Uluslararası komplo ve çöktürme planı birleşti
Ferda ÇETİN yazdı —
- ABD, İngiltere, Almanya, İsrail, Yunanistan ve Rusya’nın aktif olarak içinde rol aldıkları 1998 komplosunun amacı, Kürt özgürlük mücadelesinin önderliğini teslim aldıktan sonra hareketin dağılmasını sağlamaktı. Böyle olmadı. Ne PKK dağıldı ne gerilla mücadelesi durdu ne de Kürt halkının Önderliğine ve mücadelesine bağlılığında bir zayıflama sağlanabildi.
“Eğer komplo ispatlanıyorsa hata yapılmıştır” sözü, komplonun gizli ve saklı özelliklerine vurgu yapar.
“En iyi komplo ispatlanmamış komplodur” tespiti de komplo diye adlandırılan olayın karmaşıklığını ve aydınlatılmasının zorluğunu anlatır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 9 Ekim 1998 tarihinde Şam’dan çıkarılması ile başlayan ve 15 Şubat 1999 günü Kenya’nın başkenti Nairobi’de Türk istihbarat elemanlarına teslim edilmesi ile sonuçlanan sürecin, uluslararası bir komplo olduğu şüphe götürmeyen bir gerçektir.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Kürt halkının mücadelesi ile bu komplonun aktörleri, oluş biçimi ve sonuçlarının açığa çıkarılmış olması da başka bir gerçektir.
Bu kapsamlı tasfiye planı, onlarca insanın bedenlerini ve yaşamlarını bu saldırılara kalkan etmesi sonucunda bilinir, anlaşılır ve görünür hale gelmiştir.
Bu komplo, günümüzde değişik biçim ve yöntemlerle, uluslararası niteliğini de koruyarak devam etmektedir.
1998 yılında, Kürt Halk Önderi Öcalan şahsında geliştirilen uluslararası komploda, Türk devletinin etkisiz bir gardiyanlık dışında bir rolü olmadı.
Geldiğimiz süreç itibarı ile 1998 yılında ABD öncülüğünde hazırlanan uluslararası plan ile, 30 Ekim 2014 tarihinde MGK tarafından kabul edilen “Çöktürme Planı” birleştirilerek ortak bir plana dönüştürülmüştür.
Günümüzde Kürt Halk Önderi Öcalan’a yönelik tecrit; Türkiye’nin KDP ortaklığı ile geliştirdiği ve PKK’nin tasfiyesine yönelik askeri operasyonlar, Efrîn, Serêkaniye ve Girê Spî’nin işgali, Şengal ve Maxmûr’un Türk savaş uçakları tarafından sistematik bir biçimde bombalanması hepsi bu planın parçalarıdır.
ABD, İngiltere, Almanya, İsrail, Yunanistan ve Rusya’nın aktif olarak içinde rol aldıkları 1998 komplosunun amacı, Kürt özgürlük mücadelesinin önderliğini teslim aldıktan sonra hareketin dağılmasını sağlamaktı. Böyle olmadı. Ne PKK dağıldı ne gerilla mücadelesi durdu ne de Kürt halkının Önderliğine ve mücadelesine bağlılığında bir zayıflama sağlanabildi.
Kürt özgürlük mücadelesi karşıtı tasfiye planı, bu kez Kürtler de ortaklaştırılarak sürdürülmek isteniyor. 1998 komplosundan ders çıkaran ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İsveç gibi devletler bu kez Rojava ve Başûr’daki Kürtlerle ilişkilerini PKK karşıtı plan için kullanmaktadır.
ABD ve Avrupa devletleri, Kürt halkı ile aynı koalisyon içinde El Kaide, El Nusra ve DAİŞ çetelerine karşı yürütülen savaşı “iyi ve dostane ilişki” görüntüsü ile ve açık biçimde suistimal etmektedir. Bu ilişkiyi Kürt Halk Önderi Öcalan ve PKK’ye karşı kullanmaktadırlar.
Almanya’nın Türk devleti ile ilişkileri ve Kürt düşmanlığı tescilli olduğu için anlatmaya gerek yoktur.
