Bir çobandan mamosteye dönüş hikayesi
Dosya Haberleri —
30 yıllık tutsak Cebrail Vural, bir çobandan mamosteye dönüşen ilham verici hikayesini anlatıyor:
- Bugünlerde 30 yıllık tutsakların gecikmeli tahliyelerine şahit oluyoruz. Çağ değişti, mevsimler, döngüler, doğa değişti. Hava değişti, hayat değişti. Sanki insanlık bir zaman makinesine sokulup geleceğe fırlatıldı. Cebrail Vural içerideyken insanlık bir zaman makinesi ile geleceğe fırlatıldı. 30 yıl sonra çıktığında işte bu geleceğe dönüş filmi ile karşılaştı.
- Cebrail'in okuması yazması yoktur. Sadece Kürtçe konuşmayı biliyordur. Dayak yediği için bir daha asla okula gitmez. Genç yaşında çobanken tutuklanır. Ömür boyu ceza verilir. Cezaevinde Kürtçe okuma-yazmayı öğrenir, bunun uğruna astım olur. Cebrail, "Günlerce Azadiya Welat gazetesini okudum. O kadar çok tozu vardı ki astım hastası oldum. Ama öğrendim" diyor.
-
Cebrail, uğruna astım olduğu Kürtçe yazmayı öğrendikten sonra Kürtçe bir kitap yazar. 2001’de yapılan koğuş aramasında kitabına el koyarlar. 2008’de Viranşehir’de yapılan ev baskınında ise dışarıya gönderdiği nüshasına da el koyulur. O kitabı bir daha yazan Cebrail, 90'lar ruhunun kendisini ayakta tuttuğunu vurguluyor.
GÜLCAN DERELİ
Bugünlerde 30 yıllık tutsakların gecikmeli tahliyelerine şahit oluyoruz. Binlercesi bir insan ömrüne eş değer bir yaşamı kapalı kapılar ardında geçirdi, geçiriyor. Çağ değişti, mevsimler, döngüler, doğa değişti. Hava değişti, hayat değişti. Sanki insanlık bir zaman makinesine sokulup geleceğe fırlatıldı. Baş döndürücü bir hız. Ankesörlü ve hatta her yerde bulunmayan sabit telefonla iletişim çağından herkesin anında birbirine ulaştığı bir zamana yolculuk. Oysa Cebrail, tam 30 senedir mektupla iletişim kuruyordu. Cebrail içerideyken insanlık bir zaman makinesi ile geleceğe fırlatıldı. 30 yıl sonra çıktığında işte bu geleceğe dönüş toplumu ile karşılaştı.
Cebrail Vural, Mardin’in Derik ilçesine ve Bozbayır mezrasına bağlı Siyamed köyünde (Akça köyü) doğdu. Kendi halinde çobanlık yapıyor, evini öyle geçindiriyordu. Evli ve çocukları vardı. Genç yaşta tutuklandı. Ömrünün tam 30 yılını eşinden, çocuklarından, ailesinden, halkından ayrı cezaevinde geçirdi. 1994 tarihinde tutuklanan Cebrail, 26 Mart 2024 tarihinde tahliye oldu. 6 aydır dışarıda neler olup bittiğini, dışarıdaki havayı, kokuyu anlamaya çalışıyor. İlk fark ettiği şeylerden biri ilginç. Doğduğundan tutuklandığı zamana kadar bölgenin sıcak havasında yaşadı. Bünyesi sıcak havaya alışkındı. Tutuklanınca şehirden şehire sürüldü. Öyle olunca hava hep değişti. Cebrail anlatıyor: "Yaklaşık 25 yıl Yozgat, Muş, Tokat ve Kırşehir cezaevlerinde kaldım. Soğuk yerlerde kaldım. Bundan dolayı çıktığımda Viranşehir sıcaklığında çok zorluk çektim. Halkın içinde bir söz var: 'Filankes kırmızı koyun gibidir’ derler. Kırmızı koyun yüksek yaylaların koyunudur. Sıcağa karşı takatsizdir. Ben de yaz boyunca bu durumdaydım."
