Kürt kadınları meydan okuyor
Kadın Haberleri —
- Brezilyalı araştırmacı Letícia Gimenez: Rojava'daki demokratik konfederalizm deneyimi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğünün, demokrasinin inşası için gerekli temel unsurlar olduğunu gösteriyor. Özerk Yönetim’in her alanına kadın katılımı, boşanma ve aile içi şiddete karşı Kadın Evleri, Jinwar ve Jineolojî merkezlerinin kurulması gibi birçok girişimden haberdarız.
- Şu anki araştırmamda Türkiye'nin Efrîn işgalini, Abdullah Öcalan'ın eleştirileri ve Jineolojî ilkeleri merceğinden inceliyorum. YPJ'den görüştüğüm kişilerden biri, Efrîn’de tecavüz ve saldırının kadınlarla sınırlı kalmadığını, toprağın kendisine kadar uzandığını belirtti. Bu bütüncül yaklaşım, ekolojik ve feminist mücadeleler arasındaki simbiyotik ilişkinin altını çiziyor.
MIHEME PORGEBOL
Letícia Gimenez Brezilyalı genç bir araştırmacı. Rio de Janeiro Federal Üniversitesi bünyesinde çalışmalarını sürdüren Gimenez’in neredeyse tüm çalışmalarını kadın ordulaşması ve YPJ oluşturuyor. Şu an çalıştığı tezinde de Efrîn'in işgali üzerine araştırmalar yapan Gimenez, Jineolojî’nin kadın cinayetleri ve eko-kırıma karşı nasıl bir direniş kaynağı olduğuna odaklanıyor.
Efrîn’in işgali sırasında YPJ'nin sahada hem çetelerle savaşıp hem de toplumsal cinsiyet kaynaklı şiddetle mücadelesini inceliyor. Bu araştırma için, Enternasyonalist Komün'ün desteğiyle aralarında YPJ savaşçıları ve Özerk Yönetim’in çeşitli kademelerindeki kadın yöneticiler de dahil Rojava'daki kadın hareketi üyeleriyle görüşmeler yapıyor. Gimenez ayrıca bir grup Brezilyalı araştırmacı tarafından 2023 yılında kurulan Kürt Çalışmalarında Disiplinlerarası Araştırma Merkezi’nin (NUPIEC) de kurucularından.
Biz de genç araştırmacıyla Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğüne dair çözümlemeleri ile buna paralel olarak hem Kurdistan’da hem de dünyadaki kadın özgürlük mücadelesini konuştuk.
Abdullah Öcalan ve Kürt Kadın Hareketi ile nasıl tanıştınız? Sizi bu alanda çalışmaya iten şey neydi?
Rojava Devrimi ve Kürt Kadın Hareketi ile ilişkim 2019 yılında, bir derste Rojava Devrimi'ni ilk kez duyduğumda başladı. Ardından YPJ'ye ve medyanın kadın savaşçıları cinselleştirmesine odaklanan bir makale yazdığımda bu ilişki pekişti. Kürt Kadın Hareketi'ni keşfetmek hayatımda gerçekten derin bir etki yarattı. Bu hareketin Rojava ve Kurdistan'ın genelinde halen karşı karşıya olduğu zorluklara rağmen gösterdiği direnç beni derinden etkiledi. Araştırmaya devam ettikçe, Kürt kadınların soykırım ve etnik temizliğe karşı gösterdiği güç ve direnişten daha fazla etkilendiğimi hissettim; bu da Kürt kadınlarının sistemik baskı karşısındaki eylemliliğinin karmaşıklığı ve derinliğinin altını çiziyor benim açımdan. Abdullah Öcalan'ın geleneksel ulus-devlet arayışından ideolojik olarak uzaklaşması, Kürt halkının da benimsediği ve beni asıl büyüleyen yenilikçi siyasi stratejilere işaret ediyor.
Öcalan, toplumsal özgürlüğün tesisi için kadın özgürlüğünün şart olduğunu vurguluyor ve eleştirilerini uygarlığın temellerine kadar götürüyor. Onun bu konudaki bakış açısını nasıl yorumluyorsunuz?
