Güneşe yolu düşenler

Forum Haberleri —

güneş:foto:pixabay

güneş:foto:pixabay

  • Ey esen rüzgâr. Yediveren gül. Vebalim. Bin yılın son demi bu. Ve bütün yıldızlar tepemizde. Açık bir meydanda oynadık oyunu. Yalnız ve kendimizle ilkin. Onun için kimse bilmez ilk isyanın öyküsünü.

MORDEM ALİŞER

Çizgisini kalın çizdiğimiz ayrıntıların bir tekrarıyız belki de. Öncesinde ve sonrasında olduğumuz hayatın belki de bir benzeri. Ya da kendimizde taşımaktayız benzersizliği. Bütün ayrıntıları biz yarattık. Biz kendi evrenimizde bir gök gibi yıldızlar dolusu aydınlıktık. Ya da kozmik patlamalar içinde hızla başka bir evrene taşınmaktayız. Ay biz, güneş biz, yıldızlar biz. Atom ayarında bir kozmik düşünceydi götürdüğümüz. Hayat bizdik.

Eğer en onulmaz dertler içinde gizil bir kuvvetse inanmak ya da "insan hafızasının yetmediği noktada“ daha yukarıda birisi mi var diye sormak Tanrı’yı, o ki en büyük arayıştır özgürlük, en heyecanlı yürüyüşlerde sürükleyici, en meraklı sorularda yürekli olmak, yani tanrı katında "kendi kendine yeterli olmasını bilmektir“ ister en karanlık isterse de en yalnız zamanda. Oysa ne yalnız görünen putları bir zamanın ne de kabullenilmiş tabularıdır yaşamın, her biri bir evren gibi karşında duran sırlardır bilinmezlikler içinde. Ki her bilinmez bir korku salar etrafına, her korku iktidarsızdır kavgada. Ne alacakaranlıkta formüllerle tarifi yapılan siyasettir ne de bilinmiş bilinmemiş yanıtlardır kitapta okunan. Marx Lenin Mao bir zaman dervişi olsa da, belki biraz peygamberlerdir çıplak yüreğinde gerçeğe daha yakın duran. O ki ne on ne elli ne de doksan dokuz bin adıyla sıfatları yeterli gördük adına. Hepsinden daha fazla nitelikti bir tek insanda toplanan.

Ey esen rüzgâr. Yediveren gül. Vebalim. Bin yılın son demi bu. Ve bütün yıldızlar tepemizde. Açık bir meydanda oynadık oyunu. Yalnız ve kendimizle ilkin. Onun için kimse bilmez ilk isyanın öyküsünü. Karanlık, korku ve ölümle dört tarafı da çevrilmiş yüreğin güneşle dansını. Ağarmış yüzlere sorduk her birini, tastamam öykülerini. En çok severken neden yandıklarını ve bir yıldız olup da neden hiç sönmediklerini. Oğul bekleyen anaya ve dolgun başakta yeniden şenlenen toprağa, neden hep en güzel gözleriyle gülerken en verimli çağlarında güneşe koştuklarını sorduk. Sonra tuttuk elimizde gözlerinde yanan parıltıyı, ilk sözün hürmetine deyip asıldık yıldız kuşağında aydınlanan toprağa.

Bil ki güneşe yolu düşenlerin bir daha dönmezler geri. Bil ki bir o bilir, bir de ardında güneşe gidenler. Sonra öğrendim ki, güneşte doğmak ve yeniden yaşamakmış aslolan, yıldızlara tırmanırken.

Bir öykü bu. Bir sır gibi başlayan ve bir kocaman göz gibi gören -“büyük gören göz”- ve duyan ve yaşayan ve hafızamızda çözülmemiş bilmece ve tutkularımızdan öte ve aklımızdan ileri bir büyük soruda sır gibi sözcüktü belki de özgürlük şimdi yaratılan.

Gizde başlıyor ve olduğu yerden öteye koşuyor hayaller. Söylenmemiş sözcüklerinde. İlkin bir tanıklıkta çözülüyor bilmece, bir bakışta ya da en amansız uçurumunda hayatın, ilk sözcüklerinde, adını çağırır gibi. Bir hayalin düştüğü fotoğraflarda ararken ya da bir resmin çiçekli bahçesinde açık bakışlarla fethedilmemiş göklere doğru giderken, çocuk heyecanlarla başlayıp kusursuz bir dünyaya yol alırken, önünde ve arkanda, geçmiş ve bugünde ve yarında aramak, çözümlenmiş ve çözümlenmemiş aşkların en kuytu yerinde, bir öfke patlamasında bazen veya sabrın çatlamaya yakınken, yazılmamış bir romanda ya da henüz girilmemiş bir savaşta deli dolu dövüşmede iken, aşkın o kutsal mabedinde özgürlüğü aramak sürüyor şimdi giz içinde ve umutlar gizlendiği yerden çıkıyor adınla, soğumamış yürekte, kirlenmemiş sözün gücünde yeniden sürüyor o hayal gün ve gece içinde.

Ey zamanın ve hayatın ihtilal çocuğu, arkanda kapansa da kapılar, yalnız hayalin geçtiği yerde, kadim bir kıtanın yüreğinde, ak saçlı, evliya, bir ihtiyar gibi belki, arif ve olgun ya da bir çocuğun bitirim sevdasında, saf ve serbest, yeniden çoğalıyor sözcükler.

Ve sonra kor bir ateş gibi başlıyor yanmaya. Dert içinde derman ile, karabasanda aydınlık ile. Ey acılara kesilen ruh; zincirler ki ince bir ipin ucundan koparılmasıdır. Hangi ucunda sallanırsa korku, orada tersine dönmüş bir benlik yatar.
Ve gözün görünmeyen bir yerinde bağlar direğe. Yakala onu. İlk ve son gününde yeniden birleşiyor ölümün ve yaşamın iki yüzü. Öp ve kucakla hürmetle.

İsyan edilmişse bir kez, imanı isyan kuvvetinde ise yerleşik düzene, yürümek üstüne yüreğine yüklenmiş bir isyancı gibi. Herkesin elele tutuşacağı ve gönlünce yaşayacağı bir yer yapmak için. Gitmek, tane tane dökülürken gözyaşları yanaklarına, dönüp bakmadan arkana -ah bu dünyanın imanı var mıdır, isyan etsen sığınacak yerin var mıdır- gitmek. Çoğul haykırışlar ıssız kıyılarda yalnız kaldığı zaman ve peygamber düşlerinde bir gömülü dağ, bir yalnız mekan, kendi çarmıhını yapan ya da inkar ki ilkin kendi çevrendekiler takmamış, kabullenmemiş bir edayla bakan ve o ki aynı yerde kazır yüreğini, ıssız ve yağmursuz göklerin kudretine; bir tutam gül ve bir yaşamın nefsinde ayrılırken yollar, şimdi ayrılır her bir parçasından münferit duygular, karmaşa oyunlarda altta kalanın canı çıkar; gitmek ve isyan dilinde konuşmak ve kızgın vaktinde güneşin, gökle yerin öpüştüğü sonsuzlukta, yani ilk insanın gönlünde, biraz çocukça, temiz, saf ve beraberince yayılmak dört bir yana; “ülkeye, dünyaya, evrene…"

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.