10 tutsağı döverek katlettiler, cezasız kaldılar
Dosya Haberleri —
- Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nde 10 siyasi tutsağın demir çubuk ve kalaslarla dövülerek katledilmelerinin üzerinden 26 yıl geçti. Vahşice, silahsız 10 tutsağı katleden katiller, tek bir gün bile cezaevinde yatmadan 26 yıldır aramızda dolaşıyor.
YILMAZ KAYA / AMED
Tarih 24 Eylül 1996'yı gösteriyordu, E Tipi Cezaevi yakınında oturan bir kişinin 'cezaevinde isyan çıktı' şeklinde telefon açması ile cezaevi önüne gittim. Saat 14:00 sıralarıydı. İki gazeteci daha vardı orada. Dışarıdan bakılınca herhangi bir hareketlilik görünmüyordu. Görüşe gelen birkaç aile cezaevinin karşısındaki kaldırımda bekliyorlardı. Aileler, bir şeyden haberleri olmadığını, gardiyanların 'görüş yok' diyerek kendilerini dışarı çıkarttığını söylüyordu. Cezaevinin içini görebilecek yüksek bir yere çıkıp fotoğraf çekmek istedim. Emek Caddesi'ne bakan ve şu anda kapatılmış olan cezaevinin ana giriş kapısının hemen karşısında yüksek bir bina vardı. Oranın son kata çıkarak bir kapıyı çaldım ve balkondan fotoğraf çekmek için izin istedim.
Balkondan cezaevinin içi net görünüyordu. Asker ve çevik kuvvet polisleri ana giriş kapısı önündeydi. Kimisi duvar kenarına oturmuş, kimisi aracın içindeydi. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Koğuşlardan herhangi bir duman falan da yükselmiyordu. Sadece sık sık birçok koğuşun hep birlikte attığı, 'Kahrolsun işkence' sloganları yankılanıyordu. Fotoğraf çekerken nöbetçi kulesindeki bir askerin beni fark edip düdük çalması ve diğer askerlere haber vermesi ile oradan ayrılmak zorunda kaldım.
Cezaevinde katliam vardı
Emek Caddesi’ne indiğimde, polisin ileride yolu kestiğini ve kimlik kontrolü yapmaya başladığını görünce, yoldan geçen bir yolcu minibüsüne binerek oradan uzaklaştım. Benden sonra ise iki gazetecinin gözaltına alındığını öğrendim. Büroya dönünce tanıdık bazı avukatları ve İHD yöneticilerini aradım. Onların da olaylardan haberi yoktu. Cezaevi savcısı ile görüşmeye çalıştıklarını, cezaevinde sadece bir gerginliğin olduğunu söylüyorlardı. Oysa biz bilgi almaya çalışırken, cezaevinde katliam yapılıyordu. Katliamın boyutu, yaralı ve ölü tutsakların hastaneye kaldırılması ile ortaya çıkmıştı. Tutsaklara bir saate yakın süre demir çubuk ve kalaslarla saldırılmış, kafatasları parçalanmıştı. Sonraki gün, 9 tutsağın dövülerek öldürüldüğünü, birinin de Antep'e sevk edilirken yolda öldüğünü öğrendik.
Katliamın yaşandığı gün!
Katliamın ayrıntılarını daha sonra öğrendim. 24 Eylül 1996 günü saat 10:30 sıralarında ikinci posta olarak 18. ve 29. koğuşta bulunan toplam 31 PKK'li tutsak, görüş günü olduğu için aileleri ile görüşmeye giderken, ailelerin getirdiği gıda ya da giysi gibi eşyaları taşıyabilmek için yine siyasi tutsakların bulunduğu 35. koğuş mazgalından arkadaşlarından plastik leğen ve kap gibi eşyaları isteyince oraya gelen Tahsin Erkul adlı gardiyan, bunun yasak olduğunu, mazgalı kapatmalarını söyler. Oysa E Tipi Kapalı Cezaevi'nin 9 Mayıs 1988 yılında sıkıyönetiminden alınıp Adalet Bakanlığı'na devredilmesinden sonra, her ziyaret günü ailelerin getirdiği gıda ve eşyaları taşımak için diğer koğuşlardan plastik leğen ve kap istenir, bu uygulama yıllardır rutin bir şekilde devam ediyordur.
