Tarih ve hafıza
Hicri İZGÖREN yazdı —
- Unutturmak hükmedenin tuzağıdır bir bakıma. Zalim, hafızayı körelterek uzun zaman zulüm edebilir ancak. O halde zulme uğrayan unutmamalı. Daima hatırlamalı. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşmek zorundadır.
Yaz mevsimi sanki katliamlar mevsimidir bu coğrafyada.Tarihin tozlu sayfalarında kayıtlara geçen katliamların çoğu değişik yılların yaz mevsiminde yaşandı. Zilan Katliamı, 33 kurşun olarak da bilinen Muğlalı Olayı ve Dersim Katliamı…
Zilan Deresi Katliamı (Komkıjiya Geliyê Zîlan) olarak bilinen katliam 1930 yılında yaşandı.
Ağrı’da baş gösteren isyana destek verdiği gerekçe gösterilerek Erciş’in Zilan mıntıkasında çoğu kadın ve çocuk olmak üzere binlerce vatandaş vadi ve dere boylarında katledildi.
1943 yazında Van-Özalp’ta 33 köylünün kurşuna dizildiği ‘Muğlalı Olayı’ da bu vahşetlerden biridir. Muğlalı olayı veya Kürtçe adıyla ‘Geliyê Sefo’, 1943 yılı yazında Van’ın Özalp ilçesinde, 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiası ve 3. Ordu komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmesi olayıdır.
Ayrıca Dersim Katliamı’nın en acı günleri 1938 Ağustos’unda ‘Üçüncü Dersim Harekâtı’ adı altında yaşandı. Resmi verilere göre; 13 bin 160 kişinin öldürüldüğü, 11 bin 818 kişinin sürgün edildiği askeri harekat, 1938’in sonuna kadar sürdü. Binlerce sivilin hayatını kaybettiği, binlerce insanın sürgün edildiği, yüzlerce köyün boşaltılıp yakıldığı, yüzlerce kız çocuğunun kaybedildiği katliamın sonunda Seyit Rıza ve oğlunun da aralarında olduğu Dersim’in önde gelen aşiret liderleri idam edildi.
Birçok katliam gibi Dersim katliamı da bir isyan değil, devletin yaptığı kırım, tedip ve tenkil hareketidir. Resmi söylemlerde isyan olarak adlandırılması kırımın, katliamın meşrulaştırılmasına yönelik dezenformasyondur.
***
Bu ülke, yıllarca zulmü hücrelerinde hissederek ve uygulayarak yaşadı. Onu normal bir şeymişçesine kanıksadı ve unutturmaya çalıştı.
Unutmanın arkeolojik kazısını yapan bilim; hatırda tutmanın, unutmamanın insanoğluna pek cazip gelmediğini söyler. Unutuş bir virüs gibi insanlığın hafızasındaki tüm bilgi-işlem merkezlerini bozmaktaymış. Bu durum daha çok yaşanan acılar için geçerli sanki.
Unutturmak hükmedenin tuzağıdır bir bakıma... Zalim, hafızayı körelterek uzun zaman zulüm edebilir ancak. O halde zulme uğrayan unutmamalı... Daima hatırlamalı... Bu da yetmez belki...
Evet. Tarih, bir bakıma insanlığın hafızasını elinde tutar. İyi ki tarih var, tarihin hafızası var. “Hafıza-ı beşer nisyan ile malûldür” derler. Yani insan hafızası unutmaya meyillidir. Oysa tarihin hafızası hiçbir şeyi unutmaz. Arşivlerin tozlu sayfalarında çok şey gizlidir.
Söz gelimi bir dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt)’un şu sözleri çok şey anlatır bize: “Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!” (Milliyet, 19 Eylül 1930)
***
Geçmiş inkâr edilemez. Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum oluşturmak mümkün değildir. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma iradesidir aynı zamanda.
Elbette affedilmesi gereken olaylar, kusurlar vardır. İnsan salt kendine yapılmış bir haksızlığı affedebilir ama öyle suçlar vardır ki özünde tüm insanlığa yapılmıştır.
Devlet kendine karşı yapılan bir fiili affedebilir ama başkasına karşı işlenen –hele de devletin bizzat kendisi tarafından işlenen- bir insanlık suçuysa hiç kimse, hiçbir kurum bunu affetme lüksüne sahip değildir.
Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum oluşturmak imkansızdır. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşmek zorundadır.
Geçmişle hesaplaşma, geçmişin eteğindeki taşları bir bir dökmesine tanık olma sürecidir. Bu süreç içtenlik ve ahlaki bir duruş gerektirir.