Bir/çok kadın, çok/bir erkek

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Hatırlamak güzel şey. Hafızası bunca yitik bir toplumsal ortamda yaşarken daha da güzel. Anlatının özgürleştirici esintisi izleyeni sarıyor. Ne kadar hüzünlü olsa da kadın olmanın umuduyla sonlanıyor, "Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor" oyunu.

Bir önceki yazımın konusu olan Hilal Özçetin’in kitabında feminist ortaklaşmanın gücünü görmek mümkün: Birlikte araştırmanın, soruşturmanın özgürleştirici gücünde, umudu böylelikle beslemesinde. Feminist olma, bilme, üretme hallerinin bizlere öğrettiği gibi güç dediğimiz, salt birilerine/bir şeye rağmen edinilmek durumunda değil. Aksine, birilerinin/bir şeye rağmen edinilen gücün yalnızlaştırıcı etkisi güçsüzleşmeyi beraberinde getiriyor. Öte yandan, feminist praxisten bildiğimiz, birlikte güçlenmek arzusu heteroseksist erkekliği reddedenler açısından güçlenerek özgürleşmeye işaret ediyor.

"Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor" oyunu tam da bu güçlenmeyi, özgürleşmeyi temsil etmesiyle önemli. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun (BGST) üretimi olarak, Duygu Dalyanoğlu’nun hem yazdığı oyunda Sevgi Soysal’ın son dönemlerinden, eserleriyle birlikte, geçmişe dayanarak ve geleceğe dönük olarak tanıklık ediyoruz. Yönetmeniyle (Aysel Yıldırım), (Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Nihal Albayrak, Zeynep Okan, Duygu Dalyanoğlu) sahne (Ali Dur), görüntü (Kenan Özcan) ve ışık tasarımı (İlker Ergün) dışında her adımında kadınların biçimlendirdiği, temsil ettiği bir öyküyü dinliyoruz, seyrediyoruz. Birlikte güçlenme pratiği yapım sürecinde kolektif gerçekleştirilen dramaturjide simgeleniyor. Oyun uzunluğuna rağmen sıkmıyor; tam aksine, Soysal’ın eserlerinde izlediğimiz kadınların seslerinin yazarlıktan ev kadınlığına, öğrencilikten, aktivizme, iş kadınlığından anneliğe ve kız çocukluğa, ergenliğe, genç kadınlığa ve daha nice karaktere uzanan çeşitliliğine tanıklık ettikçe canlanıyoruz.

Tiyatro sanatında abartı karakterler kaçınılmaz. Tek ya da çok kişilik olsun seyircinin ilgisini oyun boyunca ayakta tutmak öncelikle bedene ve tabii ki sese, tonlamaya dayanır - anlatının sözel ve bedensel akışına. Sahneyi hareketli kılmak gerekir; izleyiciyi oradan oraya sürükleyerek alesta tutmak için. Bedene yüklenen abartı bu nedenle tiyatro sahnelerinin vazgeçilmezi olsa gerek. "Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor" oyunu bu açıdan abartıyı sahnenin ve salonun her yanına yayabilmesi, özenle seçilmiş sözlerin, monologların bedenle uyumunun ötesinde salt sahneye, salt izleyicilerin anı’na hitap etmesiyle değil, kısacık bir yaşamı çevreleyen sosyo-politik bağlamı usta bir netlikte dokumasında ayrı bir yere sahip. Bu abartı, fallik olmamasıyla daha da önem kazanıyor: Oyuncuların hiçbiri tek başına hareket etmiyor, söz söylemiyor. Her kadın bir diğerine dayanıyor, bir diğerine yöneliyor; bedensel performans salondaki her bedene ulaşabiliyor. Böylelikle, Sevgi Soysal’ın eserlerinden bildiğimiz inatçı özgürlük arayışı, kötümser olsa da umutla sağaltılan mizahı ve eleştirelliği yanı başımızda yerini alıyor. Hatırlamak güzel şey. Hafızası bunca yitik bir toplumsal ortamda yaşarken daha da güzel. Anlatının özgürleştirici esintisi izleyeni sarıyor. Ne kadar hüzünlü olsa da kadın olmanın umuduyla sonlanıyor, oyun.

Bir diğer tiyatro eseri bedensel abartının performansın merkezinde durduğu, Fırat Tanış’ın Gelin Tanış Olalım adlı oyunu. Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor’dan farklı olarak, bu oyun iki erkek ismiyle biliniyor: Fırat Tanış (oyuncu), Semih Çelenk (yazar, yönetmen). ‘Müzikli oyun’ olarak tanıtılıyor; oyun boyunca Tanış’ın bedensel, sözel gösterisini türkülerle güzelleştiren dört müzisyen (Cem Erdost İleri, Mehmet Taylan Ünal, Mesut Ulusan, Sitar Sertaç Şanlı) salonu kasıp kavuran erilliğin en sıradan görüntüsü. Tanış, şiirlerini tekrarladığı Pir Sultan Abdal’ı, Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı ve daha nice erkek ozanı mı canlandırıyor; kendini mi performe ediyor sorusunu izlerken dillendirmek zor: Sade giysiyle, çıplak ayaklı, derviş tavrıyla, tok sesiyle izleyenleri kibirden, hırstan, maddeye olan tutkudan arınmaya çağıran şiirler okuyor, Tanış. Arada, bugünün kurumsal iktidar kavgalarına eleştiriler mırıldanıyor. Herkesin istediği zemine çekebileceği eleştiriler. Ama kadınların değil. Zira, kadın ozanların hükmü geçmiyor. Derviş ile ozan, âşık özdeşleştirilmesine meyledilen oyunda erkeklik buram buram esiyor. Büyük talihsizlik.

Bu topraklarda kadın seyyahlarla ve ozanlarla ilgili az sayıda araştırmaya göre ilk kadın ozanları on dokuzuncu yüzyılda görüyoruz. Henüz öncesiyle ilgili bulgu yok. Metin Özarslan (2016), Yusuf ile Züleyha’nın kahramanı Züleyha’yı ilk kadın ozan olarak görebileceğimize işaret ederken, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren 100’e yakın kadın ozanla karşılaştığımızı söylüyor. Tanış’ın müzikle sakinleştirilen fallik performansı BGST’nin kolektif emeği karşısında yalnız kalıyor. Oyundan geçen ozanların kendinden geçmişliği eril bedenselliğe vesile olurken BGST sahnesinde kadınların dayanışmasından umut doğuyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.