Büyükannelerimin biyografileri nerede?
Dosya Haberleri —
- İspanya'da diktatörlük döneminde kendilerini tuzağa düşürüp istismar eden korkunç örgüt hakkındaki sessizliği bozan kadınlar... Kadınları Koruma Kurulu, Francisco Franco rejimi sırasında “ahlaksız kadınları kurtarmak” amacıyla kuruldu! Podcast'ler, kitaplar ve yuvarlak masa toplantıları aracılığıyla, bu baskıcı sistem içinde gerçekleşen insan hakları ihlalleri ve suistimaller nihayet belgeleniyor
- Bu ikinci tür "düşüş" son derece geniş kapsamlıydı. Sigara içenlerden protestolara gidenlere kadar uzanıyordu. İtaatsizlik eden ya da en kötüsü evlilik dışı hamile kalan kadın ve kızları da kapsıyordu. Bu durumdaki herhangi bir kadın, hükümet ve dini otoriteler tarafından ömür boyu sosyal cezayı hak ediyor olarak algılanıyordu. Franco döneminde, çocuklarını evlatlık vermeye zorlanıyorlardı.
ESTHER LÓPEZ BARCELÓ*
*ÇEVİRİ SERAP GÜNEŞ
Inmaculada Valderrama öldüğünde 15 yaşındaydı. İddiaya göre Madrid'in banliyölerinden San Fernando de Henares'teki kadın ıslahevinin üçüncü katındaki bir pencereden düşmüştü. Olayların resmi versiyonuna göre, tesisten kaçmaya çalışıyordu. Ancak Immaculada'nın üzerinde iç çamaşırı vardı ve merkezin kapıları -o anda- zaten açıktı. Aynı gün belediyede bir gösteri düzenlendi ve ıslahevinin sorumluları -hepsi de Evangelist Katoliklerdi- genç kadının ölümünden sorumlu tutuldu. Tarih 19 Eylül 1983'tü.
General Francisco Franco sekiz yıl önce ölmüş olmasına rağmen, diktatörlüğünün en uzun soluklu ve en kadın düşmanı kurumu ayakta kalmıştı: Kadınları Koruma Kurulu. Bilinmediği kadar korkutucu da olan bu kurum, kadınların bedenlerini ve zihinlerini disipline etmeye odaklanan bir sosyal kontrol sisteminin mekanizmasının bir parçasını oluşturuyordu. Katolik Kilisesi ve rejimin hiyerarşileri tarafından tasarlanmış ve uygulanmıştı. Bunu yaparken de Beyaz Köleliğin Bastırılması için Kraliyet Mütevelli Heyeti (1902) gibi tarihsel modellerden yararlandılar.
Paradoksal biçimde, Kadınları Koruma Kurulu İkinci İspanya Cumhuriyeti (1931-1939) döneminde tamamen farklı bir amaçla kurulmuştu. Milliyetçiler iktidara geldikten sonra aynı ismi kullandılar ve Franco rejimi bu sistemi yıkarak esasen "ataerkil bir hapishane ağına" dönüştürdü. Bu sistem içinde Katolik Kilisesi üyelerine polislik görevi verildi.
Düşmüş kadınlar!
"Edepsizlik yaparsanız, sizi rahibelere götürürler." Bu, 36 yıl süren faşist diktatörlük boyunca her gün binlerce kadına yapılan bir tehditti. Kadınların büyük çoğunluğu bu tehdidin tam olarak neyi kastettiğini bilmiyordu. Çok korkulan rahibeleri mi, manastırları mı yoksa rezidansları mı? Kadınları Koruma Kurulu 1941 yılında "düşmüş kadınları kurtarmak ve düşme tehlikesi altında olanlara yardım etmek" amacıyla kuruldu. Düşmüş kadınlar... neyden düşmüşlerdi? Hangi uçuruma yuvarlanıyorlardı? Cennetten cehenneme mi düşüyorlardı? Görünüşe göre sadece kadınların düştüğü yerin neresi olduğunu kimse yanıtlayamıyordu. Ancak hem o zaman hem de şimdi herkesin net olarak bildiği şey, bu kavramın tartışmasız bir şekilde fuhuş yapan kadınlara ya da basitçe cinselliklerinin kontrolünü kendi eline alan kadınlara atıfta bulunduğuydu. Bu ikinci tür "düşüş" son derece geniş kapsamlıydı. Sigara içenlerden protestolara gidenlere kadar uzanıyordu. İtaatsizlik eden ya da en kötüsü evlilik dışı hamile kalan kadın ve kızları da kapsıyordu. Bu durumdaki herhangi bir kadın, hükümet ve dini otoriteler tarafından ömür boyu sosyal cezayı hak ediyor olarak algılanıyordu. Franco döneminde, çocuklarını evlatlık vermeye zorlanıyorlardı. Birçok bebek genellikle satılıyordu.
