Bir mektup, çok kadın
Hatice ERGÜN Haberleri —
- Kulaklığımda ne çalıyor bilsen, “Karanlık yollardan geçtik” diyor Ahmet Kaya. Gurbette sabah sabah Ahmet Kaya dinlenir, etkisi başkadır; o bizi biz onu tutarız, o bize biz ona tutunuruz elbet. Gülten Kaya diyor, ... “bıktım Paris’in yağmurundan” dermiş.
- Gurbette, memlekette, sürgündür kadınlık halleri. Gurbette çiftelenir sürgünlük. Sürgünden gelen, sürgüne giden kadın mektupları güçlendirir. Dostluğun özenini taşır.
Neredeyse her gün posta kutuma bakıyorum. Bir dönem düzenli almaya alıştığım, bir süredir yokluğuna alışageldiğim mektupları arıyorum. Biliyorum, yine gelecekler ya da ben yazacağım ve okumak ve yanıt yazmak nasıl güzel bir mola olacak koşturmalara, kalabalıklara, öncelikle memleketin, ardından dünyanın dibine vurduğu saçmalığa. Sıcacık, sevgi kokan, soru soran, selam veren, paylaşan mektupları arıyorum.
Bazı kadınlar hayatınızdan yazıyla geçer; mesajlarıyla, mektuplarıyla, sohbetleriyle yazarlar, kardeşliği, sırdaşlığı, hesaplaşmaları. Öyle ki, hiç aklınızda yokken sizi yazmaya iterler. Mektupların gönderilmediği, gelmediği yollara düştüklerinde yaşamanızda yine mektuplarla kalırlar; gönderdiğiniz mektupların kokusuyla; gelen mektuplarda tekrar tekrar okuduğunuz satırların zihninize nakşolan görüntüsüyle – hep buradadırlar, oradadırlar. Farklı ülkelerde, şehirlerde, sokaklarda oldukları haliyle. Belki de bazı dostlar mektupturlar; zamanın bir an’ında size gönderilen, paha biçilmez hediyeler...
Şafi’den mektup var, bu yazıda. Hayatı anlatıyor; kadınların sabahın erkeninde, gecenin tekinsiz, ama sığınanların bildiği rahatlatıcı, sessiz karanlığında aktıkları sokaklarda duyduklarını, söylediklerini, baktıklarını çok sevdiği muhatabına anlatan, özlem kokan, sevgi yayan, soran, söyleyen, yanıt için tutuşmayan bir mektup. İçinden herkes geçen, muhatabını bilmesem de tanıtan, görmesem de şarkılarda ve şiirlerde canlandıran bir mektup. O kadar sakin, heyecanlı, sabırlı, öylesine yaşama dair ki, mektubu nasıl yazılayacağımı, hangi cümleleri bu anlatıda tekrar edeceğimi bilmiyorum; yazının yap-bozlu süreç olduğuna teslim olmuş olsam da bu mektubu olduğu gibi yazı kılmaya meylediyorum. Olmuyor. Her türlü haksızlık…
Bir kadını sabahın altısında metroya iten sürgünden bahsediyor; hem ülkeden itilmekten sürgünlük, hem kadın olmaktan gelen sürgünlük:
Sabahın 6’sı da gecesi de ayrı tekinsiz. Benim deneyimimi sorarsan gecesi daha güvenli, ya da gece ben daha çok güvendeyim... Bir sabah bindim metroya, tek bir kişinin yanı boş. Tekinsiz görünüyor çocuk, beyaz değil, beyaz gibi değil. Biz artık burada “bizim oralardan” diyoruz, muhtemelen Arap... İçimden geçenler sonsuz... Bunlar kadınlara ve kadın olmaklığa dair gündelik tereddütler. (En çok gündeliğinizi/mizi çaldıklarına bozuluyorum... Peyk diye bir grup var. Dinlemiş miydin? Ben sana bir şarkıyı nasıl iletebilirim? Sen dinleyemeden ya da ben seninle paylaşamadan göçtü gitti İrfan.)
