Gençler kamplarda intihara itiliyor
Dosya Haberleri —
- Uluslararası göç çalışanı Kürt yazar, siyaset bilimci Prof. Dr Kenan Engin, zaman içerisinde değişen göçmen profiline işaret ederek, “Kürtlük olgusu giderek Avrupa’ya gelmenin bir argümanına dönüşüyor. Kürtlük bir amaçtan ziyade bir araca dönmeye başladı. Bu da çok vahim bir durum” diyor.
- Son göç dalgasında gelen mültecilere dair gözlemlerini paylaşan Psikolog Gözde Güler, "Gençler kamplarda intihara itiliyor. Nerede kalacakları, ne zaman çıkarılacakları, oda arkadaşları, aldıkları-harcadıkları para hiçbir şey onların kontrolünde değil" dedi.
DENİZ BABİR
Almanya’ya Kürtlerin göçü birkaç dönemden oluşuyor. İlk olarak 1920’li yıllarda bir grup Kürt genci okumak için Almanya’ya gelir. Celadet Bedirxan gibi daha sonra Kürt aydınlanmasının öncülerinden biri haline gelecek bazı isimler de vardır bu grubun içinde. En ilk yoğun göç ise 1960 ve 70’li yıllarda Türkiye’den gelen işçi göçüyle gerçekleşir. Bu işçilerin aralarında çok sayıda Kürt de vardır ve ileriki yıllarda Türkiye ve Kurdistan’daki Kürt ulusal uyanışıyla beraber Almanya’daki işçiler arasında da ulusal kimlik daha çok sahiplenilmeye başlanır. 1980’den sonra başlayan mülteci göçü ise hala devam ediyor.
Uluslararası göç çalışan Kürt yazar, siyaset bilimci Prof. Dr Kenan Engin, zaman içerisinde değişen göçmen profiline işaret ederek, “Kürtlük olgusu giderek Avrupa’ya gelmenin bir argümanına dönüşüyor. Kürtlük bir amaçtan ziyade bir araca dönmeye başladı. Bu da çok vahim bir durum” diyor. Almanya’da ciddi bir Kürt nüfusunun da olduğuna dikkat çeken Engin ancak Kürtler konusunda devlet tarafından desteklenen, araştırma yapan bir tek kuruluşun dahi olmadığına işaret ediyor. Almanya’ya Kürt göçünün hangi dönemlerde ve nasıl geliştiğine ilişkin Prof. Dr. Kenan Engin ile konuştuk. Psikolog Gözde Güler ise son göç dalgasında gelen mültecilere dair gözlemlerini paylaşarak göçmenlerin yaşadıkları sorunlar hakkında sorularımızı yanıtladı.
Kürtlük olgusu
“Almanya’ya Kürt göçüne tarihsel bir perspektiften baktığımız zaman farklı dönmelerde gelen Kürtlerin dünyaya bakış açısı, politik duruşu, kendi kimliği ile kendini özleştirmesi farklılık gösteriyor. 1920’lerde ilk Kürt göçünün gerçekleştiği dönemlerde, Kürt kimliğini sahiplenme, kendini Kürt olarak tanımlama ve kimliğini savunma gibi bir yaklaşım var. 1960’larda özellikle misafir işçi olarak gelenlerde ise farklı bir bakış açısı görüyoruz; Türkiye’de yaşadıkları deneyime bağlı olarak Kürtlüğünü gizleme, açığa vermeme hali hakimdi. Baskı ve yasak rejimi insanların kendi kimliklerini ifade etmelerinin önünde bir engeldi. Buraya geldikten sonra da bu hali çok rahat aşamadılar. 1980-90 ve 2000’lerde gelen göçmenlerin ise Kürt kimliğini yüksek düzeyde sahiplendiğini, bunu dışarıya karşı savunduğunu, nitelik bazında yüksek olduğunu görüyoruz. Gelenler zaten aktivist insanlardı. Çeşitli derneklerde, kuruluşlarda çalışmış, etkinliklerin birer parçası olmuşlardı. Onlardaki Kürt kimliğine bakış çok daha açık ve cesurdu. 2010’dan sonra gelen göçmenlerde okuma oranı yüksek, dünyayı algılayan, sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte farklı bir bakış açısına sahip yaklaşımlar mevcuttu. Kürt kimliklerini dövmeleriyle, kolyeleriyle, giydikleri tişörtlerle çekinmeden ifade ediyorlardı. 2020’lerden sonra gelen göçmenlerde ise “Kürt kimliğimden dolayı baskı gördüm; o nedenle buraya geldim” söylemi var fakat bu sadece söylem boyutunda. Aslında arka perdede çok ciddi bir Kürtlük bilinci göremiyoruz. Kürt sorununa ilgi ve politik alanda ifade noktasında çok gerideler. Bu da şunu gösterir; Kürtlük olgusu giderek Avrupa’ya gelmenin bir argümanına dönüşüyor. Kürtlük bir amaçtan ziyade bir araca dönmeye başladı. Bu da çok vahim bir durum.