Diktatörlüğün kurbanları
İspanyol tarihçi Carmen Guillén, Kadınları Koruma Kurulu hakkında bir tez yazdı. Bu sosyal kontrol sisteminin diktatörlüğün istikrarını sağlamak için ne kadar önemli olduğunu şöyle anlatıyor: "Kadın, değerlerin çocuklarına aktarılmasından ve dolayısıyla onların telkin edilmesinden sorumluydu. [Kadınları kontrol etmek] bir öncelikti."
Inmaculada Valderrama'nın 1983'teki ölümü, Kadınları Koruma Kurulu'nun ayakta kalmasında bir öncesi ve sonrasına işaret ediyordu. Sadece iki yıl sonra, diğer Franco artığı kurumlar gibi bu kurum da ortadan kaldırıldı... Her ne kadar kurbanlar için herhangi bir tazminat ödenmemiş olsa da.
Hiçbiri herhangi bir suçtan hüküm giymemiş binlerce kadını hapseden dini tarikatların çoğu sosyal hizmetler alanında faaliyet göstermeye devam ediyor. İspanya'nın 2022 yılında yürürlüğe giren Demokratik Hafıza Yasası bile kadın mahkumları diktatörlüğün kurbanları olarak görmüyor. Ancak bu sistem ortadan kalktıktan sonra doğan birkaç kadın, sistemin acımasız tarihini gün yüzüne çıkarırken, hayatta kalanların anılarını da kurtarıyor. Aslında geçen yıldan bu yana, konuyla ilgili kitaplar, makaleler, yuvarlak masa toplantıları ve podcast'ler aracılığıyla sessizliklerini bozan kadınlar dalgasına tanık olduk.
Deliler
"9 Kasım 1977'de, Basauri hapishanesinde, María Isabel yanıklar nedeniyle şok geçirerek öldü. O bölgede çalışan fahişeler - meslektaşları - olayların resmi versiyonuna inanmadılar ve grev gibi bir eylem çağrısında bulundular... feminist hareket, sadece kadınlara ve [feminist] harekete uygulanan suçların yürürlükten kaldırılmasını talep etti. LGBTQ [hareketleri], [eşcinselliği suç sayan] Tehlike ve Sosyal Rehabilitasyon Yasası'nın kaldırılmasını talep etti."
* “Ölümünden 43 yıl sonra, evimde -kayıtlı olduğu son konuttan 1.000 metre bile uzak değil- oturmuş, öldürülmemek için her zaman mücadele eden bir kadının hayatını yeniden inşa etmeye çalışıyorum. Bir keresinde birisi bana böyle insanların iz bırakmadığını söylemişti. Şimdi biliyorum ki kesinlikle yanılıyorlar."
* 35 yaşındaki Andrea Momoitio, María Isabel Gutiérrez Velasco'nun hikayesini 2022 yılında Lunática ("Lunatic") adıyla yayınladı. Momoitio, diktatörlük döneminde gelişen ataerkil baskı mekanizmaları tarafından toplumun çeperlerinde yaşamaya itilen bu kadının hikayesini araştıran bir gazeteci. Bu araştırmaya başkaları da katıldı.
