Eleştiri-özeleştiri tartışmaları: Nereden başlamalı?
Forum Haberleri —
- Hedef oy toplamak değil, örgütlemek olmalıdır. Öcalan’ın dediği gibi “örgütlenemeyen toplum demokratikleşemez.” On kişiyi örgütlemek yüz kişinin oyunu almaktan iyidir.
SERHAT TUTKAL
Feuerbach üzerine 11. tez Marx’ın yazdığı en meşhur cümlelerdendir: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir”. Yayımlandığı günden bu yana üzerine çok düşünülmüş, çok çeşitli tartışmalara konu olmuş bir cümle. Ayhan Yalçınkaya “Küf: Dede Korkut, Said Nursi ve Ali Üzerine” isimli kitapta bu cümlenin “onu değiştirmektir” kısmının “ondan kopmaktır” şeklinde de okunabileceğini söyler. Yani, Yalçınkaya’ya göre mevcut olanı kendi içinde bulunan imkanları gerçekleştirmeye yönelerek aşmak, henüz mevcut olmayan ama mevcut olabilecek olanı gerçekleştirmeye yönelmektir önemli olan. Bu çerçevede Yalçınkaya’nın şu tespiti son derece açıklayıcıdır: “...filozofun, öncünün, öncü sınıfın, dert anlayanın gündelik insandan bir farkı varsa eğer, tek farkı, gündelik insan gerçeklikle bağlıyken, gerçekliğe yönelmişken, bunların gerçekliğin kırılma noktalarını görebilmeleri ve bu kırılma noktalarında veri gerçekliği aşarak bir hakikate yönelebilmeleridir”. Yani, mesele mevcut gerçeklikle sınırlı kalmamak, ondan koparak onu aşabilmek, mevcut olanın ötesine geçerek Yeni’yi inşa edebilmektir, hiç kuşkusuz yine mevcut olan gerçekliğin içinde bulunan imkânlar çerçevesinde.
Verili olanın ötesine geçmek
11. tezin esas mesele olarak işaret ettiği değişimden kastedilenin zihin dünyalarındaki değişim olduğu kanısındayım. Hepimizin kavrayışı anlam dünyalarımızla, buradaki kültürel referanslarla sınırlıdır. Olguları bir takım kavramsal çerçeveler içerisinde değerlendirip anlamlandırırız. Anlam dünyamızda karşılığı olmayan bir söylem bizi etkileyemez. Verili olanın ötesine geçebilmek önce kavram olarak mümkün olmalıdır. Yani, insanların anlam dünyalarını dönüştürmeden mevcut olanı aşabilmek mümkün değildir. Zihinsel değişim gerçekleşmedikçe söyleyeceğimiz her şey mevcut olan içerisinden, mevcut olanı yeniden üretip devam ettirmeye hizmet edecek bir biçimde kavranacaktır. Marx’ın eleştirisini ben buradan anlamlandırıyorum. Olguları mevcut olan kavramsal çerçeveler içerisinde yorumlayıp değerlendirmek yetersizdir. Yeni kavram çerçeveleri inşa edilmeli, bu şekilde bir zihniyet dönüşümüne öncülük edilmelidir ki gerçek bir değişim mümkün olsun. Bu demektir ki esas mesele öncelikle zihin dünyalarını dönüştürmektir.
Entelektüel çabanın ihtiyacı
Zihniyet dönüşümünün öncelikli öneminin altını çizmek için Abdullah Öcalan’ın 2004 yılında yayımlanan “Bir Halkı Savunmak” isimli kitabında söylediklerini hatırlamak yerinde olabilir. Öcalan, bu kitapta açık bir biçimde mücadelenin öncelikle “entelektüel alanda, yani zihniyet alanında” kazanılması gerektiğini, zihniyet devriminin belirleyici önem kazandığını söylemektedir. Yine Öcalan’ın aynı kitapta savunduğu “kriz toplumlarında, yetkin ve amaca uygun teorik perspektif tarafından aydınlatılıp yönlendirilmeden, temel dönüşüm çabalarının boşa çıkması ve ters sonuç vermesi güçlü olasılıktır” tespitinin haklılığını son dönemde tekrar gördüğümüz kanısındayım. Öcalan, 2004 yılında yayımlanan kitapta “kaos durumunu anlaşılır kılmadan, sanki normal düzende yaşıyormuşuz gibi düşünür ve davranırsak temel yanlışlara düşmekten, dolayısıyla çözüm yerine çözümsüzlüğü tekrar tekrar yaşamaktan kurtulamayız” derken de adeta bugün üzerine konuşmakta, hemen ardındansa böyle dönemlerde entelektüel çabaya diğer dönemlere kıyasla çok daha fazla ihtiyaç duyulduğunu söylemektedir. “Teorik güçlenmeyi ne kadar sağlarsak, pratik çözümleyicilik de o oranda gelişir” tespiti de yine bu kitapta yer almaktadır.