Katliamın hazırlıkları yapıldı
Mazgalı kapatmayan gardiyan ile tutsaklar arasında yaşanan tartışma üzerine diğer gardiyanlar da 35. koğuşun önüne gelir. Tartışma kısa sürede itişme-kalkışmaya dönüşünce olay yerine gelen Başgardiyan Ahmet Fethi Onat, “Bunun hesabını vereceksiniz” diyerek gardiyanlardan şebeke kapılarını kilitlemelerini söyler. 31 tutsak, C Blok'ta yer alan 4. ve 5. şebekeler arasında mahsur kalır. Buna bir anlam veremeyen tutsaklar uzun bir süre kapıları kapatılmış şebeke arasında bekletilir. Saat 11:00 sıralarında Cumhuriyet Başsavcısı ve cezaevinden sorumlu savcı bilgilendirilir. Cezaevi 1. Müdürü Mahmut Çaça, iki subay ve gardiyanlar olay yerine gelir. Cezaevi 1. Müdürü, gardiyanlara itiraz eden tutsakların dışarı çıkmasını ister. Tutsaklar da herhangi bir suç işlemediklerini, sadece eşya taşımak için 35. koğuşun mazgalını açarak arkadaşlarından yardım istediklerini belirtir. 35. koğuşta bulunan cezaevi temsilcileri, müdür ile görüşür. Eğer arkadaşlarının suç işledikleri iddia ediliyorsa savcıya ifade vermeye hazır olduklarını, olayın büyümesini istemediklerini, görüşe gitmelerine izin verilmeyecekse tek tek koğuşlarına gitmelerine izin verilmesini ister. Ancak bu talep kabul edilmez.
'Kahrolsun işkence'
O sırada bir tutsak, cezaevi müdürünün yanına gelerek buradan çıkmak istediğini, itirafçı olmak istediğini söyleyince onu 31 kişinin arasından alıp götürürler. Tutsaklara küfür ve hakarette bulunan müdür Mahmut Çaça, "Az sonra nasıl geleceğimizi size göstereceğiz" diyerek gardiyanlarla birlikte oradan ayrılır. Tutsakların isyan ettikleri, gardiyana saldırdıkları yönünde yalan beyan ile Cumhuriyet Başsavcısı ve cezaevinden sorumlu savcı haber verilir. Cezaevine gelen Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Akbaş, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ile görüşerek tutsakların isyan çıkardığını ve acilen Midyat ya da Antep Özel Tip Cezaevi'ne sevk edilmeleri ve müdahale edilmesi gerektiğini telefonla bildirir. Konu Adalet Bakanı Şevke Kazan'a iletilir. Bu görüşmeler sürerken bir yandan da cezaevine asker ve çevik kuvvet polisleri çağrılır. Saat 13:10'da asker ve jandarmalar gelir. Ancak bir müdahale yapılmaz. Cezaevine itfaiye gönderilir. Şebeke kapıları arkasında bekletilen tutsaklar, sık sık, 'Kahrolsun işkence', 'İnsanlık onuru işkenceyi yenecek' sloganları atmaya başlar. Kısa sürede tüm siyasi tutsaklar aynı sloganı haykırarak arkadaşların koğuşlara gitmesine izin verilmesini ister.
