mülteci yaşamını yitirdi. 2024 yılı içerisinde CPT’nin Kıbrıs’a dair açıklamış olduğu raporda Pournara kampı özel bir bölümde ele alındı. CPT kendi raporunda Pournara kampını, “Pournara Merkezi, 2018’de kayıt ve kabul merkezi olarak faaliyete geçmesinden bu yana ilk kez ziyaret edildi. Ziyaret sırasında merkez, 2 bin nominal kapasiteyle (500’ü ana kampta prefabrik birimlerde (plastik konaklama konteynerleri) ve bin 500’ü çevre ve tampon bölgelerdeki çadırlarda) yaklaşık bin 300 yabancı uyrukluyu barındırıyordu. Merkez, bir ana kamp, beş karantina bölgesi (artık karantina amacıyla kullanılmayan), savunmasız kişiler için dört ‘güvenli bölge’ ve çevrede yer alan bir tampon bölgede” olarak tanımlarken genel olarak, “Pournara’ya yerleştirmenin keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelebileceğini” vurguladı.

CPT raporunun sonuçlarını sorduğumuz Marina Savva, rapora dair cevap vermekten kaçınsa da “Belirttiğim gibi, eksiklikler çok ve mevcut boşlukları gideren, insan haklarına ve Avrupa ve uluslararası sözleşmelere saygılı bir şekilde tasarlanmış kapsamlı bir göç politikası geliştirilmesine ihtiyaç var” açıklamasında bulundu. 

Yeni sorunlar ve hak ihlalleri 

Sonuç olarak, Kıbrıs’a yaşanan bu yoğun göç dalgası her gün bir yeni sorun ve hak ihlalini de beraberinde getiriyor. Kıbrıs hükümeti başta olmak üzere birçok siyasi partinin de göç sorununa yönelik somut bir çözüm önerisi ve politikasının olmadığını söylemek abartılı olmaz. Zira yapılan tüm değerlendirmeler ve hatta karşı görüş olarak yapılan eleştiriler, tamamen ekonomi odaklı. Oysa her gün göç yolunda yüzlerce insan ölüyor, denizlerde kayboluyor ve onlarcası yaşam koşullarına güç getirememekten kaynaklı intihar ediyor. Dolayısıyla göç veya mülteci sorunu, yalnızca ekonomik ele alınabilecek bir konu olmadığından çözümü de yalnızca ekonomi ile olmayacaktır. 

BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.