Dağ hiç delinir mi?
Forum Haberleri —
- Adeta Ferhat’ın su kanalı açmak için dağı delmesi gibi dağlar delinerek, savaş tünelleri açılarak buralarda savaş yürütülüyor. Devasa makinalarla, kepçelerle kamyonlarla değil, bu dağlar inançla, iradeyle, ülke aşkı ve savunma bilinci ile açılıyor.
ERDAL TOLHILDAN
Bir yazar ‘Ortadoğu demokratik direniş tarihinde hangi kahramanlar hem Türkler hem Farslar hem de Araplar tarafından aynı anda sahipleniliyorsa bilin ki o Kürt’tür’ demişti. Doğrusu, tarihin arşiv belgelerine, halk olmanın devlet kurmaya indirgendiği bir ortamda Kürtlerin tarihinin dönüştürülüp sahiplenilmesi kolay olmaktadır. Yakın zamanda faşist şef Erdoğan’ın özel savaş medyası Selahaddin Eyyubi’yi de bir Türk kahramanı olarak yansıtmaya çalıştı. Tarihte de bunu Firdevsi’nin çok kapsamlı şekilde yaptığı söylenir. Firdevsi’nin yazdığı en meşhur hikâyelerden biri de Ferhat ile Şirin’dir. Biraz kaynak taraması yapıldığında Türkler ve Farsların bu hikâyeyi kendilerine mal ettikleri görülür. Oysa orijin olarak Temmuz ve İştar mitolojisine dayanan, Mezopotamya sözlü edebiyatının, tarih ve kültürünün günün koşullarına ve zihniyet düzeyine göre yeniden işlenip yazılmasından öte bir şey değildir. Biz bu hikaye Kürtlerindir demiyoruz, bu hikaye Kürtleri de anlatıyor demek istiyoruz.
Ferhat ile Şirin hikayesinin birçok farklı anlatımı var. Bunlardan birine göre Ferhat’ın ailesi Şirin’i istemeye gider. Şirin, o bölgenin Mir’inin kızıdır ve Mir kızını vermek istemez. Ancak aileye de hayır demek istemez. O nedenle ortaya çok ağır bir şart koşar; “kim ki şu dağı delerek ardındaki suyu ülkeme getirirse kızımı ona veririm” der. Aile durumu anlar ve umutsuz bir şekilde eve dönüp durumu Ferhat’a izah ederler. Ferhat sevinçten havalara uçar, çünkü Şirin’e kavuşmak için bir umudu vardır. Kazma küreğini alır ve dağı delmek üzere yola koyulur. Sonrasında dağı delmiş mi, Şirin’e kavuşmuş mu bilmiyoruz. Rivayetler türlü olsa da bizce esas mesele farklıdır. Burada Şirin ülkeyi temsil eder. Su ise dağların arasına sıkışmış halkın özgürlüğünü. Yoksa o güne kadar su yoksa o halk nasıl yaşamıştır? Suları vardır ama savunmaları yoktur, dağ delinmeli özgürlüğün kapıları açılmalıdır. Halkını savunamayan Mir’in kızını vermemesi anlaşılırdır, onu alan onu savunamayacaktır. Onu savunabilecek olana vermek ister.
Önder Apo bizlere her zaman “yapamıyorum demeyin yapmak istemiyorum deyin” demiştir. Onda imkânsız yoktur. Belki zor olan, zaman alacak olan vardır ama imkânsız yoktur. Ferhat’ın sevincinin nedeni de budur, umut vardır ki zaferden daha değerlidir. Özgürlüğe ulaşmak Şirin’e ulaşmakla eş değerdedir ve bu umutla işe koyulur. Aşkın emek istediği, özgür ülke istediği bu hikâyede de doğrulanır.
Farkında mısınız, bugün Kürdistan dağlarında Ferhatlar bu kez Şirinlerle birlikte dağları deliyorlar. Ülke özgürlüğe susamışken ve devrim aşkı yürekleri tutuşturmuşken Kürt gençleri durur mu? Bu kez efsane değil, gözler önünde cereyan eden bir hakikat yaşanıyor.