Hala rüya mı diyorum
30 yıllık tutsaklık sürecinde Derik, Amed, Yozgat, Muş, Midyat, Tokat, Kırşehir cezaevlerinde kalan Cebrail, tahliye olduktan sonra yaklaşık 2 ay boyunca hayal gördüğünü düşünür. Çıktığına bedeni ve ruhu inanmaz. Rüya sanır. İnsanlar onu görmeye geldiğinde, birlikte yaşadıkları anıları hatırlatmaya başladığında, geçmişine bu sayede yaptığı yolculuktan sonra ikna olmaya başlar. Cebrail anlatıyor: "Etrafımda insanların olduğunu, misafirlerin geldiğini, birbirimizi sorduğumuzu, güldüğümüzü, şakalaştığımızı görünce inandım. Kimi zaman hala zindanda olduğumu ve acaba rüya mı görüyorum, dışarı çıktım mı diye düşünüyordum. Çünkü iki nesil insan ölmüş, yaşlı nine ve dedeler ölmüş, anne ve babalar ölmüş, dayı ve amcalar ölmüş. 2-3 nesil de insan doğmuş. Kültürleri değişmiş, köy kültürü, ahlakı, vicdanı ve politiği erimiş (yozlaşmış-asimile olmuş). Şehir kültürü hakim olmuş. Şimdi en çok bu konuda zorluk çekiyorum. İnsanların dili bozulmuş. Türkçe-Kürtçe birbirine karışmış. İnsanların dilinde küfür çoğalmış. İnsanlar birbirini düşünmüyor. Birbirine çok yardım etmiyor. Herkes kendi başınadır. Baba-çocuk, kardeş-kardeş, amca-yeğen anlaşmıyor. Her insan sadece kendine yardım edebiliyor. Kimileri var ki kendine de yardım edemiyor. Bu durumu gördüğümde üzülüyorum. Ama elbette iyi güzel şeyler de var."
Her şey her yer değişmiş
Cebrail, 30 yıllık tutukluluktan sonra dışarı çıktığında kendini adeta bir Geleceğe Dönüş filminde buluyor. Cebrail biraz da şaşkınlıkla anlatıyor: "Teknoloji ilerlemiş. Tüm dünya bir köy gibi olmuş. Bir adımda her şeye ulaşabiliyoruz. Ama bu teknik iyi şeyler için değil kötü şeyler için de kullanılıyor. İnsan tekniğin kölesi gibi olmuş. Elbette bunlar insanı incitiyor. Ama koşullar elverdikçe insanların içine karışıyorum, tartışmalar yürütüyorum, insanları barıştırıyorum, insanlar arasında birliğin oluşmasını istiyorum. İnsanların birlikte gülmesini, ağlamasını istiyorum, birbirlerine yardım etmelerini istiyorum. Ben bunu yaptığımda mutlu oluyor ve bundan moral alıyorum. Çoğu zaman bu çalışmalarım önünde engeller var. Elbette bu kadar değişime uğramış toplum içinde kendimi biraz yabancı görüyorum. Çok sayıda amcam, amca çocuklarım, akrabalarım var. İlk cezaevinde çıktığımda çoğunu tanımadım. Tutuklandığımda çoğu genç, çocuktu. Her şey, her yer değişmiş. Akıl, vicdan, ahlak, kültür, dil, hayal değişmiş. Bazen bu kadar değişimin içinde insan kendisini yabancı görüyor. Ancak şimdi durumum iyidir. Ayağım toprağın üstündedir. Evimin avlusunda bir bahçe yaptım. Sebze ve meyve ektim. Her sabah 6-7'de kalkıyorum. Bahçeye gidip, toprağa basıyorum.”