* Érica Santillán -iki yıl önce Lunatica'yı okuduktan sonra- Twitter'da şu mesajı yazdı: "Beni bilinmeyen bir dünyaya yaklaştırdığınız için teşekkür ederim ama her şeyden önce beni büyükanneme yaklaştırdığınız için teşekkür ederim." İkisi de bunun, Isabel Cadenas Cañón'a katılarak Erica'nın büyükannesi Loli'yi arayışını Lunatics başlığı altında bir podcast'e dönüştürmelerine yol açacak bir dostluğun başlangıcı olacağını hayal bile edemezdi.
* Momoitio'nun kitabı Erica'nın hafızasını canlandırdı: Hikaye sayesinde, annesinin ona büyükannesinin ulusal kimlik kartı olmadığını, çünkü devlet tarafından arandığını söylediği onlarca yıl öncesine ait yarım kalmış bir konuşmayı hatırladı.
* 42 yaşındaki Isabel Cadenas Cañón, yıllarını hafıza ifadesinin kazandığı farklı maddi unsurlar üzerine düşünerek geçirdi. Doktora tezi Poetics of Absence: Subversive Forms of Memory in Contemporary Visual Culture (Yokluğun Poetikası: Çağdaş Görsel Kültürde Hafızanın Yıkıcı Biçimleri) başlığını taşıyordu. Bu ilgisi onu İspanya'nın en çok izlenen podcast'lerinden birini yaratmaya yöneltti: We Don't Talk About That (O Konuda Konuşmuyoruz). Bu podcast'te yakın -ve çok da yakın olmayan- tarihle ilgili bölümleri bir araya getiriyor. İki bölümünü Kadınları Koruma Kurulu'ndan kurtulan iki kişiye ayırarak, kurumun demokrasiye döndükten sonra 10 yıl boyunca nasıl ayakta kalmayı başardığını gösteriyor. "Kayıp" adlı bölüm, sanki eski bir kasetmiş gibi düzenlenmiş: "A yüzü" Franco rejimi sırasında geçen Consuelo García del Cid'in (siyah beyaz) hikayesi, "B yüzü" ise demokrasiye dönüşün ardından geçen "Dolores"in (renkli) hikayesi.
Islahevleri
"Burada bize ne yaptıklarını herkesin bilmesini sağlayacağım." Bu, Consuelo'nun, herhangi bir suç işlememişken iki yıl boyunca kilit altında tutulduğu 52 Padre Damián Caddesi'nde bulunan Adoratrices de Madrid ıslahevindeki sınıf arkadaşlarına veda ederken verdiği sözdü.
Islahevleri konusundaki sessizliği 20 yıldan biraz daha kısa bir süre önce bozdu. Isabel Cadenas'ın bize anlattığına göre, Consuelo için bu kurumu araştırmak başlangıçta zor olmuş, çünkü kendi deyimiyle "belge eksikliği ve bilgi boşluğu" ile karşılaşmış. Ama bu onu durdurmadı. Ergenlik döneminde verdiği sözü ne olursa olsun yerine getirecekti. Böylece eski hapishane arkadaşlarını aramaya, onlarla görüşmeye ve belgelerini istemeye başladı. Ardından, deneyimlerini ve araştırmasının meyvelerini televizyonlarda anlattı. Çıktığı programlar sayesinde yeni tanıklıklar ortaya çıkmaya başladı.
Consuelo kendini her şeyi yazıya dökmeye adadı: Havva'nın Sürgün Kızları, Kadınları Koruma Kurulu'nun İsyancıları ve Bizim İçin Dua Et, bu konuyu araştıran İspanyol araştırmacılar için zorunlu bir referans görevi gören eserlerden bazıları. Kendi sözleriyle, "demokrasi bizi unuttu ve bu, diğer cezalar ve işlere ek olarak bekaret testine bile tabi tutulan çocuklara karşı işlenen bir zulümdü. Ve bana 'ama İspanya o dönem böyleydi' demenin bir faydası yok. Çocuklara yönelik bu hapishane sistemi tartışmasız bir vahşettir."