Demir sopa ve kalaslarla saldırı
Bu sırada, revirde tedavi görmekte olan ve tedavileri sona eren 3 tutsak da, koğuşlarına gönderilmeyerek 5. ile 6. şebekenin bulunduğu yere konulur, kapılar kilitlenir. Mahsur kalan tutsak sayısı 33'e yükselir. Saat 14:00 sıralarında Bakanlığın izin vermesi üzerine müdahale kararı alınır. Saat 15:30 sıralarında, 4. ve 5. şebeke arasında bulunan tutsaklar şebeke kapısını zorlayıp açarak, 3 tutsağı da yanlarına alınca, Cezaevi Müdürü Mahmut Çaça'nın, "Tutuklular isyana kalkıştı, kapıları kırıyorlar, müdahale edelim" sözü üzerine Cumhuriyet Başsavcısı Adalet Bakanlığı'nı arayarak müdahale izni ister. İzin alındıktan sonra önce koğuşların elektrikleri kesilir. Saat 16:00 sıralarında askerler mutfak kısmından, çevik kuvvet polisleri ise ana giriş kısmından ellerinde demir sopa ve kalaslarla ana maltaya girerek kilitli şebeke kapılarını açıp tutsaklara saldırır. Devlet Hastanesi de bilgilendirilerek, cezaevinde isyan çıktığı ve 30 kadar yaralının getirilebileceği belirtilerek buna göre önlem almaları istenir.
Tutsaklar birbirlerine kenetlenir
Ellerinde kendilerini koruyacak bir şey olmayan tutsaklar slogan atarak birbirlerine kenetlenirler. Saldırı direkt demir sopa ve kalaslarla kafalarına yöneliktir. Beyin kanaması geçirenler olduğu gibi kafatası parçalananlar olur. Saldırıdan korunmak için şebekenin kuytu yerlerine kaçmak isteyen tutsaklar da getirilip darp edilir. Yaklaşık yarım saat sonra tutsakların tamamı karga tulumba yerden sürüklenerek görüşün yapıldığı kabinlerin oraya götürülürler. Saldırı burada da devam eder. Cezaevi doktoru olay yerine gelir ve ağır yaralı olanların hastaneye götürülmesi gerektiğini söyler. Ancak asker ve polisler saldırılarını sürdürür. Darp edilen tutsakların yanına gelen bir subay, "İtirafçı olun, yoksa hepinizi öldüreceğiz" diye tehditte bulunur. Bu tehdit üzerine darp edilen tutsaklardan ikisi itirafçı olmak istediklerini söyleyince onları duvarın kenarına götürürler.
Ve bir saate yakın süren bu saldırının ardından, ağır yaralılar ambulansla değil, 3 cezaevi ringi ile Devlet Hastanesi'ne kaldırılır. Aralarında üç yaralı tutsağında olduğu 14 kişinin Antep Özel Tip Cezaevi'ne sevk edilmesi kararlaştırır. Cezaevi doktoru Serdar Gök, yaralıların sevklerinde bir sakınca olmadığı yönünde raporunu yazar.
İşkence öldükten sonra da sürdü
Devlet Hastanesi'nde yaralılara ilk müdahale eden kişi, görevinden alınarak yerine kayyum atanan ve halen cezaevinde bulunan Dr. Selçuk Mızraklı'dır. Ringle hastaneye kaldırılan tutsaklardan Erkan Hakan Perişan, Cemal Çam, Hakkı Tekin, Ahmet Çelik, Edib Direkçi, Mehmet Nimet Çakmak ve Rıdvan Bulut'un öldüğü anlaşılır. Hastaneye sağ olarak kaldırılan Kenan Acar, Hakkı Bozkuş ve Bedri Bozkuş'ta hayati tehlike bulunmadığı tespit edilirken, Ramazan Korkar, İskan Osal, Mehmet Batuge, Mehmet Emin Izra, Ramazan Nazlıer, Yasin Alevcan, Abdullah Eflatun, Mehmet Aslan ve Mehmet Kadri Gümüş adlı tutsaklar yoğun bakıma yatırılır. Yoğun bakıma alınan tutsaklardan Mehmet Kadri Gümüş aynı gün akşam saatlerinde, Mehmet Aslan ise sonraki gün yaşamını yitirir. Böylece Devlet Hastanesi'nde ölen tutsak sayısı 9'a yükselir.
Antep Özel Tip Cezaevi'ne sürgün edilen 14 tutsaktan Kadri Demir de yolda yaşamını yitirir, ağır yaralı Ahmet Sever ve Muhlis Altun adlı tutsaklar Antep Devlet Hastanesi'ne kaldırılır. Kadri Demir'in yapılan otopsisinde, henüz ölü soğukluğundan yapılan tespitte, öldükten sonra da darp edildiği ortaya çıkar.