Kürdistan dağlarında onlarca doğal şikeft (mağara) var. İçinde insanların yaşadığı, tarihin bilinen en eski şikeftleri Kürdistan’da yer alıyor. Herkesin bildiği, insanlara ait ilk el resimleri ve avlanan hayvanların çizimlerinin bulunduğu Şanidar şikefti Kürdistan’dadır. Bir şiirde ‘anne bırak bu sefer beni dağlar doğursun’ diyordu. Biz dağlara bu şiirdeki duygu ile yeniden doğmak için geldik. O halde rahatlıkla şunu da diyebiliriz; Kürdistan dağları insanlığı doğurdu ve şikeftlerinde hala insanlık savunuluyor.
Ancak mevcut savaş bu doğal şikeftlerde yürütülmüyor. Adeta Ferhat’ın su kanalı açmak için dağı delmesi gibi dağlar delinerek, savaş tünelleri açılarak buralarda savaş yürütülüyor. Dağ hiç delinir mi? Bir dağ nasıl delinir hayal ettiniz mi? Tasavvur etmek bile zor. Ama hepimiz otoyollardan geçerken açılan tünelleri görmüşüzdür ve hepimizi hayrete düşürmüştür; bu dağı nasıl delmişler böyle? Cevap basit; devasa makinalarla, kepçelerle kamyonlarla vs. Ama onların hiç biri bu dağlarda yok. Bu dağlar inançla, iradeyle, ülke aşkı ve savunma bilinci ile açılıyor.
Bir dervişin çile doldurması kırk gündür. Zaten çile Kürtçe’deki çil (40) kelimesinden türetilmiştir. Çile doldurunca Ariflik mertebesine doğru yol almış olur. Bugün özgürlük dağlarının Ferhat ve Şirinleri onlarca çile dolduruyorlar bir tüneli tamamlayabilmek için. Derviş oturup inzivasını tamamlıyor ama özgürlük gerillası oturmak nedir bilmiyor, inanılmaz bir emek harcıyor. Ariflik gerek bu kadar sabır göstermeye, arif olmalı ki bu kadar inançla çalışabilsin. O nedenle hepsinde yaşayan bir Ariflik var. Yine de sorsan daha kırk yıl dağdan çıkan molozu atsak yine arif olamayız derler.
Ferhat’ın yapacağı bir kanal açmaktı ama bugün yaşanan savaşın düzeyi ve ulaşılan teknik seviye nedeniyle dağın içine kaleler açmak gerekiyor. Hani tarihe geçmiş Dımdım Kalesi gibi yenilmez kaleler. Fakat bu defa dağın tepesine değil de içi oyularak yapılıyor. Önce o tüneller açılıp sonra savaşılmıyor. Savaş yürüyorken bir de tüneller açılıyor, ikisi aynı anda. Yani gerillanın gürzü bir kayaya iniyor, birde düşmanın başına! Onu da aynı anda yapıyor gerilla, hem de yaz kış demeden.
Kürdistan’ın doğal şikeftleri on binlerce yıldır yok olmadılar, bir insanlık mirası olarak yaşıyorlar. Bu savaş tünelleri de en az o kadar yaşayacaklar. Nasıl ki Mısır piramitlerinin yapımına hala hayret ediyorsak Kürdistan gerillasının yaptığı savaş tünellerinin nasıl açıldığına da hayretle bakılacaktır. Duvarlarda el resimleri ve avlanan hayvanların çizimleri değil, gerillanın elinin emeğini ve düşmanın attığı kimyasalların, patlattığı taktik nükleer ve termobarik bombaların izlerini görecekler. Belki o zaman gerillanın insanlığı savunmak için nasıl direndiği görülecek.
Anlaşılması için binlerce yıl beklemek mi lazım? Yanıbaşımızda tarih hem inşa ediliyor hem de yazılıyor. Ferhat da Şirin de masal değil, özgürlük aşkı ile Kürdistan dağlarında savaşıyorlar. Sahiplenmezsek başkaları kendi hikâyeleri gibi anlatacaktır. Gerillaya sahip çıkmak tarihine ve kendine sahip çıkmaktır.