Yeni göçler
Kürt sorunu, Kürt kimliğinin tanınmaması, bu konuda devletin gerici tutumu deyim yerindeyse Türkiye’yi kilitlemiş durumda. Kürtlerin kendini var edebilmesinin koşulları ortadan kaldırılıyor. Aktif siyaset yapabilmenin yolları kapatılmış. Dolayısıyla oldukça gerilimli bir süreç hakim. Bu gerilim çözülmediği sürece Türkiye’nin adım atabilmesi mümkün değil. Dolayısıyla bu yeni göçleri de tetikliyor. Kürt sorunu, Kürt legal siyaseti ve İmralı bir bütün. Bir parçası eksik kaldığı zaman çözüm mümkün görünmüyor.
Almanya’da 2 milyon Kürt
Almanya’da yaşayan Kürtler 2 milyona yakın bir kitleyi oluşturuyorlar. Sayıca Avrupa’daki birçok ülkenin nüfusundan fazlalar. Ancak Kürtler konusunda, Kürt kimliği üzerine devlet tarafından desteklenen, araştırma yapan bir tek kuruluş dahi yok. Devlet desteklemiyor diye Kürtler hiçbir şey yapmamalı mı? 2 milyona yakın insanın yapamayacağı bir şey yok. Bilimsel anlamda da sosyal anlamda da Almanya’daki yaşama, aktif siyasete, bilim alanına katılarak Kürtlerin sorunlarını, taleplerini dünya kamuoyu ile paylaşabilirler. Bu şekilde birçok şeyi değiştirebileceğimizi düşünüyorum.”
***
'İnsanlar hala bir umutla geliyor’
Almanya, son yıllarda büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya. Artan göç hareketlerini yıldırma politikasıyla engellemeye çalışan Alman devletinin politikaları ise göçmenlerin yaşadığı sorunları beraberinde getiriyor. Düşük yaşam standartları, sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve sosyal izolasyon kamplarda yaşanan sorunların başında geliyor. Dil bariyerleri ve yasal dayatmalar, göçmenlerin hayatını daha da zorlaştırırken kamplarda yaşanan olumsuz koşullar, umutsuzluğa sürükleyen politikalar ve psikolojik şiddet intiharlara ve şüpheli ölümlere yol açıyor. Psikolog Gözde Güler, son göç dalgasında gelen mültecilere dair gözlemlerini paylaşarak göçmenlerin yaşadıkları sorunlar hakkında sorularımızı yanıtladı.
Özellikle son iki senedir Almanya’da göç ciddi oranda yoğunlaştı. Mültecilerle çalışma yürüten bir psikolog olarak kamplara dönük izlenimleriniz neler?
Kamptaki ortam çok kötü, şiddet çok. Uyuşturucu bağımlısı insanlar fazla. Kampın kendine ait bir dünyası var. Gelen kimdir, yaşı nedir, nasıl bir ortamdan gelmiş, ne gibi sorunları var bilmiyoruz. Bir tanesi cihata gidecem diye kampta tişört giyen oğlanları dövüyordu. Bir tanesi şizofrendi ve çalışanları taciz ediyordu. Çok çeşitli insanlar var ve bu insanların kaçının psikolojik sorunu var, nasıl bir zarara yol açarlar bilmiyoruz. Bu konuya ilişkin bir denetleme de yok. Kampta çalışan güvenlikler de bu düzene destek oluyor. Dışarıdan uyuşturucu sağlıyorlar. Göçmenler genellikle şehrin dışında veya askeri kamplarda kalıyorlar. Geldiklerinde hiç temas etmedikleri kültürde insanlarla bir odanın içine yerleştiriliyorlar. Dilini anlamadıkları, siyasi görüşlerinin, hayata bakışlarının, hijyenik yaklaşımlarının aynı olmadığı insanlarla kalmaya zorlanıyorlar.