Okuma yazması yoktur
Çok allayıp pullayıp size cezaevinin nimetlerinden bahsetmek istemem! Özendirmek de istemem! Ama Cebrail, esas eğitimini cezaevinde gördü. Okuma yazması yoktu. Sadece Kürtçe biliyordu, anadilinde yazmayı bilmiyordu. Türkçeyi de bilmiyordu. Cebrail, kendi başına bir Kürt çobanı idi. Çocukluğunu ve gençliğinin ilk yıllarını hayvanlara bakmakla geçirmişti. Cebrail anlatıyor: "Kimliğimde doğum tarihim 1975 yazıyor ama ben 1970 doğumluyum. Siyamend köyünde kerpiçten yapılan bir evde dünyaya geldim. Evimiz dere kenarındaydı, güzel bir bahçesi vardı. Köyde hayvanların içinde büyüdüm. Evin tek erkek çocuğuydum. İki ablam vardı. Babam hamallık işleri yapıyordu. Her zaman kuzu ve koyunlara çobanlığa giden kişi ben oluyordum. Başka kimse yoktu. 5-6 yaşımdan itibaren hayvanların içinde büyüdüm. Yaylalarda çok yalnız kaldığım, korktuğum anlar oldu. Çoğu kez ağladım. Düşüp kalktım. Tüm coğrafyamızı karış karış gezip, hayvanları otlattım. Hayvanlarla oynuyordum. Koyunlarımı sahipsiz bırakmak istemediğim için köye çok gelmiyordum. Sadece birkaç çoban arkadaşım vardı, onları görüyordum. Hastalandığımda ancak şehre gidiyordum. Hatta yazın sıcaktan dolayı tifo oldum. Bu hastalığım sayesinde şehre gidebiliyordum. Köyümüzde okul yoktu, komşu köyümüz olan Kamçalyı köyüne okula gönderildim. 2 gün okulda kaldım. Arkadaşımla bir oyun oynadık. 3 taş (Sê kuçê) oyunu vardı. Her biri 3 taşlı... 3 taş diziliyordu. Daha sonra taşlarla bu dizdiğimiz taşlara atıyorduk. Taş attığımda taşım arkadaşımın ayağına değdi. Arkadaşım da ayağıma taş attı ve kavga ettik. Kimi çocuklar öğretmene kavga ettiğimizi söyledi. Öğretmen bizi tahtaya çıkardı. Her birimize 3 sopa vurdu. O gün okuldan kaçtım. Okulda dayak varsa ben gitmeyeceğim dedim. Gitmedim. Tutuklanana kadar da okumam yazmam yoktu ve Türkçeyi de bilmiyordum. Dışardaki yaşamımın tümü fırtınalıydı ama yalnızdı."
X, W ve Ê'yi öğrendi
Cebrail, anadili Kürtçeyi konuşmaktan başka bir şey bilmez. Okuma-yazması yoktur. Ama aslında hep meraklıdır. O yüzden cezaevi onun için biraz da o dayak yiyip kaçtığı okulun yerini tutar. Dışarıda bulamadığını içeride bulacaktır Cebrail: "Askerler her şafak vakti köyümüzü basıp, bizi dövüyordu. Köyümüzde 20-30 kez işkence görmeyen kimse yoktu. Babam, amcalarım, yeğenlerim 80’li yıllarda Amed Zindanı’nda kaldı. Böyle bir ortamda büyüdüm. Hep bir arayış içindeydim. Kürtçeyi bana öğretecek kimse yok mu diye soruyordum. Tutuklandıktan sonra Vanlı Bazî Bor diye bir arkadaşın Kürtçe yazdığını öğrendim. 3 Kürtçe harfi X, W ve Ê'yi bana öğretti. O zaman zindanda Kürtçe okuma-yazma çok yoktu. Her şey daha çok Türkçe yazılıyordu. Konuşma, yazma, eğitimler Türkçe idi. A-B-C Türkçesini bana öğrettiler. 4 ayda Türkçe makale yazmaya başladım. Arkadaşlar çok çabuk öğrendiğim için bir kağıt ve kalem verdiler bana. Tüm bunları Amed’de öğrendim. Daha sonra ceza verildi. 7 Aralık 1995’te Amed’den Yozgat Cezaevi’ne sürgün edildim. Elim, ayağım kelepçeliydi, öyle sürgün edildim. Oraya gittiğimde arkadaşların Kürtçe yazdığını, dergi çıkardıklarını gördüm. Bana öğretmek isteyen arkadaşlar çıktı ve bu konuda destek oldular." Tuhaf bir paradoks. Kürt olduğu için cezaevine atılan Cebrail, anadilinde yazmayı cezaevinde öğreniyor. Bu bana nedense çimentoyu delip boy veren bir bitkiyi hatırlatıyor. Bazen bir cezayı bir ödüle dönüştürebilirsin.
