Sakine burada olsaydı...

Kadın Haberleri —

Mevlüde Acar

Mevlüde Acar

  • TJA konferansına katılan Sakine Cansız’ın cezaevi arkadaşı, yoldaşı Mevlüde Acar, “Bu salonda herkese sadece gülümseyip o kürsüden inmesini çok isterdim. Bu kadar kadınla birlikte olmaktan, verdiğimiz emeklerin boşa gitmediğini görmekten çok mutlu olurdu” diyor.

“Kendimiz için ya da birbirimiz için değil, bir ülke, dünya için, bütün insanlık için bir yola çıkmıştık. Her şeyi göze alarak yola çıkmıştık” diyor Mevlüde Acar. Henüz 24 yaşında gözaltına alınıp ağır işkenceler görmesine rağmen kadınların ‘yaralarını iyileştirdiğini’ söylüyor.

Mevlüde Acar, Kurdistan’da devlet şiddetinin kol gezdiği, Kürtlere dair her şeyin yol edilmeye çalışıldığı 1980’li yıllardan bugüne kadar mücadelesinden vazgeçmedi. İlk kez 2 Nisan 1984 yılında 24 yaşındayken gözaltına alındı, 4 buçuk ay sonra 15 Ağustos 1984’te mahkemeye çıkarıldı. Mahkemeye çıkarıldığında ise kendisine hiçbir şey sorulmadan ‘tutuklusun’ denildi.

4 buçuk ay işkence

Jinnews’ten Gülistan Gülmüş’e konuşan Acar, cezaevinde gördüğü işkenceyi şöyle anlatıyor: “Bana 4 buçuk ay işkence yaptılar. Sistemi fikren değiştirmek konusunda düşüncelerim vardı ama fiilen hiçbir şey yapmamıştım. O sistem içinde cezalandırılmam için ellerinde cezayı gerektiren hiçbir kanıt ve bilgi yoktu. Birkaç kişiyi getirdiler tanık gösterdiler. Hiçbiri beni tanıdığını söylemedi. Söyleyenleri de zorla söylettiler. Gözümün önünde onlara işkence yaptılar. 4 buçuk aydan sonra beni cezaevine getirdiler. Birkaç gün yine gözaltında tuttular. İlk olarak Sivas’ta kaldım. Sonra Mardin ekibi geldi, beni aldılar. Mardin çarşı karakoluna getirdiler, ifademi aldılar. Ondan sonra gözlerimi bağlayıp beni Mardin Jandarma Tugayı’na götürdüler. Haziran başına kadar orda bana bir sürü işkence yaptılar, elimi kolumu bağladılar, dövdüler, copladılar, hepsini uyguladılar.”

 

 

Sara: Direnelim, seni vermeyelim!

Acar, Mardin’de bir süre kaldıktan sonra 1985 yılının Haziran ayı başlarında Diyarbakır Cezaevi’ne getirildi. Burada PKK kurucularından Sakine Cansız’la (Sara) tanışan Acar, Kurdoğlu’na sürgün edilişini ve Şehit Sara’nın duruşunu anımsıyor:

“Diyarbakır’da gözaltı kadın koğuşunun altında bir oda vardı, beni 20 Haziran’a kadar orada tuttular. 20 Haziran’dan sonra tekrar beni sorguya çağırdılar. Ondan sonra Kurdoğlu’na götürdüler. Kurdoğlu’nun o zamanlar nasıl bir yer olduğunu herkes biliyor. Musa Anter’in dediği gibi Newala Qesaban, Kurdoğlu, Cehennem Deresi, gidip de sağ gelmeyenlerin yeri. Zaten ben ikinci kez götürülürken cezaevlerindeki kadın arkadaşlar yanımdaydı ve hepsi bana oraya gideceğim diye bir cenazeye bakar gibi bakıyorlardı. Sağ geleceğime kimse ihtimal veremiyordu. Hatta Sakine arkadaş bana dedi ki, ‘Seni vermeyelim, koğuşça direnelim, hatta bütün cezaevi direnelim. Seni vermeyelim çünkü oraya gidenler sağ gelmiyor.’ Düşündüm, cezaevlerinde ölüm orucu yeni sonlanmıştı, birkaç ay olmuştu. Şiddet, dayak, fiziki işkence yeni durmuştu. Sadece birkaç uygulama kalmıştı. Ben o arda yeniden bir direniş başlarsa tekrar eskiye dönülebilir ihtimalini düşündüm ve arkadaşlar yıllarca o acıyı çekmişler tekrardan onlara böyle bir acı yaşatılmasın diye ‘Hayır, herkesin böyle bir riske girmesi doğru olmaz. Bedeli neyse ben ödeyeceğim’ dedim. Tekrar gittim, 20 Haziran’dan Ağustos’un 20’sine kadar her türlü işkenceyi, Mardin’in iki katı işkenceyi gördüm.”

Çoklu işkence

O süre boyunca hem kendisine hem de başka tutsaklara yapılan işkencenin kendisine izletildiğini kaydeden Acar, “20 Ağustos’a kadar bütün işkence izleri bitene kadar beni orada tuttular.  Ondan sonra beni cezaevine getirdiler. Direkt kadın koğuşuna verdiler. Sakine ile de o dönemlerde tanıştım. Mahkeme bana 16 yıl ceza verdi. Hatırlamadığım bir nedenden dolayı indirim yaptılar ve cezam 13 yıl 4 aya indirildi. Daha sonra infaz yasasında bir değişiklik oldu, 8 yıl yatmam gerekiyordu. Bu süre 6 yıla düştü ve ben 6 yıl boyunca tutuklu kaldım, ceza almadım. 29 Ekim 1988’e kadar 5 Nolu diye tanımladığımız Diyarbakır Cezaevi’ndeydik” diyor.