7 gardiyan hakkında dava
24 Ekim 1996 yılında cezaevine gelen Meclis İnsan Hakları Alt Komisyonu, cezaevi müdürleri, başgardiyan, cezaevi temsilcileri, cezaevi doktoru, cumhuriyet başsavcısı, cezaevi doktoru, Devlet Hastanesi'nde tutuklulara ilk müdahaleyi yapan Dr. Selçuk Mızraklı ile görüşür. TBMM heyeti ile görüşen cezaevi temsilcilerinden Bayram Altun, olayın büyümemesi için cezaevi müdürü ile görüşmeye çalıştıklarını ancak müdürün küfür ve hakaret ederek, "Az sonra nasıl geleceğimizi göreceksiniz" diyerek tehdit ettiğini, ardından saldırının yapıldığını ve tutsakların tamamının öldürülmesinin hedeflendiğini söyler. Heyet, hazırladığı raporda, tutuklulara gaz bombası ya da tazyikli suyla müdahale edilebilecekken bunun yapılmadığını ve tutsakları özellikle başlarına vurularak öldürüldüklerini, asker ve polislerin yargılanması gerektiğin talep ederek Başbakanlık, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına başvurur. İlk olarak, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 7 gardiyan hakkında 'müessir fiil' iddiasıyla Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açar.
Dava süreci
Cumhuriyet Başsavcılığı 30 jandarma ve 35 polis hakkında TCK'nin 452/1. maddesi uyarınca “zaruret sınırlarını aşarak faili gayri muayyen şekilde adam öldürmek” suçlamasıyla 3 ile 15'er yıl arasında değişen hapis istemiyle dava açılır. Tutuklular aleyhine de "devlet malına zarar vermek, görevli memura mukavemette bulunmak ve müessir fiil" suçlarından dava açılır. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 23 Aralık 1997 günü görülen ilk duruşma sonrasında, Asliye Ceza Mahkemesi'nde gardiyanların yargılandığı davanın birleştirilmesiyle sanık sayısı 72'ye çıkar. İlk duruşma dışında yargılanan sanıklar, sonraki duruşmalara katılmaz. Aralarında asker, polis, gardiyan, cezaevi doktoru ve cezaevi müdürünün bulunduğu, 72 sanığın yargılandığı dava 27 Şubat 2006'da sonuçlanır. 62 sanık, "kastın aşılması suretiyle birden fazla kişiyi öldürmek", "görevi kötüye kullanmak" suçlarından 5'er yıl hapis ve 3'er yıl kamu hizmetinden men cezasına çarptırılır. Mahkeme 3 sanığın beraatın karar verirken, 7 sanığın dosyası zaman aşımından düşer.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 62 sanık hakkında verilen 5'er yıllık hapis cezasını eksik soruşturma yapıldığı gerekçesiyle bozar. Yeniden yapılan yargılama sonucunda, 23 Mayıs 2019 tarihinde Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar hakkında açılan kamu davasının düşürülmesine karar verir.
AİHM Türkiye'yi mahkum etti
Müdahil avukatları, makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle, davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşır. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin yaşam hakkını güvence altına alan 2. ve işkence ile kötü muameleyi yasaklayan 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vererek, 20 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye'yi 798 bin Euro tazminata mahkum eder.
***
Tanık anlatıyor: Fail Başgardiyan Ahmet Fethi Onat...
