Barış için ne yapmalı?
Forum Haberleri —
- HEDEP’n 15 Ekim kongresini yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüyorum. Siyasal şiddet ve barış inşası konularını Kolombiya ve Türkiye bağlamlarında çalışmış biri olarak önümüzdeki dönem için bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
SERHAT TUTKAL*
HEDEP’n 15 Ekim kongresini yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüyorum. Siyasal şiddet ve barış inşası konularını Kolombiya ve Türkiye bağlamlarında çalışmış biri olarak önümüzdeki dönem için bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
Gerek Türkiye’nin gerekse Batı Asya bölgesinin tamamının içinde bulunduğu koşulların kısa vadede Türk-Kürt çatışmasının barışçıl çözümüne uygun olmadığını üzülerek görmekteyiz. Bununla beraber, gelecekte bir barış sürecinin başarılı olabilmesi için şimdiden yapılabilecek birçok çalışma var. Bunlar arasında öncelikli gördüğüm başlıkları şu şekilde sıralıyorum: a) Kürt halkının ve siyasal temsilcilerinin söylemsel düzeyde yeniden insanileştirilmesi ve meşrulaştırılması, b) Kürt siyasi hareketinin hak taleplerinin meşrulaştırılması, c) Türkiye’nin (ve tüm Batı Asya’nın) geçmişine dair yeni bir anlatı inşası ve d) mevcut ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel sorunların tespiti ve analizi.
Gayri insanileştirme sorunu
Önceki çalışmalarımda gayri insanileştirmeyi kısaca ötekini “insandan aşağı” bir varlık olarak sınıflandırmak ve onun hayatını değersizleştirmek şeklinde tanımladım. “İnsan olan-insan olmayan” ikiliğine dayalı bu sınıflandırma siyasal şiddetin meşrulaştırılmasının en temel kaynağıdır. Irkçılık, cinsiyetçilik, sınıfçılık ve dincilik gibi şiddet biçimlerinin tamamı ötekinin daha az insan olarak gösterilmesine yol açar. Ötekinde insanı insan yaptığı düşünülen ahlak, mantık, faillik ve medeniyet gibi özelliklerin bulunmadığı iddiası üzerinden ona uygulanan şiddet meşrulaştırılır. Dağlık Karabağ, Filistin ve Kurdistan örneklerinde gördüğümüz üzere ötekinin gayri insanileştirilmesi barış görüşmelerinin başlatılmasının önündeki en büyük engeldir. Gayri insanileştirme ötekini diyalog kurulması mümkün olmayan bir varlık olarak sunmayı sağlar. Bu yalnızca söylemsel olarak değil eylemsel olarak da üretilir. Kürtleri, Ermenileri, Filistinlileri veya Yahudileri öldürerek, bedenlerini parçalayarak yahut teşhir ederek, şehirlerini ve köylerini bombalayarak onların eşit insan olarak görülmemeleri gerektiği dünya kamuoyuna gösterilebilir. Kürt bedeninin yasal ve ahlaki bir tepkiye yol açmadan parçalanabildiğine şahit olan tüm Kürtler daha az insan olarak görüldüklerini bu şekilde öğrenmekte, Kürt olmayanlar da Kürtlerin insani muameleye layık olmadıkları propagandasına maruz kalmaktadır.
Gayri insanileştirmenin önüne geçmek için Kürt halkının ve siyasi temsilcilerinin sözünü mümkün olduğunca görünür kılmak, ırkçılığı normalleştiren her türlü söyleme kitlesel olarak karşı çıkmak, Kürtlerin ve Kürt haklarını savunan siyasi aktörlerin insani özelliklere sahip olduklarını göstermek, Kürt halkının temsilcilerini diyalog kurulabilir aktörler olarak yeniden inşa etmek gerekmektedir. Türkiye koşullarına uygun kültürel referanslar ve söylem stratejileri yoluyla Kürt halkının insanca muameleye layık olduğunu gösterebilmek gerekir. Hiç kuşkusuz bunun mümkün olabilmesi ülkedeki şiddet kültürüne karşı çıkan bir barış kültürü inşasını gerektirmektedir. Şiddetin yüceltilmesine veya alay konusu edilmesine kesinlikle karşı çıkmak gerekir.