Göçmenlerden bahsederken aslında kaybolmuş hayatlardan bahsediyoruz. Burası genellikle son çare olarak gördükleri ve büyük umutlarla geldikleri yer. Ancak geldiklerinde büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Hayal ettikleri Almanya ile yaşadıkları kamp arasında dünyalar kadar fark var. Özellikle gençler büyük umutlarla geliyor, ekonomik olarak güçleneceğini öngörüyorlar. Kamplara yerleştirildikten sonra ise ilk başta birkaç ay beklerim daha sonra dağıtım gelir ve bir eve çıkarım diye düşünüyorlar. Ama o dağıtım gelmiyor. Avukat tutamayan göçmenlerin ise genellikle deport haberleri geliyor. Kalabilenler neredeyse 2 sene beklemek zorunda kalıyorlar. Bu süreç birçoğu için sancılı geçiyor. Kimse yarının ne olacağını bilmiyor. Gece sesten gürültüden uyuyamıyorsunuz. Her sabah ise kaldığınız odaya kontrole geliyorlar. Bir mahreminiz yok. Bir nevi açık cezaevi. Asıl psikolojilerini olumsuz etkileyen de bu.
Son dönemde gelen mültecilerin profilleri nasıl? Göç etme motivasyonları neler?
Gelenlerin yaşı küçük. Genelde siyasi altyapısı olmayan gençler. Karışık da bir politik görüş çeşitliliği var. Türkiye’den gelenlerin yalnızca muhaliflerden oluştuğunu söylemek yanlış olur örneğin. “Ölürüm Türkiyem” diyip Avrupa’da yaşasam daha iyi diyerek gelenler çok. Son göçü ekonomik göç olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Avrupa’da ekonomik olarak kendilerini var edebileceklerini umarak geliyorlar. Türkiye’nin baskıcı siyaseti de buna sebep. Türk devletinin gençlere sunabileceği bir hayat yok artık. Eskiden iş bulabilmek, hayat standartlarını yükseltmek için kırsaldan kentlere göç ediyorlardı. Şu anda Avrupa geçmişin kentleri haline geldi. Buradaki sorun umut edilenin gerçekte var olmaması. Geldiklerinde en fazla karşılaştığım soru “Ben burada mı kalacam” oluyor. Geldiklerinde bunun hayal etmiyorlardı. Tuhaf olan buradaki şartların hala Türkiye’den ve Ortadoğu’dan görünmüyor olması. Hala insanlar bir umutla geliyor. Bir de akrabalarına güveniyorlar tabii. Ama orası da beklenildiği gibi olmuyor. Süreç uzuyor ve bu süreci akrabalar da kaldırmak istemiyor. En nihayetinde avukat masrafı, iş bulma masrafı, toplanması gereken kağıtlar ve bir dizi prosedür var.
Kamplarda yaşanan intihar olayları gün geçtikçe artıyor. Bir psikolog olarak bunu neye bağlıyorsunuz?
Gençler kamplarda intihara itiliyor. Hayatlarında hiçbir şey kontrolleri altında değil. Nerede kalacakları, ne zaman çıkarılacakları, oda arkadaşları, aldıkları-harcadıkları para hiçbir şey onların kontrolünde değil. Sevmediğiniz bir insanla 10 metrekare içine sıkıştığınızı, yan odanızda dilini, kültürünü bilmediğiniz insanlarla yaşamak zorunda olduğunuzu düşünün. Pis yerlerde temizlenmeye çalıştığınızı düşünün. İki yıl böyle yaşamak insan psikolojisine ağır bir darbe verebilir. Bunun sonucu intihar olmasa da, teşebbüse, kendini yaralamaya, uyuşturucuya bulaşmaya kadar gidebilir. Gençler sağlıklı bir ruh haliyle yola çıksalar bile ya yol esnasında ya da kampta umudunu kaybediyorlar ve psikolojik sorun sahibi oluyor. Kaybedecek bir şeyleri olmadığından bu yola çıkıyorlar ama burada da kazanacak bir şeyleri yok. Bu acı bir gerçek.
Peki kamptaki kadınların durumu nedir?
Kadınlar için daha da zor. Kaldığınız binada duş almak için bile insanların içerisinden geçmek zorunda kalıyorsunuz. Kadına şiddet, baskı ve taciz kampta da devam ediyor. Çoğunlukla maddi durumlarını düzeltmek için gelen kadınlar ailesine para gönderebilmek için, ayakta durabilmek için, çocuklarına bakabilmek için kampta fuhuşa sürükleniyor. Afrika’da bunun bir çetesi var. Kadınlara “Sizi oraya gönderip hayatınızı kurtaracağız” diyorlar. Kadınları bu işe sürüklüyorlar. Kamp çalışanları ise kadınları oturum vermek vaadiyle kandırmaya çalışıyor. Kadınlar ya inanıyor ya inanmak istiyor çoğunlukla korkuyor. Özellikle ailesiyle gelenler çok ciddi sorunlar yaşıyor. Çocuklar kamplarda kötü koşullara mahkum ediliyor.