Değişen dünya ve tarihin tekerrürü
Forum Haberleri —

Ortadoğu
- Dincilik, Ortadoğu'nun kaderi gibi sunuldu, ancak derinlerde can çekişmektedir. Sorun şu ki, bu anlayış bilimi, felsefeyi, sanatı ve bilgiyi haram sayarken, kendisi de edebiyatın acılı bir çocuğu olarak ortaya çıkmıştır.
- Aklın diyalektiği, özne-nesne ilişkisinin özdeşliğini gerektirir. Kadın özne olduğunda özgürlük ve güzellik gelişir. Bu da ancak dinin demokratik bir reforma gitmesiyle mümkündür. Siyasal İslam, şu an itibarıyla bir cehennem korkusundan ibarettir.
ŞEMSETTİN ÖZER
Kuşku yok ki içinde yaşadığımız dünya her an değişiyor ve gelişiyor. Ancak bu değişim, bazen mitolojik bir "dev"in derin uykusundan uyanma korkusunu da beraberinde getiriyor. Tarihin şahitliğinde, insanlık ve doğa, büyük güçlerin iki dudağı arasından çıkacak sözlere mahkûm edilmiş gibi görünüyor. Din, sermaye ve askerî güç gibi yapılar, tarih boyunca el değiştirerek toplumsal gerçekliği altüst etmiş, gerçek olmayanı gerçekmiş gibi sunmayı sürdürmüştür.
Peki, bu kaotik zamanda Ortadoğu nasıl bir durum yaşıyor?
Siyasal İslam ve kadın: Köleliğin tarihsel kökleri
Özellikle dincilik eksenli yönetilen toplumlarda, kadınların kurban olmaktan öte bir şansı pek yoktur. Siyasal İslam tarihine baktığımızda kadının yaşama hakkının bile sorgulandığını görürüz. Dini otoritelerin gözünde kadın, belirsiz ve günahkâr bir varlık olarak tanımlanmış, özgürlüğü kısıtlanarak erkeğin denetimine bırakılmıştır. Bu anlayış, mitsel söylemlerle şöyle ifade edilir:
"Ey Âdemoğlu! Kadını senin kaburgandan, sana hizmet etmesi için yarattım. Ona özgürlük tanımadım; senin arzuna boyun eğdikçe var olabilir. Çocuk doğurup soyunu sürdürebilir, ama ötesi değil."
Erkeğin kulağına ise şu söz fısıldanır
“Ey Âdemoğlu! Seni sınırlamadım. Kadın senin emanetindir, tarlan gibidir; istediğin gibi sürebilirsin."
Siyasal İslam, bu hiyerarşiyi Sümerlerden alarak Rahip-Kral-Komutan-Asker sınıfının bile gerisine itmiş, politik gücü arkasına alarak kadını ve toplumu karanlık bir çağa mahkûm etmiştir.
Dinciliğin yükselişi ve bilimin gerilemesi, Ortadoğu'yu cehenneme çeviren bir trajediye dönüşmüştür. Çünkü dincilik, her türlü eleştirel düşünceyi reddeden, erkek egemenliğinin kaba gücünden ibarettir. Eğer bir toplumu sömürmek istiyorsanız, önce kadını köleleştirip toplumu hurafelerle hipnoze edeceksiniz. Böylece toplum, yönlendirmeye açık hale gelecektir. Ortadoğu'da bu anlayış hiç değişmedi; aksine şiddetlenerek devam ediyor.
Dincilik, Ortadoğu'nun kaderi gibi sunuldu, ancak derinlerde can çekişmektedir. Sorun şu ki, bu anlayış bilimi, felsefeyi, sanatı ve bilgiyi haram sayarken, kendisi de edebiyatın acılı bir çocuğu olarak ortaya çıkmıştır. Coğrafi olarak özgürlük idealini inançla yok eden bu zihniyet, bilimin nedensellik ilkesini teolojik amaçlarla çarpıtarak şeriatı değişmez bir yasa gibi dayatmaktadır.
Avrupa'nın aydınlanması ve kadının özgürleşmesi
Avrupa, kilisenin yozlaşmışlığına karşı bağımsızlaşarak modern devleti aşan bir özgürlük anlayışı geliştirdi. Kadının özgürleşmesiyle hem maddi hem de manevi ilerleme sağlandı. Aydınlanma, entelektüel bir toplumun temelini attı ve bunun mimarı kadınlar oldu. Ortaçağ'da "cadı" diye yakılan binlerce bilge kadın, bu mücadelenin bedelini ödedi. Avrupa, tarihiyle yüzleşerek kilisenin otoritesini kırdı ve demokrasiyi inşa etti. Bugün Hollanda, İsveç gibi ülkeler, yerel özyönetim ve katılımcı demokrasi modelleriyle yönetilmektedir. Bu yönetimlerde kadınların öncü rolü, gelecek için umut vericidir.
Demokrasinin tanımı ve Ortadoğu’nun çıkmazı
Demokrasinin temel ilkeleri şunlardır:
1. Güçler ayrılığı,
2. Denge ve denetim mekanizmasının objektifliği,
3. Özgür katılım hakkı,
4. Seçme ve seçilme hakkı.
Bu bir düşünme, bakış ve kültür meselesidir. Avrupa bunu uzun mücadelelerle başardı. Peki, bu anlayış Ortadoğu’da, Siyasal İslam’ın zihniyet dünyasında var mıdır?
Ortadoğu’da direniş ve Rojava örneği
Avrupa demokrasi için mücadele ederken, Ortadoğu din, mezhep ve şeriat savaşlarına gömüldü. Bölgede Kürt kadını DAİŞ’e karşı öne çıktığında, Türk, Arap, Alevi ve dünya kadınları onun yanında yer aldı. Rojava, demokratik ve eşitlikçi bir mücadelenin somut örneğidir. Ancak Rojava, artık propagandadan çok bilim ve sanata yönelmeli, Avrupa’daki akademik çevrelerle dayanışarak kendini bir "direniş modeli"nden öte bir "bilim yuvası"na dönüştürmelidir.
Sonuç: Kölelik üreten iki ideoloji
Propaganda dönemi bitmiştir; dincilik ve ulus-milliyetçilik artık geçersizdir. Her ikisi de tarih boyunca yalnızca kölelik üretmiştir. Bölge devletlerinin toplumlarına yaşattığı sefalet ortadadır.
Aklın diyalektiği, özne-nesne ilişkisinin özdeşliğini gerektirir. Kadın özne olduğunda özgürlük ve güzellik gelişir. Bu da ancak dinin demokratik bir reforma gitmesiyle mümkündür. Siyasal İslam, şu an itibarıyla bir cehennem korkusundan ibarettir. DAİŞ, HTŞ gibi örgütler, devletlerin güç savaşlarında beslenen çetelerdir. Empatiden yoksun bu yapılar, Ortadoğu’da cehaleti kalıcı kılmıştır.
Umut: Demokratik ve entelektüel toplum
Demokratik ve entelektüel bir toplum geliştikçe, Türk-Kürt-Arap gibi suni ayrımlar yerini insanlık ortak paydasına bırakacaktır. Çözüm, demokraside ve insanın güzelleşmesindedir.