Biyo-siyaset nedir?
Abdurrahman AYDIN yazdı —
- Siyasal düzenin sınırları bulanıklaşmaya başlayınca, bu düzende ikamet eden çıplak hayat kendisini bütün siteye özgürce salıveriyor ve siyasal düzendeki çatışmaların hem öznesi hem de nesnesi haline, hem Devlet iktidarının örgütlendiği hem de bu iktidardan özgürleşmenin gerçekleştiği mekân haline geliyor
1960’lar ve 1970’ler boyunca Foucault, Delilik ve Uygarlık ile Disiplin ve Ceza gibi çalışmalarında daha açık iktidar ve egemenlik biçimlerini incelemişti. Sırasıyla modern psikiyatrinin gelişimini ve modern ceza kurumlarının doğuşunu inceleyen bu çalışmalar, Foucault’nun daha önceki iktidar biçimlerinden farklı olduğunu öne sürdüğü modern iktidar biçimlerini anlama yönünde çığır açıcı girişimlerdi. Fakat ömrünün sonlarına doğru Foucault, biyo-iktidar incelemesine doğru bir hareketle, bu çözümlemeleri inceltecek ve karmaşıklaştıracaktı. Foucault, bu terimi, ilk olarak, Cinselliğin Tarihi’nin birinci cildinde –bu çalışmada, modern siyasette, devletin bütün nüfus üzerinde nasıl denetim kurmaya girişmiş olduğunu incelemektedir– kullanmıştı. Artık mesele devletin istikrarını tehdit edenleri değil, herkesi denetim altına almak meselesiydi. Foucault, bedeni, bu iktidarın uygulandığı yer olarak tanımlamıştı. “Toprağa Dayalı Devlet”ten “Nüfus Devleti”ne kaymayı da içeren pek çok örnekten yararlanmıştı. Foucault’nun tarif ettiği kayma, bir güvenlik varlığı olmaktan, bir egemen ulusun kendi topraklarını kuvvet kullanmak yoluyla korumak ve pek çok durumda genişletmek için hem iç hem de dış tehditleri denetim altına almak yönündeki girişimine doğru bir kaymadır. Bu iktidar modelinde devlet, vergilerini ödediği ve uysal kaldığı sürece kalabalıklara pek aldırış etmez. Foucault’ya göre modern dönemde, devletin, nüfusu iktidar teknolojileri aracılığıyla denetim altına almaya çalıştığı bir modele kayarız. Örneğin ulusun sağlığı, egemen iktidarın ilgi alanına girmeye başlar.
Sağlıklı bir nüfus denetim altındaki bir nüfustur ve tıbbın kurumsallaşması, aşı kullanımı, hastalıkların iyileştirilmesine ve önlenmesine geçiş, sağlıksız olanların dışlanmasından ziyade, iktidarın yeri olarak bedene ilgi duyan bir devletin gelişine işaret eder. Burada gözleme ve biçimlendirmeye dayalı toplumsal bilimler aracılığıyla nüfusun gözetlenmesi, çok daha iyicil, fakat çok daha sinsi bir iktidar kullanımını temsil eder. Bir nüfus oluşturan bir canlı insan grubunun karakteristik fenomenleri tarafından yönetimsel uygulamaya sunulan sorunları rasyonelleştirme çabası, 18. yüzyılda başlamıştır: Sağlık, sağlık önlemleri, doğum oranları, uzun ömürlülük, ırk. Bu sorunlar, içerisinde belirdikleri ve kendi önemlerini geliştirdikleri siyasal rasyonalite çerçevesinden ayrılamazlar. Yasal uyrukların saygısını elde etmek ve bireylerin serbest girişimlerini garanti altına almak konusunda kaygılar taşıyan bir sistemde, “nüfus” fenomeni, kendine özgü etkileri ve sorunlarıyla birlikte, nasıl hesaba dâhil edilebilir? Ne adına ve hangi kurallar dâhilinde düzenlenebilir? Foucault’nun sorduğu sorular temelde bu sorulardı.
Foucault için iktidarın büsbütün olumsuz olmadığını belirtmek gerekiyor. Foucault’nun belirttiği gibi, bu teknolojiler gerçek yararlar sağladıkları gibi aynı zamanda devasa bir kötülüğü de üretmişlerdir. Böylesi bir iktidar teknikleri dünyasında, bir ve aynı anda hem yaşamı korumak hem de bir soykırıma izin vermek mümkün olabilmektedir. Foucault’ya göre, modern devletin bu biyo-siyasal doğası yeni bir gelişmedir. Oysa Agamben bunun aksine, biyo-siyasetin katı bir biçimde modern olmadığını öne sürecektir. Foucault’nun muhasebesine göre Antik Yunanlılar siyaseti, insan türünün yaşamından ayrı bir şey olarak görmüşlerdi. Siyaset hayat idesini sorgu konusu yapar; gerçekte siyaset, “iyi hayat”ın peşine düşmek için hayatı kendi alanından dışlamalıdır. Foucault’ya göre hayatın siyasala dâhil edilmesi, önceki siyasal geleneklerden radikal bir kopuşu işaretleyerek, siyasala ilişkin modern ideyi oluşturmaktadır.
Agamben ise kendi biyo-siyaset kavrayışını, Foucault’nun kuramının bir düzeltilmesi, daha doğrusu bir tamamlanması olarak sunar. Ona göre, bütün istisnaların kural olması sonucunu doğuran süreçle birlikte çıplak hayat alanı gün geçtikçe siyasal alanla örtüşmeye başlıyor ve dışlama ile içleme, dışarı ile içeri, hak ile olgu indirgenemez bir belirsizlik mıntıkasına giriyor. Siyasal düzenin sınırları bulanıklaşmaya başlayınca, bu düzende ikamet eden çıplak hayat kendisini bütün siteye özgürce salıveriyor ve siyasal düzendeki çatışmaların hem öznesi hem de nesnesi haline, hem Devlet iktidarının örgütlendiği hem de bu iktidardan özgürleşmenin gerçekleştiği mekân haline geliyor. Agamben, modern biyo-siyasetin, Batı toplumunun temelini oluşturan klasik siyaset idesinden bir kopuşu temsil etmediğini, daha ziyade dışlayıcı içlemenin açık bir hal aldığı bir çağı başlattığını ileri sürmektedir. Agamben’e göre, hayat kategorisi (zoē) siyasalın klasik alanının (bios) dışına atılmış değildi. Agamben, bunun yerine, bir figürün (kralın) siyasal alandan taşabilmesinin daima mümkün olduğunu (kral, tebaasıyla aynı yasalara ve düzenlemelere tabi değildir) egemen ya da kral figüründe görebileceğimizi ileri sürerek egemen istisnaya çeviriyordu bakışını. Ardından bu istisnanın, siyasal düzenin öbür ucunda çalıştığını öne sürer. Bu uçta, bir yurttaşın siyasal haklarını elinden alarak, yani onun hukuksal statüsünü iptal ederek –böylelikle onu öldürmek artık yasadışı değildir– onu siteden dışlamak olanaklı hale gelmektedir. Agamben’in homo sacer ya da kutsal insan olarak tanımladığı bu figür, günümüz siyasetinin paradigmasını verir bizlere. Hukuksal statüsü elinden alınarak insan-dışı kılınmış bu figür çağdaş iktidarın işleyiş biçiminin tam da sınır noktasını temsil ediyor.