Bir şehri kadınlıkla yaşamak, sabahında da gecesinde de tereddütle olur. Kadından şehirler olsa, tereddütsüz adımladığımız sokakları kestane koksa, reçine kokusuyla karışsa, denizden rüzgârı dağlara vursa. Kadınlar katledilme riskinden özgür yürüse, taciz riskinden azade kamu taşımasını kullansa; metroda yanına oturdukları erkeğin aynı sokakta, aynı yönde inatla devam ettiğini gözlemek zorunda kalmasa:
İnmeye kadar garip bakışmalar vs neyse, ayağa kalktım durağa doğru. Oturuyordu aslında. Ben tam inerken o da indi. Sağdan diğer hata yöneldim, o sola döndü. Kendime kızdım, şüpheme yani. Metro yönü ayrılırken arkama baktım, yine orada. Normalde gitmeyeceğim yöne doğru ilerledim; geliyor. Beni geçti, kalabalık... Geri inip kendi yönümün olduğu tarafa döndüm, sabah bu saatlerde çok tenha oluyor o yön. Merdivenleri çıktım, karşıya baktım, orada beni görür görmez geri merdivenlere yöneldi. Emindim artık. Bu yönde bu saatte neredeyse kimse yok, bir çıkış var ama. Hızla çıktım oradan, mor şalımı çantama atıp gözlüklerimi çıkararak. İşe doğru koştum sonra. Üzerine konuşmaya ya da yazmaya dair değil belki, felsefeye sorsan öyle zaten... Şimdilerde feminist etnografi diyorlar, feminist epistemolojiye içkin... Her şey ama hiç bir şey aynı zamanda. Elbette bunun mağduru değil muhatabıyım, ve yine emin ol ki yolarım! Ama kendime dair, cinsime dair öyle çok kapı açılıyor ki…
Yolarız tabii; çoğalarak yolarız, tek başımıza ya da değil, hep birlikte yolarız. Kadınların tarihinden bildiğimiz öfkemize katılan biraradalığın neşesi tereddüdümüzü, kayıplarımızdan devşirdiğimiz hüznümüzü, tedirginliklerimizi sağaltır. Dudağımızın kıyısındaki tebessüm, kahkahamızın habercisidir:
... Bir de bisikletli hallerim var. Bir sabah altı buçukta, mis gibi giydim Neeman’ın ördüğü beremi, termal atletimi, koyuldum yola. Bizim caddenin sonunda Val de Marne nehrine ulaşıyorum. Köprüden sadece yayalar ve bisikletler geçiyor. Sabah karanlığında, nasıl bir sis var. Köprünün üstünde durdum, bir yük gemisi geçiyor. Yavaş yavaş, müthiş bir sessizlikte, çiğ yağıyor, karanlık, kimse yok. Kulaklığımda ne çalıyor bilsen, “Karanlık yollardan geçtik” diyor Ahmet Kaya. Gurbette sabah sabah Ahmet Kaya dinlenir, etkisi başkadır; o bizi biz onu tutarız, o bize biz ona tutunuruz elbet. Gülten Kaya diyor, ... “bıktım Parisin yağmurundan” dermiş. Kaç yağmur gördü ki? Paris’e ne zaman yağmur yağsa, “Pere La Chaise’e koymuşuz, Ahmet Kaya’yı ... yağmurundan bıkmış o da” diyorum, iki gözümün çiçeği. Mezarımız var burada ya, yuva da olur diyorum...
Gurbette, memlekette, sürgündür kadınlık halleri. Gurbette çiftelenir sürgünlük. Sürgünden gelen, sürgüne giden kadın mektupları güçlendirir. Dostluğun özenini taşır. Feminizmin tarihi özen taşlarını teker teker dizer.