‘Boğaziçi hocaları, yanlışa doğru demedi’
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Geçtiğimiz iki hafta içinde doçentlik atamaları yapılmadığı, yasal hakları olan yurtdışı görevlendirmeleri verilmediği hatta ücretsiz izin bile verilmediği için çok değerli hocalarımız istifa ettiler. Boğaziçi hocaları asla yanlışa doğru demediler, hem ülkemiz hem dünya akademyasına örnek oldular.
BİLGE AKSU
Murat Gülsoy, 90’lı yıllardan beri edebiyatın içinde yer alan biri. Esas uğraşı akademi. Mezunu olduğu Boğaziçi Üniversitesinde dersler veriyor, çeşitli yayın faaliyetleri yürütüyordu. 2014’ten beri sürdürdüğü Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezindeki faaliyetleri de bunlardan biriydi. Bu kurumlarda sayısız öğrenci yetiştirip yüzlerce kitap bastıktan sonra geçtiğimiz ay, Boğaziçi Üniversitesine giremeyeceği tebliğ edildi kendisine. İktidarın kayyum rektör hamlesinden sonra çehresi tamamıyla değişen üniversitenin ne ilk ne de son hukuksuzluğu oldu bu. Murat Gülsoy’la, yaşanan son gelişmeleri ve edebiyata dair izlenimlerini konuştuk.
Otuz yıllık geçmişinizin olduğu Boğaziçi Üniversitesi, ani bir kararla kampüse girişinize engel oldu. Gerçi bu dışarıdan görünen tablo, sizin açınızdan böyle bir gidişat görünüyor muydu? Sizin için de sürpriz mi oldu bu durum?
Olağandışı bir zamandayız, dolayısıyla hem bekliyordum hem de şaşırdım. Uzun zamandır Boğaziçi Üniversitesi benim şevkle hizmet ettiğim kurum olmaktan çıkma yolundaydı. Ama kapıdan içeri alınmamak gerçekten de iler tutar tarafı olmayan bir tavır. Ben Boğaziçi Üniversitesine sınavlarda Türkiye 5.’si olarak girdim. Hem lisans hem yüksek lisansımı bu üniversiteden aldım. Yani aynı zamanda iki kere mezunuyum. 1993’de hocalığa başladım. 30 yıl boyunca olarak iki Biyomedikal Laboratuvarı kurdum, 16 doktora 40 yüksek lisans mezunu verdim, bu insanlar saygın üniversitelerde hoca oldular. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi kurulduğu 1996 yılından 2020 yılına kadar 458 kitap yayınladı, bunun 415’i benim yayın kurulu başkanlığı yaptığım 2003-2020 yılları arasında yaptı. Ben ayrıldıktan sonra da yeni bir kitap basılmadı. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezinin kurulduğundan 2023 yılına kadar müdürlüğünü yaptım, birçok projeye, kitaba, etkinliğe imza attık ama Merkez’imiz mayıs ayında yerinden edildi, küçük bir ofise sürüldü. Her aşamasında hep itiraz ettik ama ne yazık ki durduramadık. Bunları “bakın ben neler yaptım” diye övünmek için yazmıyorum, kapıdan içeri sokulmayan bir hocanın aslında neleri temsil ettiğinin bilinmesi için söylüyorum. Zaten o gün yasaklanan etkinliğin afişini de yayınlarsanız insanlar daha iyi farkına varır yasaklananın ne olduğunu. Ayrıca uzunca bir yasaklı listesi var kapıdan giremeyen: Prof. Dr. Faruk Birtek, Prof. Oya Başak, Prof. Güler Fişek, Prof. Bülent Sankur, Prof. Alpar Sevgen, Prof. Yaman Barlas, Prof. Orhan Yenigün, Prof. Sumru Özsoy, Prof Ali Rıza Kaylan, Prof. Fatma Gök… Her biri benden çok daha değerli, çok daha uzun yıllar hizmet etmiş insanlar. Adımın, bu üniversitenin kurucu kadrosu diyebileceğim, hocaların hocası sayılan bu isimlerin yanına yazılması bana ancak onur verir.
Boğaziçi direnişi son yılların en büyük muhalif hareketlerinden biriydi. Fakat bir süre sonra çözülmeler yaşandı ve başarısız olunduğu yorumlarını gördük. İçeriden bir göz olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortada duran şey muhalif kesim için bir başarısızlık mıdır? Nasıl bakmak lazım?
Hayır hiçbir çözülme olmadı. Bunun ölçütü şudur: Kayyum rektör atanmadan önce %95 güvensizlik oyu aldı. Dolayısıyla altı yüz civarında hoca arasından ancak iki kişi onun yardımcısı olmayı kabul etti. O da dekanları, enstitü müdürlerini hatta bölüm başkanlarını görevden aldı ve başka üniversitelerden hocaları buralara dekan olarak atanmasını sağladı. Bu durum değişmiş değil. Yani gidip de hocalar “tamam pes ettik, biz de yönetimi destekliyoruz artık” demedi. Hatta çok şiddetli bir mobbing ortamı olmasına rağmen hocalarımız ödün vermek yerine istifa etmeyi yeğliyorlar. Benim gibi erken yaşta emekli olanlar olduğu gibi ki bence daha acısı genç hocalarımız istifa edip gidiyor. Daha geçtiğimiz iki hafta içinde doçentlik atamaları yapılmadığı, yasal hakları olan yurtdışı görevlendirmeleri verilmediği hatta ücretsiz izin bile verilmediği için çok değerli hocalarımız istifa ettiler. Gaye Soley, Hande Tekdemir, Emine Fişek, Zeynep Kadirbeyoğlu… Geçen haftadan aklımda kalanlar. Liste uzun. Sonuçta Boğaziçi hocaları asla yanlışa doğru demediler, hem ülkemiz hem dünya akademyasına örnek oldular.