Bu konuya dair iki eylem önerim var. Birincisi, medyada nefret söylemi ve gayri insanileştirmeyi takip amaçlı bir çalışma grubu oluşturulması ve medyadaki bu tür söylemlerin sistemli bir biçimde yerel ve ulusötesi kamuoyuna teşhir edilmesidir. Bu söylemlerin sorunsallaştırılması yoluyla onlarla mücadele etmek de mümkün olacak, bu şekilde ırkçı söylemlerin normal görüldüğü Türkiye siyasetini kademeli olarak dönüştürme imkanı doğacaktır. İkinci önerim, şiddet mağduru Kürtlerin sözünün görünür kılınacağı bir tür hafıza merkezi oluşturulmasıdır. Bu hafıza merkezi sistemli olarak 80’lerden bu yana şiddet mağdurlarının tanıklıklarını toplamalı ve arşivlemelidir. Böylece şiddetin boyutunu ve olumsuz etkilerini kamuoyuyla paylaşmak mümkün olacaktır. Hafıza merkezleri devletler tarafından oluşturulmak zorunda değildir, devletin bu yönde irade göstermediği koşullarda alternatif siyasal oluşumlar hafıza merkezleri kurabilirler. Böylesi bir merkeze katkı sunabilecek çok sayıda Türkiyeli uzman mevcuttur, ihtiyaç duyulan şey kurumsal koordinasyondur.
Hak taleplerinin meşrulaştırılması
Başta ana dilde eğitim görme ve kamu hizmetlerinin sunulması hakkı olmak üzere Kürt halkının hak taleplerinin birçoğu yüz yıllık sistemli propaganda sonucu gayrimeşrulaştırılmıştır. Bu hakların meşruluğu sürekli olarak kamuoyunda savunulmalıdır. Son dönemdeki entelektüel gerileme dolayısıyla Türkiye vatandaşlarının önemli bir kısmı dünyada olup bitenlerden habersiz hale getirilmiştir, dünyadaki gelişmeleri bir takım sosyal medya trollerinin paylaşımlarından takip etmektedirler. Buna karşı ana dilde eğitim, yerel özerklik, adil yargılama gibi konuların dünyadaki örnekler üzerinden tartışılarak gündemde tutulması gerekmektedir. Bunun için ülkedeki hukuksuzluğun bir bütün olarak sorunsallaştırılması da gerekir. KHK ihraçları, kayyum atamaları, Kobanê davasındaki hukuksuzluklar, Abdullah Öcalan’ın tecridi, milletvekili dokunulmazlıklarının düşürülmesi gibi uygulamaların hukuk normlarına aykırı oldukları, hiçbir biçimde meşrulaştırılamayacakları davet edilecek çeşitli uzmanlar tarafından sistemli bir biçimde açıklanabilir. Yine dünyanın çeşitli bölgelerinden uzmanların kendi bölgelerindeki çoğulcu siyasal uygulamaları Türkiye kamuoyuna anlatmaları çoğunlukçuluk üzerine kurulu mevcut düzenin sorgulanmasına yol açabilecektir.
