Ucuz ikiliklerin temeli
Abdurrahman AYDIN yazdı —
- Koca bir tarihi (Osmanlı’nın son yıllarında beliren nüfus politikalarını, etnik ve dinsel gerilimleri ve çatışmaları vs.) yok saydığı yetmezmiş gibi, günümüz Türkiye’sinde de sanki Kürt hareketi Kürtlerin bir hareketi değilmiş de bu sözüm ona asli çatışmada ya onlardanmış ya da bunlardanmış diyen bir hâl...
Kültürel yapıları ve iktidar yapılarını birer dil gibi görmeye ve çözümlemeye çalışan yirminci yüzyıl Avrupa teorisyenleri Batılı, beyaz, eril iktidarın söyleminin yapısını teşhis etme işinde, dilin neredeyse kendiliğinden çalışan bir iktidarının olduğunu fark etmişlerdi. Yaslandıkları teorik zemin, dilde anlam üretim sürecinin dil dışındaki dünyayla bir ilişkisinden ziyade bir sistem olarak dilin kendi içindeki farklara dayandığını ileri süren dil görüşüydü. Bu farklar da temelde ses farklılıkları olarak beliriyordu. Her şeyden önce sesin biçimlenmesi sorumluydu anlam üretiminden. Bu ise dilsel göstergeler arasında bir fark ilişkisinin olduğu, ama göstergeler arasında herhangi bir hiyerarşinin söz konusu olamayacağı anlamına geliyordu. Yani örneğin ‘erkek’ sözcüğü ile ‘kadın’ sözcüğü arasında sözcük olmak bakımından hiçbir üstünlük ilişkisi yoktu; dilsel bakımdan yalnızca birbirinden farklı iki göstergeydi bunlar. Fakat kültürel alanda, sembolik ve reel dünyamızda ‘erkeğin’ nasıl her yanı ele geçirmiş bir terim olduğu da malumdur. İşte sözünü ettiğim düşünürler, dilsel olarak aralarında hiçbir hiyerarşinin bulunmadığı terimler arasındaki hiyerarşilerin kültürel olarak üretilip gerisin geri dilin kendisini de ele geçirmek yolunda devrede olduklarını belirtiyorlardı.
Derrida’nın şu meşhur yapı-sökümü de temelde bu ikiliklerin saptanması ve aralarında hiçbir hiyerarşik karşıtlığın söz konusu olmadığını göstermekten ibarettir. Fakat bu bakımdan önümüzdeki güçlüklere ilişkin literatür bile devasa bir literatür oluşturuyor. İş başındaki gizli sözleşmeler (örneğin erkeklik sözleşmesi üzerine çalışmalar ya da Barış Ünlü’nün gerçekten çığır açan kitabı Türklük Sözleşmesi) üzerine çalışmalardan tutun da ideoloji ve ideolojik çağrılma teorilerine kadar geniş bir literatür… Açık ikilikleri saptamak ve görmek nispeten kolaydır çünkü. Örneğin “Karı gibi bağırma” deniyorsa, biliriz ki muhatap aşağılanmaktadır; fakat ‘kadın’ bu dile zaten daha baştan aşağılanmış olarak kaydedilmiştir. Buradaki ifadede meseleyi görmemizin nispeten kolay olması ‘karı’ sözcüğünün derhal ‘erkek’ sözcüğünü, yani bu ikiliğin diğer terimini çağırıyor olmasıdır. “Karı gibi bağırma” demek, aynı anda “Bir erkek ol!” demektir. Aşağılama dilsel bir şey değildir, dilin kendisinde yer almaz. Kültürel bir inşanın sonucudur bu.
Fakat kimi durumlarda ikiliğin baskın sözcüğü, yani tesis edilmiş bir hiyerarşi içindeki ‘üstün terim’ anlam üretimine ağırlığını o kadar koyar ki ikiliğin diğer terimi büsbütün görünmez olur. Bu gibi durumlarda, ‘üstün terim’ artık eşyanın tabiatı buymuşçasına konumlanır. Eşyanın tabiatı değiştirilebilir değildir. Böylelikle gerçekte bir toplumsal ve kültürel inşa olan şey, asla değiştirilemeyecek ezeli, ebedi bir özmüş gibi belirir. Açık kılan bir örnek, Alevilerden neredeyse her söz edildiğinde “Hepimiz insanız yahu!” denmesidir. Burada çalışan ikilik Sünnilik-Alevilik ikiliği olmasına rağmen, bu müdahale, hem tesis edilmiş hiyerarşiyi görünmez kılmaya hem de Alevi terimini bu hiyerarşi içinde altta tutmaya devam edilmesini sağlar. Alevi’yi Alevi olarak farklı kılan niteliklerin ve öğelerin daha geniş, daha evrensel bir terim olan ‘insan’ terimi aracılığıyla silinmesidir burada söz konusu olan. İkinci olarak kimin insan olduğuna, kimin olmadığına dönük kararı kendisinde muhafaza eden bir özne oradadır. Bu karar egemen karardır ve aslında Alevi’yi de insan görmeye bu karar kendisinde kaldığı sürece katlanabilir. Üçüncü olarak da kendi ‘iyiliğinin’, yani herkesi insan olarak görüyor oluşunun kendisine kattığı o meşum değerin altını çizmektedir.
Bunlar yine de hala kolay çözümlenebilen ikiliklerdir. Bazen bazı ikilikler söylem alanını o kadar ele geçirirler ki bunların hangi çatışmaların veya karşıtlıkların üzerini örttüklerini düşünmekte bile zorlanırız. Örneğin Türkiye’de bu sıralar beliren ilerici-gerici ikiliğinin, egemen bloklar arasındaki bir çatışmayı nasıl da ülkenin asli ve temel çatışması olarak öne sürmekte olması… Koca bir tarihi (Osmanlı’nın son yıllarında beliren nüfus politikalarını, etnik ve dinsel gerilimleri ve çatışmaları vs.) yok saydığı yetmezmiş gibi, günümüz Türkiye’sinde de sanki Kürt hareketi Kürtlerin bir hareketi değilmiş de bu sözüm ona asli çatışmada ya onlardanmış ya da bunlardanmış diyen bir hâl...
Daima devreye giren bu ikilikler düşünceyi felç ederler. Bu mekanizma tarafından felç edilmiş bir zihin de kendi ikiliklerini üretmeye başlar. Muhataba kolaylıkla içine yerleşebileceği bir kimlik sunarak ikiliğin diğer kimliğini aşağılamanın zevkini paylaşmaya dönük bir çağrı içeren ikilikler… Muhataba narsistik yönünde seslenen, onu narsistik bir yerinden ayartmaya çalışan ikilikler…