İlk sömürünün kadınların ‘evcilleştirilmesi’, aile ve evlilik kurumları tarafından tahakküm altına alınması olduğu ve bu nedenle mücadele edilmesi gereken ilk baskının da kadınlara uygulanan sömürü olduğu analizinde Abdullah Öcalan’a tamamen katılıyorum. Önde gelen İspanyol feministlerden Itziar Ziga, Abdullah Öcalan'ın ideolojik çerçevesine yakın bir eleştiriyi şu sözlerle dile getiriyor: “Bir anarşist olarak mülkiyetin hırsızlık olduğunu biliyorum; bir feminist olarak da mülkiyetin kadınlardan hırsızlık olduğunu biliyorum. Mülkiyet aynı zamanda yerli halklardan, tüm kıtalardan, büyük insan çoğunluğundan, azalan fauna ve bitki örtüsünden, topraktan, sudan, havadan hırsızlıktır… Bunu bilmek için dünyaya bir göz atmanız yeterli.”
Şu anki araştırmamda Türkiye'nin Efrîn işgalini, Abdullah Öcalan'ın eleştirileri ve Jineolojî ilkeleri merceğinden inceliyorum. Analizim, Türk devleti ve paralı askerleri tarafından Kürt kadınlarına ve topraklarına karşı uygulanan şiddetin derin bir şekilde birbirine bağlı olduğunu öne sürerek toplumsal cinsiyete dayalı ve ekolojik bir perspektif benimsiyor. YPJ'den görüştüğüm kişilerden biri, Efrîn’de tecavüz ve saldırının kadınlarla sınırlı kalmadığını, toprağın kendisine kadar uzandığını belirtti. Sonuç olarak, toprağın özgürleşmesi kadınların özgürleşmesini gerektiriyor. Bu bütüncül yaklaşım, işgal ve genel olarak Kürt sorunu bağlamında ekolojik ve feminist mücadeleler arasındaki simbiyotik ilişkinin altını çiziyor.
Rojava Devrimi, Kürt Kadın Hareketi'nin dünya çapında tanınmasını sağladı. Ancak PKK'nin gerilla ordusunda on yıllardır kadın birlikleri var. Kürt halkının kadın özgürlüğüne olan uzun süreli bağlılığını, özellikle de ulusal özgürlük mücadelesi bağlamında nasıl açıklıyorsunuz?
Bir keresinde bir Kürt kadının PKK’nin “erkek gibi değil, kadın gibi” olduğunu iddia eden bir sözüne rastlamıştım. Bu iddia, partinin kuruluşunda sadece iki kadının yer aldığı düşünüldüğünde oldukça ilginç gelmişti bana. Ancak zaman içinde kadınların PKK’ye katılımı, devrim için giderek daha merkezi bir hale geldi. Sakine Cansız'ın biyografik çalışmaları bana kadınların PKK'ye katılımının ilk aşamaları hakkında çok değerli bilgiler verdi. Cansız'ın kendisi de partinin toplumsal cinsiyet dinamiklerindeki bu dönüştürücü rolünün önemli bir savunucusu olarak ortaya çıktı. Kürt kadınlar devrimcileşerek hem Kürt olmanın getirdiği etnik baskıdan hem de ataerkillikten kurtuluyorlar; evlenmek ve itaatkâr olmak gibi geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirmek zorunda değiller artık. Nihayetinde, bir gerilla hareketi içinde silahlı devrime katılıyorlar ve böylece hem devletin otoritesi ile konvansiyonel askeri güçlerine karşı savaşıyorlar hem de şiddet odaklı ataerkil egemenliğe karşı aktif olarak direniyorlar.
Rojava'da kadın özgürlüğü, devlet dışı demokratik konfederalizm modelinin merkezinde yer alıyor. Bu toplumsal örgütlenme modelinde kadın özgürlüğünün önemi nedir?