Fakat bu süreçte Fransa ve İsveç devletlerinin tutumu “Kürtlerle dostluk” ilişkisinin ne kadar samimiyetten uzak olduğunu da göstermektedir. Her iki devlet bir yandan Kürtlerle ‘iyi ilişkiler’ ve diyalog geliştirirken, buna paralel olarak, kendi ülkelerinde, Kürt derneklerine giden insanların oturumlarını iptal etmekte; Kürtlerin gerçekleştirdiği yasal eylem ve etkinliklere katılanların banka hesapları dondurmaktadır. Fransa ve İsveç bu gerekçeleri muhataplarına bazen sözlü bazen yazılı olarak bildirmekte; Kürtlerin, Kürt Özgürlük Hareketi ile olan doğal, meşru ve yasal ilişkilerini kriminalize etmektedirler.
Aynı güçler, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın ve PKK’nin tasfiyesi için de TC ve KDP ile kontra bir ittifak geliştirmektedir.
‘Kürtlerle iyi ilişkiler içinde olan’ büyük devletler, Rojava yönetimine, Rojava devriminde zerre kadar emeği, katkısı olmayan KDP/ENKS ile eşit paydaşlık ve ortaklık dayatmakta, şayet bu ortaklık sağlanmazsa Kuzeyden Türk saldırıları ile tehdit etmektedir.
Kısacası ABD ve Avrupa, Öcalan ve PKK ile ideolojik, siyasi, ruhsal ve duygusal bağları olan Kürt çoğunluğunun umudunu ve ümidini kırmayı; Kürt halkının ABD ve AB’nin hizmetine girmeden, kendi özgücü ve dinamikleriyle özgürleşemeyeceği inancını geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Çare ve çözüm olarak da Kürt özgürlük hareketine, ya KDP ve Barzani hanedanlığı ile birleşmeyi ya da KDP gibi düşünen, Barzaniler gibi yaşayan, onlar gibi siyaset yapan işbirlikçi bir yönetim dayatılmaktadır. Şu anda yürütülen savaş ve bu savaşa karşı verilen direniş tamamen böyle bir karakter ihtiva etmektedir.
Böylesi süreçler insanların kendilerini gizleyemedikleri ve karakterlerini tüm çıplaklığıyla ortaya döktükleri süreçlerdir.
15 Şubat 1999’un hemen sonrasında Avrupa’da ismi esamesi okunmayan, siyaset üzerinde zerre kadar etkisi olmayan kişiler gruplar ‘heyecanlanmış’, aktif siyasetle ilgisi olmayan ölüler de ‘canlanmıştı.’ Almanya’da toplantılar yapılıyor; PKK dağıldıktan sonra yapılması gerekenler üzerine tartışmalar yürütülüyordu.
Bu tırşıkçı takım yine heyecanlanmış. Kırk yıldır oturdukları yerden kalkmaya üşenen siyaset ve örgüt eskileri, Avrupa’ya yeni gelmiş ve Kürtleri yeni keşfetmiş gibi, Avrupa’daki Kürtleri birleştirme(!) gayreti içine girmişler. Her ülkede zar zor 20 kişi ile yaptıkları bu toplantıların PKK’ye karşıtlık temelinde yapıldığını kendileri de sponsorları da gayet iyi biliyor.
Kürtlükle, Kürdistan’la ve özgürlükle alakası kalmamış siyasi mevtalar, diaspora federasyonları kuruyor, birbirlerini federasyon başkanı ilan ediyor. Kurdukları federasyonlara üye derneklerin olmaması gam değil bu çevreler için. Parayı toplayacak bir tezgah olsun yeter.
Haklarını teslim etmek lazım. Bu tayfa, foyaları açığa çıkıncaya kadar devletlerden ve kurumlardan “proje” adı altında para araklama konusunda ‘uzmandır.’
Tek kişilik örgüt, dernek ve enstitüler kuracak ve yıllarca yürütecek kadar da maharetli(!) .
“İnsanların ya fiyatı ya da onuru vardır” der İmmanuel Kant.
Bunlar defolu ve en ucuz olanlardan...