Zihniyet dönüşümünü hatırlamak
Eleştiri ve özeleştiri tartışmalarının yoğunlaştığı bu günlerde birinci önceliğin zihniyet dönüşümü olduğunu hatırlamanın çok önemli olduğunu düşündüğümden mevcut tartışmalara katkı sunacağı umuduyla bu yazıyı yazmaktayım. Daha açıkçası, tartışmalarda yer yer gözden kaçan veya belki de kavranamayan bir şeyi ifade etmek istiyorum. Öcalan, Bir Halkı Savunmak’ta siyasi partiyi “demokratik toplumun ideolojik, teorik ve yönetsel koordinatörü” olarak tanımlamaktaydı. Yani, partinin önceliği ideolojik, teorik ve yönetsel koordinatör olarak zihniyet dönüşümüne, mevcut olanın aşılmasına hizmet etmektir. Bu da şu anlama gelir; eğer özeleştiri gerekiyorsa bu gereklilik alınan oy oranından veya çıkarılan milletvekili sayısından kaynaklanmamaktadır. Partinin önceliği oy oranını maksimize etmek olmadığına göre esas tartışılması gereken şey de neden yüzde 1 veya 2 oranında eksik oy alındığı değildir. Tartışma büyük ölçüde doğru olmadığını düşündüğüm bir çizgide ilerlediği için tartışmanın eksenini değiştirmek adına bu yazıyı yazıyorum.
Üçüncü Yol siyaseti
Devrimciler olarak amacımız dünyayı farklı biçimde anlamlandırmayı mümkün kılacak bir çerçeve inşa ederek mevcut olanı aşabilmek, Yeni’yi inşa edebilmemize olanak sağlayacak bir zihniyet dönüşümünü gerçekleştirebilmektir. Bu da mümkün olduğunca mevcut anlam dünyalarını ve iktidar ve hakimiyet ilişkilerini yeniden üreten tutumlardan kaçınılması gerektiği anlamına gelir. Üçüncü Yol derken kastedilen de budur. Üçüncü yol bir tür denge siyaseti anlamına gelmez, yeni bir yol çizilmesi anlamına gelir. Tartışılması gereken de “acaba birkaç vekil fazla çıkarılabilir miydi?” veya “yüzde bir fazla oy alınabilir miydi?” gibi aracı amaçsallaştıracak sorular değildir. Konumuz seçim dönemindeki tutumun zihniyet dönüşümüne hizmet edip etmediğidir. Eleştirinin de özeleştirinin de konusu bu olmalıdır.
Örneğin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının devrimci demokratik aktörler tarafından desteklenmesi doğru bir karar mıydı? Bu sorunun yanıtı alternatif tutumların zihniyet dönüşümü ve mevcut olandan kopuş yolunda daha yararlı olup olmayacakları meselesinde gizlidir, kimin yüzde kaç oy aldığı tartışılmaya değer bir konu değildir. Benim takip edebildiğim kadarıyla CHP adayının desteklenmesini savunmak için kullanılan iki ana argüman var. Birincisi bu şekilde faşizmin veya iktidar blokunun geriletilebileceği iddiasından doğru temellendiriliyor. Bu iddia kuramsal olarak gelişmemiş bir iktidar okumasına dayanıyor. Türkiye’de sanki birbirinden keskin sınırlarla ayrılabilecek AKP merkezli bir iktidar ve CHP merkezli bir gayri-iktidar blokları varmış gibi düşünülüyor. Halbuki iktidar sahip olunabilen değil, uygulanabilen bir şeydir. Esas olan iktidar ilişkileri ve bu ilişkilerden kaynaklanan hakimiyet ilişkileridir. Bu ilişkilere çok sayıda aktör çeşitli biçimlerde dahil olur. Yani, AKP adayı karşısında CHP adayını desteklemekle mevcut iktidar ilişkilerinin dönüştürülmesine katkı sunulamaz. Aksine, hakimiyet ilişkileri içinde hakim olan sınıf içerisinde bulunan ama konumu görece zayıf olan bir aktörün söyleminin konumu daha güçlü olan karşısında meşrulaştırılmasıyla mevcut iktidar ve hakimiyet ilişkilerinin yeniden üretilmesine katkı sunulmuş olur. Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesini Üçüncü Yol siyasetinin meşruiyetine zarar verdiğini ve zihniyet dönüşümüne katkı sunabilecek seçim döneminde demokratikleşme ve örgütlenme çalışmalarına odaklanılmasının önüne geçtiğini düşündüğüm için eleştiriyorum.
Kılıçdaroğlu’nu destekleme yönünde gördüğüm ikinci argüman, eğer HDP ayrı aday çıkarsaydı ve Erdoğan seçimi ilk turda kazansaydı bu yüzden HDP’nin suçlanacağı yönünde bir argümandır. Böyle “komşular ne düşünür” veya “elalem ne der” türünden argümanların demokratik bir siyasi hareketin mensuplarına yakışmadığı kanısındayım. Eğer “millet ne der” kaygısıyla Yeni’yi inşa etmekten kaçınırsak eski olana teslim olmuş oluruz. Kaldı ki CHP’nin veya diğer düzen partilerinin “HDP bileşenleri veya seçmenleri ne der?” şeklinde bir kaygısı yokken HDP’nin bu kaygıyla hareket etmesi eşitsizlikçi yaklaşımı dolaylı yoldan meşrulaştırmak yoluyla da Üçüncü Yol siyasetine zarar vermektedir.