 

 

Çenesini bükerek ayırmış….

“Onu ilk gördüğümde yüzünde bir eğrilik vardı ve tepeden tırnağa o kadar kusursuz bir görüntüsü olan birinin yüzünde çenesi neden eğri diye düşünüyordum” diyen Acar, Şehit Sara’yı ilk görüşünü ve aynı koğuşta kalmaya başladığı süreci anlatıyor:

“Esat Oktay, çenesini bükerek ayırmış. O zaman cezaevinde 2-3 tane hemşire vardı.  Onlar kendi yöntemleriyle düzeltmişler çenesini ama her ne kadar düzelttilerse de o eğrilik hala duruyordu. Çok sıcak, samimi bir insandı.  Söylediğiyle yaptığı aynıydı, çok hassastı. Her şeye duyarlıydı. Her şeyden bir tahmin çıkarırdı. Çok tavizsizdi. Çok doğal karşılanması gereken ihtiyaçlarımızı bile karşılamıyorlardı. Ben, ‘Bunları isteyelim’ dediğimde, ‘Sistemin adamlarından biz bunları neden isteyelim’ diyordu. Yine de ‘Biz isteyelim, vermeyenler onlar olsun’ diyordum. Yaklaşık 10 maddelik dilek talebi yazdık. Ben bitkileri çok seviyordum. Ziyaret için gelen bazı arkadaşlar çiçek getirmişlerdi.  Çiçekleri alıp daha uzun yaşaması için suya koyardım. Bir tanesi suyun içinde kökleşti. Ekeceğimiz toprak olmadığından kantinden getirdiğimiz soğanların köklerinde kalmış toprakları ve bazen de çay atıklarını alıp o çiçeğe bir saksı yaptım. Sakine benim bu uğraşımı görünce, ‘Gel toprak da isteyelim’ dedi. Bize toprak de getirdiler. Bir sürü çiçek ektim.

4 kişiydiler, çok şey değiştirdiler

Her zaman dayanışma içerisindeydi. Çünkü cezaevi tecrübesi benden çok fazlaydı. Siyasi olarak da ilk kadın çalışmalarını yapan insanlardan biriydi. Onun seçimleri bana her zaman doğru gelen seçimlerdi. Her insana sıcaktı, her insanın sorunlarıyla ilgilenirdi. Her insanın kafasını açacak çözümleri üretecek, kucaklayacak, kadın gardiyanlara bile yakınlık gösteren, samimi olabilen bir insandı. Bu anlamıyla da her konuda neredeyse hemfikirdik. Biz başlarken çok azdık. Cezaevinde de uzun yıllar 4 kişi kaldık. Tabii az olmamız yaratılan etkinin, varılan sonucunun yetersiz olduğu, zayıf olduğu anlamına gelmiyor. Az olmamıza rağmen çok şey değiştiren direnişlerin başladığı yerdeydik ve o şeyin sonuçlarını, halka yansımalarına her şart altında duyuyor, seviniyorduk, gururlanıyorduk.”

Sara kuş olup sahneye konsaydı

Mevlüde Acar, Tevgera Jinên Azad’ın (TJA), “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasal Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak” şiarıyla 13-14 Ocak tarihlerinde düzenlediği konferansa katıldığında ise en çok Şehit Sara’nın sahnede ve buradaki güçlü kadınlarla olabilmesini istiyor.

“Bu salonda olmasını, bu kadar güçlü kadınla birlikte olmasını, herkese sadece gülümseyip o kürsüden inmesini çok isterdim. Çok gurur duyardı bu kadar kadınla birlikte olmaktan, verdiğimiz emeklerin boşa gitmediğini görmekten çok mutlu olurdu. O yüzden onu orada görmek istedim. Bu kadınların ülkeyi yönetecek güce sahip olduklarını, ülkeyi ve dünyayı yönetecek yetkinlikleri olduğunu fark ettim ve bu kadınları burada bir arada görmekten gurur duyduğumu söylemeye çalıştım, ‘Yaralarımı iyileştiriyorlar’ dedim. İşkenceyi, zulmü, ölümü görüp buraya gelebilenlerden, o fotoğraflardaki arkadaşlardan bir tek ben varım…”

Kutu

Mevlüde Acar kimdir?

1960 yılında Sivas’ın Söğütçük köyünde dünyaya gelen Mevlüde Acar, lise yıllarında Kürt kimliğiyle tanışır, mücadelesine başlar. Bir ihbarla gözaltına alınır ve sonrasında tutuklanır. Cezaevinden çıktıktan sonra memleketi Sivas'a gider fakat sürekli baskı ve gözaltılar nedeniyle İstanbul’a geçer.

Yıllarca kaçak yaşamak zorunda kalır ve en son 1998 yılında hakkında beraat kararı verilir. Acar, yıllar sonra yeniden döndüğü Sivas’ta Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 2015 yılında Sivas milletvekili adayı olur. AMED

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.