Kampüste sürdürdüğünüz Diyaloglar etkinliği de bu durumdan etkilendi. Uzun süredir severek takip ettiğim bir işti bu. Devam edecek misiniz?
Elbette devam edeceğiz. Yeni bir yerde, yeni bir heyecanla…
Aynı zamanda yaratıcı yazarlık atölyelerinizle biliniyorsunuz. Buralardaki çalışmalar nasıl ilerliyor? Bu konuda kafası karışık okuyucular için belki biraz açmak iyi olabilir.
Öykü ve roman yazmak tıpkı diğer sanatlar gibi çalışarak öğrenilir. Resim, müzik, mimarlık, tiyatro gibi çok eski sanatlar için bunun böyle olduğunu biliriz. Resim yapmayı öğrenmek istiyorsak akademiye ya da bir ressamın atölyesine gideriz. Teknik bilgimizi ve el becerimizi ilerletiriz. Öykü ve roman yazma sanatının da farklı bir yönü yok. Sadece çok “yeni” sanatlar olduğu için bu sanatların eğitimi de geç gelişti. Bakın insan daha ayağa kalkar kalkmaz mağara duvarlarına resim yapmaya başladı, o kadar eski bir sanat. Roman ise 1600’lerin başına tarihlenir. Ucuza çoğaltma yöntemlerinin icadı ve burjuva sınıfının palazlanması bu sanatın doğmasına neden oldu. Binlerce yıla karşı sadece dört asır. Türkiye’de ise çok daha yeni. 19. yüzyılın ikinci yarısı diyelim. Dolayısıyla kafaların karışık olması doğal.
Ben 1992’de arkadaşlarımla Hayalet Gemi dergisini çıkarmaya başladıktan sonra edebiyat üzerine çok daha derinlemesine çalışmaya başladım. 2003 yılına geldiğimizde anlatı kuramları, edebiyat eleştirisi ve yaratıcı yazarlık literatürüne epeyce girmiştim. Üniversitede hoca olduğum için ders nasıl hazırlanır nasıl anlatılır biliyordum. İlk atölyemi açtığımda ders notlarımı da kitap haline getirmiştim. 2004 yılında yayınladığım Büyübozumu Yaratıcı Yazarlık kitabını daha sonra on yılda bir gözden geçirip genişleterek kullanmaya devam ettim. Yani eğitimlerimde neler anlattığımı merak edenler kitabı açıp okuyabilirler. Tabii bir de atölye kısmı var, orada her katılımcının yazdıkları üzerine çalışılıyor. Bu eğitimi alan kişi kurmaca bir metinle karşılaştığında neyin neden aksadığını ve nasıl giderileceğini öğrenmiş oluyor. Ki bu da iyi bir yazar olmanın ön koşuludur.
Kendi eğitim geçmişinizde farklı mühendislik alanları ve psikoloji var. Edebiyatı dışarıdan bitirmişsiniz bir nevi. Bunların faydası ya da handikapı oldu mu? Kimileri teknik bir bakışın özellikle roman kurgusunda işe yaradığını söyler, sizin için de böyle mi?
Sanat insanın deneyiminden beslenir, kaynaklanır. Dolayısıyla ne yaşıyorsak, ne biliyorsak hepsi önemlidir. Mühendislik, psikoloji alanlarında formel bir eğitim aldım evet ama başka alanlarla da hep ilgili oldum, felsefe, mitoloji, sanat, özellikle resim sanatı… Bunlar da yazdıklarıma yansıyor tabii.
Son kitabınızda akademik bir metin ortaya koydunuz neredeyse. Uzun bir sürece yayılan ve tanzimattan cumhuriyete uzanan bir devri ressamlar üzerinden anlatıyorsunuz. Son dönemde evrensel çapta gördüğümüz bir titizlik bu. Yeni bir eğilim olarak bakabilir miyiz bu tarza?
Çok teşekkür ederim bu güzel sözleriniz için. Beni de çok mutlu eden bir yazma süreciydi. Bir yandan resim tarihimizin içinde dolaşırken bir yandan da bir ressam gibi duyup düşünmeye çabalıyordum. Yeni şeyler denemeyi seviyorum. Bundan sonra yazmayı planladığım roman da yine böyle bir araştırma sürecine dayalı. Bu sefer psikiyatri tarihimizi merkeze alan bir çalışma olacak sanırım.
Son olarak sizi yakalamışken biraz da feyz alalım :) Edebiyatta nasıl bir gidişat görüyorsunuz? En güncel ve doyurucu eserlere hangi ülkeden, bölgeden ya da yazarlardan ulaşalım? Sevdiğiniz belirli bir tarz ya da ülke edebiyatı var mı?
Özel olarak bir ülke ya da bölge işaret edemem. Ama genel olarak çeşitliliğin arttığını, farklı varoluş biçimlerinin, kimliklerin sorgulandığı eserlerin daha çok yazıldığını göreceğiz sanırım. Bir de insansonrası ve insandışı varlıklar üzerine ilginç denemeler yapılıyor, yapılacak. Tabii yaşadığımız dönemin genel ruh durumu da yansıyacak. İklim krizi, bölgesel savaşlar, göçmenlik, yurtsuzluk, mülksüzlük gibi konular olacak bunlar.