Türkiye’nin saldırıları ve cezasızlık muafiyeti

Ferda ÇETİN yazdı —

  • Türk savaş uçakları Derîk, Şengal ve Maxmur’u bombalarken BM, ABD, Irak, Rusya, Suriye ve AB, insanlığa karşı saldırı niteliğindeki bu suçlara neden ve nasıl göz yummaktadır.

Türk devleti önceki akşam Rojava’da Derîk, Güney’de Şengal dağı, Serdeşt Kampı, Gelîye Kersê, Şilo, Çilmêra ve Barê alanlarıyla Maxmur Mülteci Kampı’na yönelik eş zamanlı hava saldırıları gerçekleştirdi.

Saldırılar, Türkiye’nin himayesi ve denetimi altındaki DAİŞ çetesinin Hesekê’de yaşadığı ağır yenilgiye karşı geliştirilen saldırılardı. Nitekim saldırılardan sonra Kürt kurumları ve siyasetçileri benzer açıklamalarla bu hususa vurgu yaptılar.

Türkiye’nin Suriye ve Irak hava ve kara sahasını istediği zaman istediği gibi kullanması kendi gücü ile gerçekleşmiyor. Bu saldırılar BM, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği’nin onayı ve desteği ile gerçekleşiyor.

Türkiye’nin, sınırlarının ötesinde, başka devletlerin egemenlik haklarını ihlal ederek Kürt halkına yönelik saldırılar gerçekleştirmesi, bu onayı veren, saldırılar karşısında sessiz kalan devletleri de sorumlu ve suçlu durumuna getirmektedir. Asıl önemli ve üzerinde durulması gereken husus budur.

Türk savaş uçakları Derîk, Şengal ve Maxmur’u bombalarken BM, ABD, Irak, Rusya, Suriye ve AB, insanlığa karşı saldırı niteliğindeki bu suçlara neden ve nasıl göz yummaktadır.

Türkiye’nin Rojava, Mahmur ve Şengal’e yönelik sistematik saldırıları, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta ve "insanlığa karşı suç" tanımına girmektedir.

İnsanlığa karşı suç ifadesi, hukuki bir terim olarak ilk kez Birinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından yayımlanan bir deklarasyonda, 1915 Ermeni soykırımı ve soykırımın neden olduğu uluslararası insancıl hukuk ihlalleri için kullanılmıştır.

İnsanlığa karşı suç ilk kez, "savaş suçları" ve "barışa karşı suç" (veya bugünkü adıyla saldırı suçu) ile birlikte İkinci Dünya Savaşı sonrasında Londra Antlaşması ile kurulan Nürmberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Şartı 6. maddesinde tanımlanmıştır.

Roma Statüsü’ndeki tanıma göre, insanlığa karşı suçun işlenebilmesi için yaygın veya sistematik olması yeterlidir. 

Sistematik kavramı ise Yugoslavya ve Ruanda Mahkeme içtihatlarında tanımlanmıştır.

Bu tanıma göre, "sistematik" ifadesi, benzer fiillerin tesadüfi olarak ortaya çıkmaması, aynı bağlam içinde gerçekleşen fiillerin bir organizasyon dâhilinde belli bir model/seyir izlemesi olarak yorumlanmıştır.

Bu tanımlamalar ışığında Türkiye’nin Rojava, Mahmur ve Şengal saldırıları yaygın ve sistematik saldırı kapsamındadır.

Uluslararası bir suçun cezadan bağışık kalmamasında, uluslararası toplumun bir bütün olarak menfaati bulunduğu teamül haline gelmiştir. Bu nedenle de uluslararası suçların faillerini, bütün devletlerin yargılama hakkı bulunduğu, diğer bir deyişle,"evrensel yargı yetkisi" doğduğu kabul edilmektedir.

Birleşmiş Milletler Şartı’nın 7. Bölümü’ne dayanılarak kurulan Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri statüleri ile, 1998 tarihli Roma Antlaşması’na dayanılarak kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü, esas olarak uluslararası suçların cezadan bağışık kalmaması  amacıyla oluşturulmuşlardır.

Yani bugün Türkiye’nin dilediği gibi ve hiçbir engel ile karşılaşmadan işlediği ve insanlığa karşı suç niteliği şüphe götürmeyen bu sistemetik suçların zamanaşımına tabi olmadığı ve yargılamadan muaf tutulamayacağı, evrensel hukukun geliştirdiği bir teamüldür.

Türkiye’nin bu antlaşma ve statüleri imzalamamış olması, insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanmayacağı ve bugün  fiilen uygulanmakta olan, "uluslararası cezasızlık muafiyeti"nin ilanihaye devam edeceği anlamına gelmez.

Bugün bu muafiyeti sağlayan BM, ABD,Rusya ve AB yarın bu korumayı bozabileceği gibi, bugün sesini çıkar(a)mayan Irak ve Suriye’nin her an dava açabilme hakkı,Türkiye’yi savaş ve insanlık suçlusu sanık konumuna getirecektir.

Gerçektir ki Tayyip Erdoğan, Mevlüt Çavuşoğlu, Hulusi Akar ve Hakan Fidan, Kürtlerin başına yağdırdıkları bombaları kendi iktidarlarının harcı haline getirmek istiyorlar.

Fakat başka bir gerçek de var ki, dünyanın her yerinde ve her devrinde, diktatörler ve onların yardakçıları, bütün konforlarını, son anda sığınacakları ülkeye alacakları tek yönlü bir bilete feda etmişlerdir.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.