Nafile eğitim

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • AKP, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile çarpık kentleşmenin, betonlaşmanın, altın madenlerinin, HESlerin, kıyı boylarına sıralanan binaların doğayı katlettiği, tarım arazilerinin ranta peşkeş çekildiği bir ülkede gerçekçi olması bir yana biir kez daha aklımızla oynanıyor.

AKP’nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, sayfalar boyu akan, coğrafyadan fizik dersine, biyolojiden tarih dersine, hayat bilgisinden din bilgisine ve felsefeye kadar tüm dersleri çapraz kesen, bununla kalmayıp okul öncesi eğitimle ilgili dosyalarda neredeyse aynı ifadelerle tekrarlanan ahlâkçı bir öğretme biçimini dayatıyor. DEM Parti’nin Mayıs ayındaki basın açıklamasında net bir şekilde anlatıldığı gibi, salt İslamlaşmanın değil, neoliberal piyasaya itaatkâr işçiler yetiştirmeye dönük hazırlanmış bir programdan bahsediyoruz.

İtaat için millî ve manevi değerler devreye giriyor–yeni değil. Ama hiç bu kadar açık olmadı sanırım. Sorgulama ve eleştirel düşünce salt kelime halleriyle sayfalara serpiştirilmiş. Ders içeriklerinin tablolaştırıldığı, çıktıların listelendiği sayfalarda birbiri ardısıra aile bütünlüğüne vurgu yapılıyor: Milletin bekası için, iyi insan olmak için, sağlıklı bir toplumsal varoluş için, etkin vatandaş olmak için, felsefe dersinde ikinci ünite olarak belirlenen ve ‘öğrencin teknoloji ile ilgili felsefi soru ve problemleri hayatla ilişkilendirerek anlamlandırması …’ amacıyla tanıtılan Teknoloji ve Hayat başlığı kapsamında programlar arası bileşenler arasında öncelikli değer olarak en çok başvurulan tema. Ünitenin diğer değerleri arasında çalışkanlık, sağlıklı yaşam, mahremiyet, sorumluluk, tasarruf ve vatanseverlik geçiyor. Felsefe dersi kapsamında iman ve İslam dini referans kaynakları arasında yer alıyor. Akıl ve İnanç ünitesi başlığı altında tartışma konuları not edilirken, Kant’ın ‘inanca yer açmak için bilgiyi sınırladım’ sözü bağlamından çıkartılarak veriliyor. Kant’la bu ders boyunca birden fazla kez karşılaşıyoruz. Ama bir türlü Kalıcı Barış eserine ulaşamıyoruz.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde iki tema yok: Barış ve kardeşlik. Kardeşlik bahsi, sadece Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi (4.– 8. sınıf) dersinde ‘ensar muhacir kardeşliği’ ifadesinde ve Din Bilgisi (9. sınıf) dersinde millî ve manevi değerleri güçlendirici etkisiyle ilgili olarak geçerken, barış farklı derslerde, değerler listesinde ‘sevgi’ maddesi altına yerleştiriliyor. O kadar! Tabii, tarih derslerinde barış antlaşmalarından, komşu ülkelerle ilişkilerde, farklı kültürlerle bağ kurmakla ilgili bir unsur olarak bahsediliyor–burada sevginin yanı sıra ‘dostluk’ maddesi kapsamında da tekrarlanabiliyor. Hayat Bilgisi dersinde ise şirin bir şekilde buluyoruz kelimeyi: Barış Manço. Ötesi yok.

Öte yandan, Modeli tanıtan Ortak Metin’de, benimsenen ‘bütüncül yaklaşım’ın ‘doğal çevre ile barış içinde yaşamayı sağladığı belirtiliyor. Çarpık kentleşmenin, betonlaşmanın, altın madenlerinin, HESlerin, kıyı boylarına sıralanan binaların doğayı katlettiği, tarım arazilerinin ranta peşkeş çekildiği bir ülkede gerçekçi olması bir yana, ‘bilgiyi sınırlayan’ değil, yok sayan bir tespit ve iddia, bu. Bir kez daha aklımızla, anlam dünyamızla oynanıyor.

Oysa, bu ülkede barış hep arandı, aranıyor. Barışı savunanlar Cumhuriyet tarihi boyunca, türlü kısıtlamalara, sindirme hamlelerine rağmen seslerinde, sözlerinde ısrar ettiler, ediyorlar. Barışı gündelik hayattan kurumsal siyasete kadar bütüncül bir şekilde savunan Pınar Selek bu nedenle hâlâ yargılanıyor. Beraat ediyor; yeniden yargılanıyor. Selek’in 28 Haziran’daki son duruşmasında hakkında tutuklanma kararı çıkması 30 yıllık bir farsı örnekliyor. 17 Mayıs 2006’da 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmadaki beyanından şu sözleri bu farsı belgeliyor:

Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun… senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen fahişelikle suçlanırsın. … Ya da bir antimilitarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin.

30 yıl önceki eğitim sistemi yetmemiş olmalı ki, bugün yönetici kadrolar itaat etmedikçe daha rahat suçlayacakları, kıstıracakları, sindirecekleri özneler arıyorlar. Ya da, itaat etmemenin imkânsızlığını umuyorlar.

Nafile.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.