‘Ewr ketiye ber güneşe…’
Azminin peşinden koşan Cebrail yazmayı çözdüğünde ilk şiirini kaleme alır. Cebrail ilkin Türkçe okuma-yazma öğrenir. Kürtçe yazıp-okumayı sonra öğrenir. Türkçeyi öğrenince ilk şiirini Türkçe yazar. Ancak bir gariplik vardır. Söz Cebrail'de: "Şiiri okuduğumda arkadaşlar birden güldü. Şiiri Türkçe yazmıştım ama ruhu Kürtçe idi. Ben de arkadaşlara kızıp, Türkçe yazdığım şiiri yakacakların içine attım. Mehmet Nur Çelebi diye bir arkadaş vardı. O şiiri yanına almış. Bir gün yanıma gelip, senin şiirini çöpten çıkardım, atmadım. Bir gün bu arkadaş Kürtçe öğrenip, yazı, şiir yazdığında ona göstereceğim dedi. Ben de ona bela olup, şiiri ondan aldım. Daha sonra o şiiri Kürtçeye çevirdim. Şimdi o şiirin ismi 'Godarî bikin Kürdno -Dinleyin Kürtler'... Kürtçe konuştuğumda Türkçeyi de karıştırıyordum. Bir gün volta attığımız avluya çıktığımızda 'Bulutlar güneşin önüne geçti' diyeceğime 'ewr ketiye ber güneşe' dedim. Cemal Tekin arkadaş yanımdaydı ve güldü. O günden sonra ant içtim bir daha Türkçe konuşmayacağım dedim. Ne yaşamda ne de eğitimde bir daha Türkçe konuşmayacağım dedim ve bir daha Türkçe konuşmadım. (Cebrail bu röportajda da Türkçe konuşmadı) Arkadaşlar bana yardımcı oldu Kürtçe yazmayı da öğrendim. Daha sonra Kürtçe gazetemiz Azadiya Welat’ın arşivinin orada olduğunu öğrendim. Gittim üzerinde bir karış toz vardı. O arşivi çıkardım ve okumaya başladım. Günlerce Azadiya Welat gazetesini okudum. O kadar çok tozu vardı ki astım hastası oldum. Ama öğrendim."
Cebrail artık bir mamoste...
Cebrail, uğruna astım olduğu dilinin öğretmeni, Kürtçesi ile söylersek mamostesi olur. Bir zamanlar ayak bastığı toprağın bilmediği dilini çözer. Cebrail bu kilidi açınca Mezopotamya'nın bereketi ruhuna hücum eder. İçinden kitaplar, hikayeler fışkırır. Ancak bir kitabı yazmanın bile bin bir çileli hikayesi vardır. Cebrail anlatıyor: "Kürtçe hikayeler, makaleler, şiirler okudum. Artık Kürtçe yazmaya başladım. 1998’de 450 sayfalık bir Kürtçe kitap yazdım. Bir yılda yazdım. Diyalogu Kürtçeydi ama dışarıya çıkarmam için dili Türkçe idi. Çünkü o diyalogları Türkçe ifade edemiyordum. Benim için çok zordu. Diyalogları Kürtçe yazdım. Hepsini daktilo ile yazdım. Bir nüshası benim yanımda kaldı, bir nüshasını da dışarıya gönderdim. Daha sonra Muş’a gittim. 2001’de yapılan koğuş aramasında kitabıma el koydular. Newroz 2008’de ise Viranşehir’de yapılan ev baskınında kardeşimi gözaltına alıyorlar dışarıya gönderdiğim nüshasına da o sırada el koydular. Öylece ikisi de gitti. Daha sonra Midyat Cezaevi’nde o kitabı yeniden Kürtçe yazdım. 2011’de Tokat’a sürgün edildiğimde o kitabı tamamladım. Baştan sonra Kürtçedir. Şiir çalışmam var. 1997’de ne düşünüp, yaşadıysam hepsini yazdım. 3 şarkım var. Birinin ismi 'Bagok’a min'dir. Seyda Perinçek besteledi. Diğer iki şarkım da yanımdadır. Bir hikaye, bir fabl çalışmam var. Dil konusunda da çalışmalarım var. Kürt dili, tarihi, eğitim, Kürt edebiyatı, Kürtçe alfabeleri, Kürtçe sözlük, Kürtçe grameri ve bugüne kadarki gelişmeleri kapsayan 700-750 sayfalık bir kitap çalışmam var. Bunu da yazıp tamamladım. Azadiya Welat ve kimi dergilerde Rojava’ya ve Rojava savaşına ilişkin yazılar yazdım. Tüm bu çalışmalar yanımdadır. Dil konusunda çok şeyin üzerinden geldiğimi düşünüyorum. Zindanda da 20-23 yıla yakın Kürtçe eğitimler verdim. Başım diktir. En büyük morali de bunlardan alıyorum."
