Suriye'deki savaş ve Kürtlerin geleceği
Forum Haberleri —
- Suriye’deki savaşın yönü, gelecekte daha karmaşık bir hal alabilir. Türkiye, rejim ve uluslararası güçler arasındaki dengeler, savaşın seyrini doğrudan etkileyecektir. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırılarının artması, Kürtler için yeni bir tehdit dalgasını beraberinde getirebilir.
RIZGAR ZAG
Suriye’de 2011’de başlayan iç savaş, kısa sürede bölgesel ve küresel güçlerin çatışma sahasına dönüştü. Bu savaş, ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlarını maksimize etmeye çalışan birçok aktörün rekabetine sahne oldu. Özellikle Türkiye’nin müdahaleleri ve Kürtlerin demokratik kazanımları üzerindeki etkisi, bu çatışmayı daha da derinleştirdi. Kürtler, savaşın en kritik taraflarından biri haline gelirken, Türkiye’nin politikaları ve bölgesel dinamikler yeni soruları beraberinde getiriyor. Savaş daha da derinleşirse Kürtlerin durumu ne olacak? Türkiye’nin Kürtlere yönelik planları başarıya ulaşabilir mi? Kürtler, bu süreçte nasıl bir strateji izlemeli?
Suriye’deki savaş, sadece Esad rejimi ile muhalifler arasında değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güçler arasında bir vekalet savaşına dönüştü. Türkiye, başından itibaren Suriye’deki gelişmeleri kendi sınır güvenliği ve Kürt hareketine karşı bir fırsat olarak gördü. 2016’dan itibaren gerçekleştirdiği operasyonlarla Rojava’da Kürtlerin elde ettiği özerklik modelini baltalamaya çalıştı. Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî gibi Kürt bölgelerinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) gibi grupları destekleyerek hem Kürtlerin kazanımlarını geriletti hem de bölgedeki demografik yapıyı değiştirdi.
2016 yılında Halep’in rejim güçlerinin kontrolüne geçmesi, savaşın seyrini değiştiren stratejik bir gelişmeydi. Halep, muhalif güçlerin etkinliğini büyük ölçüde zayıflatırken, rejimin elini güçlendirdi ve Kuzey Suriye’deki dengeleri tamamen değiştirdi. Bu durum, Türkiye’nin Rojava üzerindeki baskısını artırmasına neden oldu. Türkiye’nin Efrîn’e düzenlediği saldırı, Kürtlerin demokratik kazanımlarını hedef alan stratejik bir hamleydi. Efrîn’in düşmesi, yalnızca askeri bir yenilgi değil, Kürtlere yönelik topyekûn bir saldırının başlangıcı olarak değerlendirildi. Halep’in düşüşü, Kürtler için yeni tehditler ve fırsatlar yarattı. Rejim güçleri ve İran destekli milisler kuzey ve doğuya doğru ilerlerken, Kürtler bir yandan Türkiye’nin saldırıları, diğer yandan uluslararası güçlerin çıkar hesapları arasında sıkıştı. Ancak bu süreç, Kürtlerin hem ulusal birlik hem de diplomasi alanında daha güçlü bir duruş sergilemesi için stratejik bir fırsat da sunuyor.
Türkiye’nin Suriye politikasındaki temel hedeflerinden biri, Kürtlerin siyasi ve coğrafi kazanımlarını yok etmektir. Bu strateji birkaç adımdan oluşmaktadır. Demografik yapının değiştirilmesi amacıyla Kürtlerin yerlerinden edilerek yerine Arap ve Türkmen nüfusun yerleştirilmesi, Rojava’daki demokratik yönetimi "terörle" ilişkilendirerek uluslararası desteği kırmak ve Rojava’nın Güney ve Kuzey Kürdistan’la birleşmesini engellemek. Türkiye’nin bu politikaları, Kürtlerin kazanımlarını uluslararası pazarlıklarda birer pazarlık unsuru haline getirme riskini artırmaktadır. DAİŞ ve benzeri radikal grupların yeniden güçlenmesi, Kürtlerin güvenliği açısından ek bir tehdit oluştururken, Rojava’daki demokratik özerklik modelinin uluslararası tanınma mücadelesi de bu tehditlere paralel olarak zayıflatılmaktadır.
Savaş, Kürtler için hem tehditler hem de fırsatlar barındırmaktadır. Demokratik özerklik modeli, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Ortadoğu halkları için bir umut ışığı sunmaktadır. Kürtler, bu modelin tanınması için hem ulusal hem de uluslararası alanda daha güçlü adımlar atmalıdır. Ulusal birlik, bu noktada kilit bir öneme sahiptir. Kürt halkının farklı siyasi gruplar ve partiler arasında bir koordinasyon sağlaması, yalnızca Türkiye’nin politikalarını değil, aynı zamanda bölgesel dengeleri de değiştirebilir.
Kürt liderlerin uluslararası platformlarda daha etkili bir diplomasi yürütmesi, bölgedeki gerçekleri dünya kamuoyuna taşıması gerekmektedir. Türkiye’nin radikal grupları dolaylı olarak desteklediği ve Kürt bölgelerine yönelik saldırılarının yalnızca Kürt halkını değil, bölgesel barışı da tehdit ettiği gerçeği açıkça ifade edilmelidir.
Suriye’deki savaşın yönü, gelecekte daha karmaşık bir hal alabilir. Türkiye, rejim ve uluslararası güçler arasındaki dengeler, savaşın seyrini doğrudan etkileyecektir. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırılarının artması, Kürtler için yeni bir tehdit dalgasını beraberinde getirebilir. Ancak Kürtler, bu tehditleri fırsata çevirebilir.
Sonuç olarak, Suriye’deki savaş, Kürtlerin ulusal ve uluslararası düzeydeki stratejik konumunu şekillendirmeye devam edecektir. Kaosun ortasında, Kürt halkı için en büyük meydan okuma, kazanımlarını koruyarak yeni fırsatlar yaratmaktır. Tarih, Kürtlerin bu zorlu mücadelede oynadığı rolü belirleyecek ve bu mücadele, sadece Kürt halkı için değil, tüm bölge için kalıcı bir barışın anahtarı olabilir.