Değersiz
"Çelo Alfonso, Santo Celo [ıslahevinden] geçen pek çok genç hamile kadından biriydi. Hamile kaldığında 14 yaşındaydı ve bunu teyzesine söylediğinde aldığı tepki korkunçtu. İki adam onu bir arabaya bindirdi ve Valencia'daki Oblate Islahevi'ne götürüldü. Doğuma girdiğinde, La Cigüeña kliniğine sahte bir isimle girdi... Genel anestezi, Çelo'nun doğumla ilgili en ufak bir ayrıntıyı hatırlamasını engelledi. Ağlayarak ve oğlunu sorarak uyandı. Yeni doğan bebeği hiç göremedi. Yaşadığı travmayı atlatmasına zaman kalmadan onu Adoratrices de València Islahevi'ne kapattılar."
Bu, Marta García Carbonell ve María Palau Galdón'un kitaplarında topladıkları pek çok dehşet öyküsünden sadece biri. Bu iki gazeteci, Kadınları Koruma Kurulu'ndan, ilk kez Valencia'daki Santa Clara Manastırı'ndaki kadın hapishanesiyle ilgili bir haber üzerinde çalışırken haberdar oldular. Kurulun varlığını öğrendikleri andan itibaren de hayatlarını bu hapishanenin işleyiş biçimini ve ataerkil yapısını keşfetmeye ve anlatmaya adadılar. Bu keşiften sadece bir yıl sonra, gazetecilik için büyük bir İspanyol araştırma bursu kazandılar ve bu sayede emeklerinin meyvelerinin yayınlandığını gördüler: Ülkelerinin Değersiz Kızları. Harita ve fotoğraflarla dolu kitaplarında, bu cezalandırma ağının parçası olan mekânlara ve dini tarikatlara da işaret ediyorlar.
Bu çalışma alanının önde gelen tezi - Kadınların Korunması için Patronaj: Franco Rejimi Sırasında Fuhuş, Ahlak ve Devlet Müdahalesi - İspanya'daki Katolik-Milliyetçi ittifakı ile İtalyan faşizmi tarafından uygulanan sosyal kontrol modeli arasındaki paralelliği analiz eden 36 yaşındaki tarihçi Carmen Guillén tarafından yayınlandı. "[Akıl hastanesi benzeri] merkezler sadece psikiyatrik sorunları olan kadınlar için değil, aynı zamanda öngörülen kadın modeline uymayanlar için de kullanılıyordu."
Torunlar
Bu araştırmacıların birçoğu, bazıları İspanyol Kadın Enstitüsü tarafından desteklenen yuvarlak masa toplantıları için bir araya geldi. Bu etkinliklerde her zaman hayatta kalan bir kadın da dinleyiciler arasında yer alıyor. Bu kadınlardan biri olan Pilar Dasí, onlarca yıl önce hapisten çıktığında, ilk başta Kadınları Koruma Kurulu hakkında konuşmamıştı.
Bu alanlarda, bu deneyimi nasıl aktardıkları konusunda şüpheler ortaya çıkıyor. Bu dini merkezlerden geçen kadınların çoğu, kendilerini belirli bir kurumun tuttuğunun farkında değildi. Kurul'un adını duyan ise çok daha azdı. Bu nedenle, daha bir sürü kadının aynı örgütün kurbanı olduklarını bilmiyor olabileceğinden korkuyorlar.
Her ne olursa olsun, tarihsel anlatılarda hakim olan erkek merkezli önyargının farkında olarak, kendilerinden önce gelen kadınları gün yüzüne çıkarmaya karar veren bir torun neslinin -bazıları biyolojik, diğerleri metaforik- onarıcı iradesine tanık oluyoruz. Bunu yaparak, bu süreçte kendilerini de gün yüzüne çıkardıklarından eminler.
Yazar Begoña Méndez, Türün Sonu İçin Otobilim Kurgusu'nda şöyle yazıyor: "Büyükannelerimin biyografileri nerede? Onların varlıkları benim geleceğime dair hangi izleri barındırıyor? Büyükannelerim bana boş bir kağıt parçası bıraktı." Bunlar, bizi miras kalan sessizlikleri nihayet bozmaya iten sorular.
Kaynak: El Pais