* * *
Zindanın duvarlarını dinamitlerle patlattılar
Zindanda unutamadığı birkaç anıyı bizimle paylaşan Cebrail, şöyle anlatıyor: "Askerler Amed Zindanı'na baskın düzenledi. Dinamitler duvara yerleştirip, patlattılar. Duvarlar üzerinden silahlarla bize saldırdılar. İnsanlık dışı bir müdahalede bulundular. Kolordudaki tüm askerler katılmıştı. Biz de kapıların önünde barikatlar kurduk. 24 saat boyunca o askerler hiçbir arkadaşı bizden ayıramadı. Sürekli gaz atıyorlardı, boğazlarımız yanıyordu. 24 saat boyunca sloganlarla haykırıyorduk. Hem gaz bombalarından dolayı hem de sürekli slogan attığımız için lal olmuştuk. Birçok arkadaş konuşmuyordu. O gece, o gün 260 arkadaş yarı ölüydü. Dinamitle patlattıkları duvarlardan arkadaşları çektiler. Arkadaşları hep üst üste atıp, Antep’e götürdüler. Bir arkadaş kendini ateşe atıp yaktı. İki arkadaş da beyin kanaması geçirdiği için onları hastaneye götürdüler. Hatırladığım kadarıyla o arkadaşlar şehit düşmüştü. O zaman bir ruh vardı. Birlik ruhu vardı. O ruhu hiçbir zaman unutmuyorum. O ruh, o yaşam asıl moral kaynağımızdı. Beni şimdiye kadar ayakta tutan ruh o ruhtu. 2000’den sonra yaşamımız, ilişkilerimi, ruhumuz, kültürümüz biraz zayıfladı, biraz bozuldu. Yani yozlaşma oldu. Her zaman zindan içinde bize zindan yaşatıyorlardı. Ahlakımızdan, yaşamımızdan, vicdanımızdan uzak bir anlayış vardı. 2000’den sonra da öyle bir ruh oluştu. Bu kötü ruhtan geride kalan arkadaşlarımız çekiyor. Bu bir ağır yüktür.
Elbette güzel şeyler de yaşandı. Ben Midyat’tayken Azadiya Welat’ı çok merak ediyordum ve gelmesini istiyordum. Günlerce Azadiya Welat’ın verilmesi için dilekçe verdik. Bir gün kapıdaydım mazgal açıldı ve Azadiya Welat’ı birden gardiyan elime verdi. O gün çok mutlu oldum. Azadiya Welat’ı alıp, avluya koştum. Azadiya Welat geldi diye bağırdım. O günü hiç unutmuyorum. O günden sonra yazılarım Azadiya Welat’tan çıkmaya başladı."
* * *
70 gün işkence sonrasında müebbet...
Vural ailesi koruculuk baskısı ile karşı karşıya kalır. Hem devletin hem de korucuların baskısı artık o kadar ilerlemiştir ki Cebrail Vural’ın amcasının iki çocuğu ve iki yeğeni devlet tarafından öldürülür. Bu sefer aileye Siyamed köyünü terk etmeleri için baskı yapılır. Evleri, köyleri yakılır. Aile çareyi Urfa’nın Viranşehir ilçesine göç etmekte bulur. Ancak devlet baskısı peşlerini bırakmaz. 1994 yılının Mart ayında Viranşehir’deki evleri polisler tarafından basılır ve Cebrail Vural gözaltına alınır. Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde Cebrail, tam 70 gün gözaltında işkencede kalır. Cebrail’den aile hiçbir haber alamaz ve aylar sonra Cebrail'i mahkemede görür. Ancak Cebrail 70 gün boyunca akıl almaz işkencelere tabi tutulmuştur ve tanınmaz haldedir. Mahkemede yalancı şahitlerin ifadeleriyle müebbet hapse mahkum edilir.
* Röportajın çevirisine katkı sunan Aziz Oruç’a teşekkür ederiz.