Cezaevi katliamından yaklaşık 7 ay sonra bir haber nedeniyle kısa süreli tutuklanarak E Tipi Cezaevi'ne konuldum. Hakkari Yüksekova'lı olan ve 'Bağımsızlar Koğuşu'nda kalan bir adli tutuklu, katliama tanık olduğunu belirterek şunları anlatmıştı: "Cezaevinin angarya işlerini biz adli tutuklulara yaptırıyorlardı. Cezaevi koridorları, gardiyanların salonu, yemekhane ve revirin temizliğini yapıyorduk. 35'in orada siyasilerin gerginlik yaptığını söylüyorlardı. Sık sık, 'Kahrolsun işkence' sesleri geliyordu. Gardiyanlar, bizim mutfaktan çıkmamızı istedi. Ardından askerler mutfak kapısından girdiler. Ön taraftan da polisler girmişti. Koğuşa gitmemize izin vermediler. İstesek de gidemezdik çünkü bütün koridorlarda asker ve polisler vardı. Bağırışlar, sloganlar, küfür sesleri geliyordu. Sonra kanlar içinde tutukluları sürükleyerek götürmeye başladılar. Asker, gardiyan ve polis hep birlikte onları yerlerde sürükleyip görüş kabinlerinin oraya götürüyorlardı. Her tarafları kan içindeydi. Başları, göğüsleri kan içindeydi. Geniş gözlüklü, hafif kel ve uzun boylu olan Başgardiyan Ahmet Fethi Onat vardı. Elinde bir makas vardı. Biz uzaktaydık ama görebiliyordum. Yaralı halde koridorda duvar kenarına atılmış, sırtları duvara yaslamış oturur halde baygın bulunan iki tutuklunun yanına geldi. O iki kişinin yüzüne yada boğazına bir kaç kez makas sapladı. Koridorlardaki ve görüş kabinlerindeki kanları da başka adli tutuklulara yıkattılar o akşam."
***
Zaman aşımı devlet aklının fikridir
10 tutsağın katledilmesi davasının avukatlarından olan Barış Yavuz, davaların zaman aşımına uğratılmasının bilinçli bir şekilde gerçekleştirildiğini ve davaların uzun yıllara yayılması için mahkemelerin de buna destek verdiğini söyledi. 1996 yılında öldürülen 10 tutsak için açılan davanın halen devam ederken AİHM'e başvurduklarını ve 'Erkan Perişan Türkiye' adıyla açılan dosyadan Türkiye'nin mahkum edildiğini belirten Av. Yavuz, bu davanın da bilinçli bir şekilde uzatılarak zaman aşımına uğratıldığını kaydetti.
Kamu görevlilerinden kaynaklı yaşam hakkı ihlali gibi davalara yargının dokunmak istemediğini, önüne gelen dosyalarda da akla hayale gelmeyen deliller toplamak adına davan sürecinin uzatıldığını belirten Yavuz, "Örneğin çok sanıklı dosyalarda bunu yapıyorlar. Yargılamak için değil, yargılamamak için ellerinden gelenleri yapıyorlar. Böylece de davalar zaman aşımına giriyor. Türkiye'de zaman aşımı ile cezasızlık olgusu kanıksanmıştır. Yargıçlar da bunu içselleştirmiştir" dedi.
Zaman aşımı bekleniyor
21 Eylül tarihinde zaman aşımı nedeniyle düşürülen Musa Anter davasına değinen Av. Yavuz, şunları söyledi: "Diyarbakır'da süren JİTEM ana davası vardı. JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan'ın ifadeleri üzerine açılmıştı. Ama kalkıp bu davayı Musa Anter davası ile birleştirdiler ve 'güvenlik' gerekçesiyle Ankara'ya aldırdılar. Cezasızlık öyle içselleştirilmiş ki devlet gözünde; bu davanın da JİTEM Ana Davası ile birlikte zaman aşımına uğrayacağını biliyorlar. Oysa JİTEM Ana Davası çok maktullü, çok sanıklı bir dava idi. Çok ölen var. Israrla buna karşı çıktık. Çünkü Musa Anter davası tekil, oysa bizim dosyada birden fazla sanık, birden fazla maktul var. İki davayı birleştirdiler ve dava dosyası içinden çıkılmaz bir hale geldi. Musa Anter Davası 10 klasör ise bu birleştirme ile birlikte 50 klasörü aştı. Bu da faillerin bulunmamasını beraberinde getirdi. Musa Anter Davası zaman aşımına uğradı, aynı dosya ile birleştirilen JİTEM Ana Davası da tek tek zaman aşımına uğrayacak. Bilerek ve isteyerek zaman aşımına götürecekler. Suçu işleyen hangi akıl ise bugün bu faillerin cezalandırılmasını istemeyen, dosyaları sonlandırmayan ve zaman aşımına götüren akıl aynı akıldır."