Kapitalist canavar mı Godot mu?
Forum Haberleri —
- Konjonktürü güncel veya değişen zaman olarak tanımlarsak zamanın oluşturucu gücünü stratejik güç olarak kabul ediyorsak statik duruşu, diğer bir ifadeyle beklentinin siyasal ifadesi olarak devrimi Godot’a teslim etmekten başka şansımız kalmamış oluyor. Fakat kapitalist modernite güçlerinin tanrısal canavarı durmuyor. Yakıp yıkılanların ardından küllerle uğraşmayı iş edinirsek daha çok beklemiş oluruz.
MORDEM ALİŞER
Üçüncü Dünya Savaşı içinde demokratik değişimi, değişimin yol ve yöntemlerini düşünmek sanıldığından da zor bir konu. Çelişki ve çatışmaların en yoğun şekilde yaşandığı, boğazlaşmanın kan deryasına döndüğü Ortadoğu coğrafyasında bunu yapmak daha da zor. Kapitalist hegemonyanın merkezi güçlerinin on yıllardır bölgeye yönelik hamlesinin sarsıntıları içinde halklarımızın özgür ve demokratik geleceği için tarihsel deneyimler kadar bugünün somut gerçekliği içinde yeni yol ve yöntemler bulmanın temel ihtiyacı ise olduğu gibi önümüzde durmaktadır.
Ulus- devlet zihniyetinin hem taşınamaz hem de kendini aşılamaz kıldığı bir zeminde bunların tartışılması neredeyse imkansız hale getirilmeye çalışılıyor. İki yüz yıllık kapitalist hegemonyaya alternatif olma iddiasındaki reel sosyalist paradigma ve yapılanmanın güncel hale sirayet eden zihinsel varlığı ne yazık ki toplumsal sorunları daha da yıkıcı ve çürütücü hale getirmiştir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi iddiasında olan bir çok parti, hareket ve kişiliklerin güncele yaklaşımları aslında tam da bunun izdüşümünü yaşıyor. Yani toplumsal ve tarihsel kriz aşılamıyor. Krizin sonuçlarıyla uğraşmanın propaganda değeri belki vardır ama yeniyi inşa etme gücü kesinlikle yoktur. Siyasal İslam ideolojisiyle hareket edenlerin bu kesimlerden daha fazla güç elde etmeleri, toplumları peşinden sürüklemeleri, hatta iktidara ulaşmaları gerçekten düşünülmeye değerdir.
En üretken ekonomi ideolojidir
Bu güçleri kullanan kapitalist hegemonyadır deyip geçemiyoruz. İslam Türk ideolojisiyle AKP 22 yıldır iktidardır. Hatta devleti yeniden inşa etmiştir. Ekonomi diye bir şey kalmamış, hemen herkes günlük ekonomik durumdan yakınıp duruyor deniliyor ama bu ekonomi sıfırı da tüketse ideolojinin kendisi ekonomiyi yaratıyor. En büyük, en üretken ekonomi ideolojidir aslında. Buna talan, çapul ekonomisi demek durumu ya anlamamaktır ya da küçümsemektir. Reel sosyalizmin de bir ekonomisi vardı. Reel sosyalist ideolojinin ürettiği, daha doğrusu rant-kâr birikim rejimi 70 yıldan sonra tepe taklak olsa da bunun ideolojik hakikatle yakından bağı vardı ve üretiyordu. Sanıldığı gibi reel sosyalizm yeni ekonomik sistemi oluşturmadığından değil, ideolojik yetersizliğinden yıkıldı. K. Marks ömrünün neredeyse yarısından fazlasını bu ekonomiyi açıklamakla tüketti. Sonuçları ortadadır. Brejnev’in kadrolarına yenildi desek yeridir. Nedensiz değildir. Yönetim, kadroların hemen herbiri birer “sosyalist” lord oldular. Reel sosyalist deneyimi yaşayan her bir ülkedeki durum da böyleydi. Şimdi dünyanın en zenginleri arasında Çin Komünist Parti üyelerinin olması boşuna değildir. Demek ki yanlış ideoloji yanlış sonuçlar üretiyor ya da ideoloji ekonomi ürettiği kadar vardır denilebilir. Baş ile ayak böyle yer değiştirmiş durumdadır. Ekonominin demokrasi, ekonominin özgürlük ile olan bağı doğru kurulmadıkça yarattığı sorunlarla uğraşıp durmaktan kurtulunamaz.
Jakoben örgüt amentüsü
Bolşevik Partisi Çarlık Rusya’sında iktidarı aldığında oldukça sıkı örgütlenmiş bir parti yapısına ve kadrolara sahipti. Onlar da aslında Fransız devrimi okulundan geçmişlerdir. Jakoben örgüt amentü gibidir. 20. yüzyılın devrimcilerine ne kadar da benziyorlar! Bolşevik Hareket’in Birinci Dünya Savaşı içinde çürüyen rejimi bir kaç darbe ile devirmesi zor olmadı. Lenin’in stratejik ve taktik dehası tam da böylesi zamanlarda açığa çıkar ve sonuç alır. Aslında daha sonra gelişen bütün ulusal ve toplumsal hareket ve devrimlerin temel mayası buradadır. Zihin dünyalarını belirlemiştir. İyi örgütlenmiş bir siyasal ve askeri örgüt ve kadrolar demokratik işleyiş ve toplumsallaşma gücünden neredeyse habersizdirler.
Koşullar oluştuğunda, konjonktür uygun hale geldiğinde hızla harekete geçmek ve iktidarı almak temel hareket tarzlarıdır denilebilir. Soğuk savaş koşullarında, dahası ulus-devlet zihin ve yapılanmasının revaçta olduğu yüzyıl içinde böyle sayısız “devrim” yapıldı ve dünyanın neredeyse üçte biri bu kampa dahil oldu. Ortadoğu’da ise bunu yapan BAAS partileri ve bir de İran Hümeyni Şialığı oldu. Komünist ve sosyalist partiler yüzyıldır Mesih’i bekler gibi uygun koşulların oluşmasını bekledi. Halen de bekliyor. Bugün ulus-devleti zihinlerinde birer tabu ve tapınım nesnesi haline getirenler de ne yazık ki bu yapılar oldular. Kürdistan devrimi karşısındaki tutumları çok açık bir şekilde bunu göstermektedir ve ne yazık ki ibretliktir.
Konjonktür değişir devrim yapılır!
Sanıldığından daha fazla bu zihin ve yaklaşımların mücadele ve yaşama sirayet ettiği güncelde olup bitenler içinde rahatlıkla görülebiliyor. Üçüncü Dünya Savaşı’nın bütün yoğunluğuyla sürdüğü bu yıllarda toplumlarımız için çok fazla şey yapılabilecekken yapamamak çok ağır bedellerin verilmesine yol açmaktadır. Toplumsal sorunların bu kadar ağırlaştığı koşullarda, sorunlar artık taşınamaz duruma geldiği halde sorunu çözme gücünde olmamak doğrudan zihinsel, diğer bir ifadeyle ideolojik yetersizlik ile bağlantılı olma anlamına gelir. İdeolojiyi salt bir korkutma aracı ve zihinsel yöntem olarak kullanırsanız Siyasal İslam bunu büyük bir beceriyle yapmaktadır. “Cehennem” korkusunu dengeleyen mal-mülk edinme, yani bu hayatta ganimeti ele geçirme dürtüsü HTŞ’ye binlerce kadro kazandırmaktadır. Dediğimiz gibi ideoloji ekonomisini de üretiyor. Komünist ve sosyalist parti ve hareketlerin devleti devirdikten sonra el koyma hayalinin yerinde ise yeller esiyor. “Bir gün gelir konjonktür değişir, devrimin zamanı gelir ve devrimle devlete el koyarız.” O uygun konjonktürü kapitalist modernite güçleri şimdiye kadar vermedi. Yani kendiliğinden ellerinin içine düşen bir şey olmadı ama bunun temel bir strateji olduğu yanılgısından da bir türlü kurtulunmadı. Bugün en zorlayıcı hususlardan birinin bu olduğu söylenebilir.
Konjonktür değişir halk ayaklanır
Diğeri ise “konjonktür oluşur ve halkımız ayaklanır” beklentisi ve stratejisidir. Denilebilir ki Arap Baharı’nda da halklar ayaklandı. Türkiye’de ise aynı nitelikte Gezi eylemlilikleri oldu. Ama öyle koşullar yine oluşmadı. Daha doğrusu bunu demokratik ve devrimsel bir gelişmeye ulaştıracak bir stratejik ve taktik önderlik ortaya çıkmadı. Demek ki sanıldığından daha fazla reel-sosyalizm zihniyeti ve yapılanması etkindir ve bir türlü aşılamıyor. Buna bir de dokuya kadar sirayet eden, bütün zihinleri allak bulak eden ulus- devlet kimliği altında milliyetçilik zihniyetinin etkisini kattığımızda nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuz anlaşılabilir. Türk’ün devletçiliği Kürt’ün de kabile ve aşiretçiliği ne yazık ki aynı kapıya çıkıyor. Sağdan ve soldan iki eğilimin baskısı altında özgürlük eğilimini geliştirmenin zorlukları böylece katbekat artıyor.
Devrimi Godot’a teslim etmek mi?
O zaman konjonktürü güncel veya değişen zaman olarak tanımlarsak zamanın oluşturucu gücünü stratejik güç olarak kabul ediyorsak statik duruşu, diğer bir ifadeyle beklentinin siyasal ifadesi olarak devrimi Godot’a teslim etmekten başka şansımız kalmamış oluyor. Fakat kapitalist modernite güçlerinin tanrısal canavarı durmuyor. Yakıp yıkılanların ardından küllerle uğraşmayı iş edinirsek daha çok beklemiş oluruz.
Gerekli olan kapitalist hegemonik güçleri doğru değerlendirmek kadar dogmatikleşmiş zihin ve yapılanma kalıplarını aşarak an’a yanıt olma yeteneğini geliştirmektir.