Keza TİP ile yaşanan ayrı liste tartışmasında da esas sorun vekil sayısı veya oy oranı sorunu değildir. Esas sorun Üçüncü Yol hedefi doğrultusunda zihniyet dönüşümüne ve toplumsal dönüşüme öncülük edilmesi gereken bir dönemde kamuoyunun üç beş oy tartışmalarıyla haftalarca meşgul edilmiş olması ve buradan kaynaklanan gereksiz kavga ve atışmalara yol açılmasıdır. Ayrı liste zihniyet dönüşümüne katkı sunacaksa yirmi vekil de eksik çıkarılsa kimse ağzını açıp tek kelime edemez. Fakat ayrı liste-ortak liste tartışmasının zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmek konusunda pek önemi yoktur. O zaman bu konunun kamuoyunu meşgul etmesine de izin verilmemesi gerekirdi.
Övülmek değil, öncülük yapmak
Bunların hepsini şu an yazma sebebim yerel seçim döneminde aynı yanlışlara düşülmesinden duyduğum kaygıdır. Önümüzde yeni bir dünya inşa etme hedefi var, bu hedef Öcalan’ın da hedefidir. Liste, aday vb. ucuz tartışmalara enerji harcamaya devam mı edelim? Devrimci demokratik bir hareketin öncelikli meselesi beğenilmek, sempati kazanmak, oy oranı artırmak olamaz. Mevcut toplumsal koşullar içinde övülmeye çalışmak değil, bu toplumsal koşulların dönüşümüne öncülük yapmak gerekmektedir. Zihniyet dönüşümü için gerekirse beğenilmemeyi, antipati toplamayı da göze almak gerekir. Mevcut düzeni içselleştirmiş olanlar Yeni’yi inşa etmeye çalışanlara tarih boyunca tepki göstermişlerdir, yine göstereceklerdir. Bundan kaçınmanın ne getirisi olur?
Hedef oy toplamak değil, örgütlemek olmalı
Yerel seçim döneminde karar alırken yapılması gereken şey zihniyet dönüşümünü, mevcut olandan kopuşu, demokratik modernite fikrinin savunulmasını hedeflemektir. Bu çerçevede aday odaklı basit tartışmaların mümkün olduğunca geri planda kalması gerekir. “Başkaları ne der?” tutumu kesinlikle terk edilmelidir. Zaten 2019’da benim görebildiğim kadarıyla hiçbir CHP belediye başkanı “HDP sayesinde kazandık” demediğine göre seçim kaybettikleri takdirde kimse çıkıp “HDP yüzünden kaybettik” de diyemez. Kaldı ki büyük ölçüde işlevsizleştirilerek adeta ihale dağıtma merkezlerine indirgenmiş belediyelere büyük önem vermenin anlamı da yoktur, hele kayyum adı altında bir tür sömürge valisi atamanın tüm düzen partileri tarafından söylem düzeyinde normalleştirildiği bir dönemde hiç yoktur. Seçim dönemi zihniyet dönüşümüne ve toplumsal örgütlenmeye katkı sunacak biçimde değerlendirilmelidir. Hedef oy toplamak değil, örgütlemek olmalıdır. Öcalan’ın dediği gibi “örgütlenemeyen toplum demokratikleşemez.” On kişiyi örgütlemek yüz kişinin oyunu almaktan iyidir. Örgütlenmeye öncelik verildiği takdirde üç beş oy hesabıyla siyasi hareketi eleştirmeye kalkanları siyasal kavrayışlıklarının sığlığını yüzüne vuran bir yanıt vermek de mümkün olur. Tabii ki mümkün olan en yüksek oranda oyu almaya çalışmak da gerekir, fakat öncelikleri karıştırmamak kaydıyla. Yeni’yi kurmak istiyorsak eski olan siyasetleri meşrulaştırarak yeniden üretmekten kaçınmak gerekir.
Özeleştiri meselesi “nasıl daha fazla oy alabilirdik?” sorusuna odaklanarak çözülemez. Mesele “nasıl seçim dönemini zihniyet dönüşümünü mümkün kılacak ve örgütlenmeye öncelik verecek biçimde kullanabilirdik?” sorusuna odaklanılmasıdır. Yapılan eleştiriler de buna uygun biçimde yapılmalıdır. “Aday X değil Y olsaydı bir vekil fazla çıkardı” tartışmalarını uzun süre gündemde tutmak entelektüel vasatlığın kapısını aralamıştır, eleştiri ve özeleştiri mekanizmaları sayesinde bu kapıyı kapatmaya çalışalım derim. Yerel seçim döneminde yine aynı gereksiz tartışmalara kapılarak bu kapının ardına dek açılmasına asla izin verilmemesi konusunda yine hepimize görev düşüyor. Umarım bu yazının da ufak bir katkısı olur.