Yeni bir tarih anlatısı
Türkiye’deki tarih eğitimi büyük ölçüde bilimsel temellere dayanmamaktadır. Geçmişin yeniden yorumlanması günümüzdeki hak taleplerinin meşruiyetini önemli biçimde etkileyecektir. Bu çerçevede özellikle odaklanılması gereken birkaç konu bulunmakta. Bunlardan ilki Osmanlı’nın özellikle 19. yüzyıldaki uygulamalarının emperyalizm ve sömürgecilik örneği olarak görülmesi gerektiğinin karşılaştırmalı çalışmalarla gösterilmesidir. Bir diğeri bugün kutsal kabul edilen ulus devlet sınırlarının Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı sömürgeci devletlerin ekonomik ve jeopolitik çıkarları çerçevesinde şekillendiklerini göstermektir. Kurdistan, Filistin, Kıbrıs, Suriye, Irak gibi bölgelerde gerçekleşen şiddet olaylarının temelinde bölgedeki sömürgeciliğin yattığının gösterilmesi, günümüzdeki siyasal sorunların önemli bir kısmının İngiliz, Fransız ve Osmanlı emperyalizmlerinden kaynaklandığının tartışılması gerekir. Keza bölgedeki devlet şiddeti geçmişiyle de yüzleşmek gerekir. Bu konuda gerek batı destekli Türkiye ve İran ulus devletlerinin şiddet ve baskı politikalarıyla, gerek Fransa ve Britanya’nın sömürgeci şiddetiyle, gerekse sonradan kurulan Irak ve Suriye gibi devletlerin şiddet politikalarıyla hesaplaşan bölgesel bir anlatı kurulmalı, SSCB’nin sorumluluğu ve şiddet politikaları da bu çerçevede kesinlikle tartışılmalıdır. Geçmişten gelen önkabullerin tamamıyla mücadele etmek, tepki görmekten çekinmemek gerekir. Bu çerçevede hem Avrupamerkezci hem Osmanlıcı hem Kemalist hem de Stalinist dogmalar sorgulanmalıdır. Siyasal-toplumsal dönüşüm için önce zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmek gerekir. Tarihi savaşlar üzerinden değil fikirler üzerinden okumayı, askerlerden çok düşünürleri tartışmayı yaygınlaştırmadan Türkiye’nın sınırötesi operasyonlarını gayrimeşrulaştırmak mümkün olmayacaktır.
Tespit ve analiz
Her ne kadar Türkiye’deki ve bölgedeki birçok sorunun çözümüne başlamak için gereken koşullar mevcut olmasa da bu sorunları tespit ederek ve tartışarak gelecekteki çözüm girişimlerine şimdiden katkı sunmak mümkündür. Bu çerçevede Batı Asya’nın mevcut sorunlarını inceleyecek bir akademi oluşturulması uygun olacaktır. Bu akademiye katkı sunmak için bölgenin tüm ülkelerinden akademisyenler davet edilebilir. Sorunların tespitini ve çözüm önerilerini bölgenin tarihsel bağlamı içerisinde değerlendirmek gerekir. Ekonomik sömürü, ırkçılık, cinsiyetçilik, dinsel ayrımcılık, devlet şiddeti ve şiddet kültürü sorunlarını birlikte tartışarak bu sorunlara bölge içinden çözüm önerileri geliştirmek mümkün olacaktır. Bununla ilişkili olarak Avrupamerkezci düşüncenin kalıntıları olan “Uzak Doğu” ve “Orta Doğu” gibi kavramlar yerine “Doğu Asya” ve “Batı Asya” kavramlarını kullanmayı öneriyorum. Batı Asya kavramı Kafkaslar ve “Orta Doğu” olarak adlandırılan coğrafyayı bir araya getirdiği için de kullanışlıdır.
Bitirirken
Orta Doğu’da halklar arasında diyalog ve müzakerenin sağlanması mümkün olmadıkça içinde bulunulan şiddet ortamının üstesinden gelinemez. Ancak halkların ve ezilenlerin arasında karşılıklı güven inşasıyla barış inşası mümkün olabilir. Bunun için halklar arasında önyargılara dayanan “insan olan-insan olmayan”, “dost-düşman”, “biz-onlar” ikiliklerinin aşılması gerekir. Yoksulların, dinsel azınlıkların, kadınların ve LGBTİ+ toplulukların gayriinsanileştirilmesi ırkçılığı da yeniden üretmektedir. Bu yüzden tüm siyasal ve toplumsal sorunlarla eşzamanlı olarak mücadele edilmesi gerekmektedir. Bölge entelektüellerini bir araya getirecek girişimler zihniyet dönüşümünün mümkün olması için kesinlikle zorunludur. Umarım önümüzdeki dönem bölgesel bir barış inşası sürecinin hazırlık dönemi olarak görülecek ve bu şekilde değerlendirilecektir. Buna katkı sunması umuduyla bir a) Hafıza Merkezi, b) Demokratik Batı Asya Akademisi ve c) Medya Söylemleri Takip Platform oluşturulması önerilerimi yineliyorum.
*Araştırmacı- El Colegio de México