Rojava'daki demokratik konfederalizm deneyimi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğünün, demokrasinin kurulması ardından ulaşılacak hedefler olmadığını, aksine demokrasinin inşası için en başından itibaren gerekli olan temel unsurlar olduğunu göstermektedir. Kadınların her konseyde eşbaşkan olarak yer alması, Özerk Yönetim’in her alanında kadın katılımının sağlanması, boşanma ve aile içi şiddete karşı Kadın Evleri’nin kurulması, kadınlar ve çocukları için güvenli bir alan olarak Jinwar'ın varlığı, Jineolojî merkezlerinin oluşturulması ve hayata geçirilen diğer birçok girişimden haberdarız. Bütün bunlar devrimin, DAİŞ saldırıları sırasında dünya çapında dikkat çeken kadın gerillalar algısının çok ötesine uzandığını göstermektedir. Bu gelişmeler devrimin tüm toplumsal yapıya nüfuz ederek toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğünü devrimci sürecin özüne entegre ettiğini gösteriyor.
Önceki çalışmanız Kürt kadınların silahlı mücadelesinin küresel medyada nasıl tasvir edildiğini inceliyor. Ana akım küresel medyanın Kapitalist Modernite’ye karşı savaşan kadınları tasvir etme biçiminin ardındaki ideolojik nedenler nelerdir sizce?
Kürt savaşçılar, çoğu zaman çarpıtılmış ve cinselleştirilmiş bir şekilde olsa da özellikle Batı medyasında ve siyasi çevrelerde uluslararası ilgi çekti. YPJ savaşçılarının ‘kahraman’ olarak tasvir edilmesi, mücadeleleri ve kişisel geçmişlerinden ziyade güzellik standartlarına odaklanarak onları cazip hale getirmiş ve cinselleştirmiştir. Bu sansasyonel temsil, Kürt kadınlarını bir fenomene indirgeyerek DAİŞ’e karşı verdikleri mücadelenin kritik yönlerini göz ardı etmektedir. Oryantalizm bağlamında YPJ savaşçıları, Ortadoğulu kadınların ezilen ve siyasi olarak aktif olmayan klişeleşmiş görüşüne meydan okuyorlar. Ancak medyada yer alan haberlerde YPJ'nin teröre karşı savaştaki rolü vurgulanırken, tarihsel bağlamı ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ve devlet dışı yönetime dayalı çok etnikli, ekolojik demokrasi vizyonu ihmal ediliyor. Bu tür anlatılar aynı zamanda Kürt kadınlarının Suriye Savaşı ve DAİŞ’e karşı mücadele öncesinde uzun süredir silahlı mücadeleye yürüttüklerini de görmezden geliyor.
Abdullah Öcalan, öz-savunmanın kadınların toplumsal örgütlenmesi için en önemli araç olduğunu savunuyor. Bu öneriyi küresel kadın özgürlük mücadelesi bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öz-savunma, demokratik konfederalizmin ve Kürt Kadın Hareketi'nin temel ilkelerinden biridir. Öcalan'ın “Gül Teorisi” olarak adlandırılan teorisinde ifade ettiği gibi, tüm askeri faaliyetler aslında birer tepkidir. Gül gibi organizmalar dikenlerini öz-savunma sistemlerinin bir parçası olarak, saldırmak için değil kendilerini dış tehditlerden korumak için geliştirmişlerdir. Ancak öz savunma askeri ve silahlı boyutların ötesine uzanır; Kürt kadınlar da soykırım ve etnik temizlik karşısında kültürlerini, dillerini ve topraklarını koruyarak öz-savunma yaparlar. Dolayısıyla öz-savunma önerisi, küresel kadın özgürlük mücadelesi bağlamında da büyük önem taşımaktadır. Kürt Kadın Hareketi, son 50 yılda direniş ve pratik devrimin önemli bir örneği olmuş, dünyaya değerli iç-görüler ve dersler sunmuştur. Küresel patriyarkanın sömürü, saldırı ve kadın cinayetleri ile karakterize ettiği, kadınlara yönelik aşırı şiddet düzeylerini sürdürdüğü bir bağlamda öz-savunma, kadınların hem hayatta kalmaları hem de bu baskıcı gerçekliği dönüştürmeleri için temel bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır.