Bir yıl daha biterken
Hatice ERGÜN Haberleri —
- Eşiğinde olduğumuz yıl dönümünde pek tanıdık bu tablodan çıkışın sözleri de var. Bu yılı o sözlerle kapatmak isterim. "Türk–Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için kader belirleyici bir tarihsel önem ve aciliyet kazanmıştır."
İsrail’in Filistin halkına soykırımı devam ediyor. Suriye’de Alevilerin toplu kıyımı ekleniyor. Gelişmiş, medeni ülkeler tarihin tekerrürünü sergilercesine buna seyirci kalıyor. Ama bu seyir hali, Immanuel Kant’ın tarihle ilişkimize bakarken işaret ettiği tarihi yazan seyirciye işaret etmiyor: Kant tarihle insan arasındaki bağlantıyı, seyredenlerle failler arasındaki ayrımla kurar. Buna göre failler tarihi oynarlar; tarihi seyredenler, gözlemleyenler tarihi yazarlar. Oryantalizme uygun bir okuma. Bugün, ileri kapitalist ülkelerin yönetimleri dünya genelinde pay aldıkları savaşları, soykırımı, sömürüyü izlerken kazanıyor. Erkeklerin işledikleri kadın cinayetleri artarak devam ediyor. Kadınlar, kız çocukları ve heteronormatif cinsiyet kimliğine uymayan herkes eril şiddetin hedefinde, hâlâ böyle. Dünya genelinde radikal sağ siyasetin yükselişi ve kurumsal iktidar mevkiine muhafazakâr-milliyetçi oluşumların yerleşmesi kadınların ve yerleşik eril kodların dışında yer alan kişilerin karşı karşıya kaldıkları şiddet riskini artırıyor.
İnsanlar tarihleri boyunca gündeliklerinden eksik etmedikleri şiddet pratiklerini mikro düzeyden makro düzeye uzanan bir hatta farklı formlarda uyguluyor. Savaşlar insan şiddetinin en açık, geri dönüşsüz, koskoca sahnesini sunarken, gündelik hayattaki karşılaşmalarımızda sözel ve fiziksel şiddet riski yükseliyor –çatışabilme araçlarının gittikçe daha da etkisizleştirilmesiyle bağlantılı bir yükseliş. Gittikçe çatışarak uzlaşma fikrinden, pratiğinden uzaklaşıyoruz; çatışabilmenin, şiddet içermeyen, yıkıcı değil üretici, yaratıcı formlarını, araçlarını unutuyoruz. ‘Ya benimsin ya toprağın’ saçmalığına paralel bir şekilde ‘ya tektip fikirdeyiz ya da yokuz’a doğru geçiş yapıyoruz. O nedenle, bugün şiddetsiz çatışma süreçlerini, barışı önceleyen önerileriyle hareket eden, başka bir dünyanın, birarada yaşayabilmenin olurluğuna işaret eden, bunun için mücadele edenler marjinlere itiliyor, kısıtlanıyor, hapsediliyor, öldürülüyor.
Eşiğinde olduğumuz yıl dönümünde pek tanıdık bu tablodan çıkışın sözleri de var. Bu yılı o sözlerle kapatmak isterim. 2025’in gelişi 2024’ten belli olsa da alternatifsiz değiliz.
28 Aralık’ta Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in görüştüğü Abdullah Öcalan’ın dedikleri önemli. Bir cümleyle yetiniyorum: ‘Türk–Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için kader belirleyici bir tarihsel önem ve aciliyet kazanmıştır.’ Devlet Bahçeli’nin son yıllarda mutat olan anlamsız cümlelerle attığı diyalog adımına, Bahçeli’ye rağmen yanıt olarak okuyabileceğimiz bu ve DEM Parti heyetinin aktardığı diğer sözleriyle Öcalan, bir kez daha, Kürt hareketinin şiddet içermeyen çağrılara ‘ama’sız yanıt verdiğini, vereceğini gösteriyor.
Audre Lorde, 1977’de bambaşka bir konuda yaptığı konuşmada, yıllardır tecritte tutulan Öcalan’ın yapmaya devam ettiğine, Kürt kadın hareketinin inadına eşlik ediyor:
‘Sorgulamak ya da inandığımı söylemek acı çekmeme ya da ölmeme neden olabilirdi. Ama hepimiz … farklı şekillerde acı çekeriz … Ölüm ise nihai susuştur. … Konuşsam da konuşmasam da er ya da geç ölecektim. Susuşlarım beni korumadı. Susmanız sizi korumayacak. Ama dile getirilen her gerçek, bu hakikatleri dile getirmeye ne zaman çalışsam … diğer kadınlarla buluştum; farklılıklarımız arasında köprüler kurarak hepimizin inandığı bir dünyaya uyacak kelimelere baktık. Ve beni güçlendiren, kadınların anlayışları ve gösterdikleri özendi; bu aynı zamanda yaşamımın ana hatlarını gözden geçirmemi sağladı.’ (Sister Outsider, 41).
Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin düzenlediği, Orta Doğu Kadın Konferansı’nın (31 Mayıs–2 Haziran 2013, Amed) Sonuç Bildirgesi’nde, yazının başında değindiğim şiddetten Lorde’un bahsettiği kadın dayanışmasıyla, Öcalan’ın ve Kürt hareketindeki barış arayışının ortaklaştığı noktayı görmek mümkün:
‘Tektip ulus-devlet modelini reddediyoruz ve demokratik-çoğulcu bir devlet modelini destekliyoruz. Emperyalist politikalara karşı ulusların dostluğu için mücadele ediyoruz. Faşizme ve her türlü diktatörlüğe karşı mücadele etmek temel ilkelerimiz arasında yer alıyor.
Kürt ve Filistin halklarının ve mültecilerin kurtuluşunu Orta Doğu’daki asıl sorun olarak görüyoruz. Bu iki halk özgürleşmeden bölgede barışın tesisi imkânsız. …Halkların kendi kaderini tayin etme hakkından bahsediyoruz.’
Yaşama hakkını hiç susmadan seslendirdiğimiz bir yıl olsun!