Neden hakikati söyleyemeyiz?
Forum Haberleri —
- Hakikat ve gerçekler statikmiş gibi görünür ve bu nedenle tek kalıcı özelliği değişkenlik olan bir dünyada hayatta kalamazlar. Postmodern kapitalizmin dünyasında her şey akışkan, istikrarsız, temelsiz ve geçicidir. Değişim iyidir, ama aynı kalmak değildir.
Terry EAGLETON / Çeviri: S. Erdem Türközü
Hakikat fikri son yıllarda gözden düştü. Bir kere, siyasi açıdan eskiden olduğundan daha az önemli. Soğuk Savaş döneminde, bir egemen ideoloji diğeriyle çatışırken, hangi inançlarınızın doğru olduğu çok önemliydi. Daha sonra, doksanlı yıllarda, Soğuk Savaş sona erdiğinde, “ideoloji” sözcüğü kullanımdan düştü. Bunun nedeni kısmen insanların kendi inançlarını ideolojik olarak görme eğiliminde olmamalarıdır, tıpkı insanların kendilerine Benekli ya da Şişko demeleri gibi. İdeoloji Ötekinin sahip olduğudur ve belirli bir Öteki artık yok olmuştur.
Hakikat sonrası olmak, ideoloji sonrası olmaktır
Diğer insanların inançları katı, doktriner, tartışmaya kapalı ve pratik dünyadan kopuk olma anlamında ideolojiktir, oysa kişinin kendi inançları esnek, pragmatik ve son derece makuldür. Daha fazla ailenin yoksulluğa sürüklenmesi için çocuk yardımının kesilmesi iktisadî krizde oldukça sağduyulu bir yaklaşımken, petrol şirketlerinin ağır bir şekilde vergilendirilmesi sosyalist dogmadan kaynaklanır. Monarşiye saygı duymanın ideolojik bir yanı yoktur -burnunuzu kaşımak ya da günde sekiz saat kumar oynamak gibi, doğal bir insanî eğilimdir- ama monarşinin halkı ekmek sıkıntısından uzaklaştırmak için sirkler sağladığını iddia etmek sadece hoşnutsuz entelektüellerin konuşmasıdır.
O halde hakikat sonrası olmak, ideoloji sonrası olmaktır. Uzun zaman önce, orta sınıf aristokrasinin kalelerine saldıran devrimcilerken, tanrı, özgürlük, ilerleme, vatanseverlik ve eşitlik gibi fikirler onlar için çok önemliydi. Bunlar kalpler ve zihinler için verilen mücadelede hayati silahlardı. Bununla beraber bir kez sermaye biriktirme gibi tekdüze bir işe koyulduklarında, bu görkemli kavramlar o kadar da önemli değildi. Ayrıca, kapitalizm dünyayı sekülerleştirip ussallaştırarak, bu tür yüksek fikirli şeylerin giderek daha mantıksız geldiği bir iklim yarattı. Bunu yaparken de kendi temellerinden bazılarının altını oydu.
Bugünlerde tanrıdan, özgürlükten, “bu büyük ülkemiz”den ve “üniformalı cesur erkek ve kadınlarımız”dan bahsedenler çoğunlukla ABD’li siyasetçiler; ABD, Püriten mirası nedeniyle dünyanın en metafizik uluslarından biri olduğu kadar en materyalistlerinden de biridir. Jeremy Hunt’ın, ülkenin uluslararası alacaklılarına olan borcunun aksine, yüce tanrıya olan ebedi borcu hakkında ağdalı bir şekilde konuşması hayal bile edilemez. Kapitalist toplum evrildikçe, gündelik pratikleri retorik olarak kendini haklı çıkarma çabasından uzaklaşıyor, yani yaptığıyla yaptığını söylediği arasındaki uçurum uyumsuz bir şekilde büyüyor. Bu, filozofların edimsel çelişki olarak bildiğidir. O halde, metafizik bagajından mümkün olduğunca kurtulmak daha iyidir -bu durumda hakikat, en azından büyük bir “H” ile, giderek gereksiz hale gelir.
Hakikat, inancımızı zorlayandır
Hakikat, inancımızı zorlayandır ama geç kapitalist toplumları birbirine bağlayan inanç değildir. Liberalizmin egemen ideolojisine göre, diğer insanların aynı şeyi yapma özgürlüğünü engellemediği ya da onların refahına ciddi bir tehdit oluşturmadığı sürece istediğinize inanabilirsiniz. John Calvin ya da Oliver Cromwell için anlaşılmaz olan bu durum, günümüzün bir dizi otokratı için de hâlâ anlaşılmazdır. Ayrıca, göreceli bir dünyada “inanç” kelimesi dogmatik bir anlam kazanır.
Bir tür inanca sahip olmanın insan olmanın bir gereği olduğu düşünüldüğünde bu gariptir. İnsan olmak, dünya hakkında bir bakış açısına sahip olmaktır. Söz konusu inançların saplantılı olması gerekmez. Doğum hastanelerinin önünde megafonla dikilmeden de doğumun kaldırılması gerektiğine inanabilirsiniz. Tarihçi A.J.P. Taylor bir keresinde Oxford bursu için kendisiyle mülakat yapan bir heyete aşırı siyasi görüşlere sahip olduğunu ama bunları ılımlı bir şekilde savunduğunu söyledi.
Dini inancın birkaç yüzyıl önce Protestanlığın doğuşuyla birlikte sadece tanrıyla sizin aranızda bir işlem olarak özelleştirilmesi gibi, genel olarak inanç da Morris dansı ya da güvercin beslemek gibi zararsız bir şekilde kendine özgü bir tür özel hobi haline geldi. Bu tür toplumları bir arada tutan şeylerin -tüketimcilik, maddi çıkarlar, hukukun üstünlüğü- İslamcı düzenlerde kesinlikle olduğu gibi insan aklından geçmesi gerekmez. Batı’nın son öcüsünün -komünizm yerine terörizm- onu ciddi bir siyasi dezavantaja sokmasının bir yolu da budur. Bu tür ülkelerde dayanışma her yere kadar uzanırken, Britanya’da büyük ölçüde futbolla sınırlıdır. “Taraftar” [fanatic] sözcüğü “fanatik” [fan] sözcüğünün kısaltmasıdır.
İslamcılık tam da masum sivilleri havaya uçurmaya başladığında, kendi kültürünün giderek daha şüpheci ve göreceli hale gelmesi Batı için talihsizlikti. İnancın değeri tam da siyasi olarak gerekli olduğu noktada düşüyordu. Hakikat maddi çıkarlara tabi hale geldi. Platon’un çağında hakikatin bu tür dünyevi sorunlardan bağımsız olduğu düşünülürdü. Hakikat, cehalet ve yanılsamanın gündelik dünyasını görkemli bir biçimde aşan, mutlak bir ilişkiydi. Bununla beraber daha sonra Friedrich Nietzsche gibi düşünürler, doğru olarak kabul ettiğimizin büyük ölçüde dünyaya bakış açımız tarafından belirlendiğini, bu bakış açısının bu tür pek çok bakış açısından yalnızca biri olduğunu ve diğer şeylerin yanı sıra maddi hayatta kalma mücadelemiz tarafından şekillendirildiğini savundu. Bu uslamlama hakikatin varlığını inkâr etmedi ama onu toplumsal ve tarihsel bir çerçeveye oturttu.
Hakikat ve gerçekler statikmiş gibi görünür
Zamanımızda bu sorun, kendisinin daha kaba bir çeşitlemesine indirgendi: hakikat basitçe bir iktidar aracıdır. Dünyayı, çıkarlarınızı en iyi şekilde teşvik edecek şekilde tanımlarsınız. Ve birbiriyle çelişen birçok çıkar olduğu için, birbiriyle çelişen birçok hakikat vardır. Donald Trump ve Büyük Yalan’ın yanı sıra hakikatin sadece benim için doğru olan olduğunu savunan postmodernistler de ortaya çıktı. Hakikat nihayet ya ortadan kaldırılmış ya da özelleştirilmiştir. Önemli olan neyin işe yaradığıdır -ve bu amaçla bariz bir yalan da işe yarayabilir. Oxford’un İngilizce Sözlüğü “to trump up”ı, “yanlış bir suçlama ya da bahane uydurmak” olarak tanımlar.
Tüm bunlar sürekli değişim içinde olan bir topluma uygundur. Hakikat ve gerçekler statikmiş gibi görünür ve bu nedenle tek kalıcı özelliği değişkenlik olan bir dünyada hayatta kalamazlar. Postmodern kapitalizmin dünyasında her şey akışkan, istikrarsız, temelsiz ve geçicidir. Değişim iyidir, ama aynı kalmak değildir. Bu Tesco ve Google’ın CEO’ları için doğru olabilir ama genel bir önerme olarak açıkça saçmadır: Kalıcılık ve tutarlılık hoş değilse, neden çocuk işçiliği yasağını kaldırmıyoruz ve beş yaşındaki çocukları işyerlerine göndermiyoruz? Ama tarihsel hakikatin, bu dünyanın Trump ve Hannity’lerine batan mutlak bir yanı da var. İmparator Tiberius’un İ.S. 37 yılında Capri Adası’nda öldüğü doğruysa, bu İ.S. 37 yılında da doğruydu, bugün de doğrudur ve hiç şüphesiz 3000 yılında da doğru olacaktır. Elbette, hiç doğru olmayabilir de. Ama bu başka bir sorudur.
Gerçek bize söylenenden farklıdır
Hakikatin gözden düşmesinin başka nedenleri de söz konusu. Platon için hakikat, gündelik gerçekliğin yüzeysel görünümlerinin altında gizlenen derin bir şeydi. Postmodernizm bu yüzey/derinlik modelinden bir dizi nedenden ötürü rahatsızdır; bunlardan biri Lenin’in görünümlerin gerçekliği dediğiyle ilgilidir. İmaj, yıldız, marka, anlık duyum ve anlık haz kültüründe her şey yüzeyde görünür; ama derinlik yoksa yüzey de yoktur ve tüm model çöker. “Reality TV” teriminde olduğu gibi görüntü gerçektir. Ne görüyorsanız onu alırsınız. Film ve televizyondan ödünç alınmış bir fiil olan bir konu hakkında “görüş”ünüz [take] sorulur. Tüm bunlar, yüzey/derinlik modelinden hoşlanmayan siyasi sağ için yeterince uygundur çünkü bu model, hayatlarımıza hükmeden güçlü ama görünmez güçler olduğunu öne sürer. Marx, “Tüm önemli süreçler,” diye yazdı, “bireylerin arkasından devam eder”. Gördüklerimiz ve elde ettiklerimiz hiç de aynı şeyler değildir. Bu inanç hakikat sonrası çağda da devam ediyor ama artık komplo kuramları olarak biliniyor.
Komplo kuramcıları en azından iki konuda haklılar: gerçeğin bize resmi olarak söylenenden dramatik bir şekilde farklı olabileceği ve genellikle nahoş olduğu. Dünyanın, bir gün hepimizin banka hesaplarına bir servet yatıracak olan yardımsever bir gizli toplum tarafından yönetildiğini iddia eden çok fazla komplo fantezisti yoktur. Bununla birlikte, hakikat kavramının daha çekici bir yönü söz konusudur. Sözcüğün kendisi Eski İngilizce “triewth” sözcüğünden gelmektedir ve inanç ya da sabitlik anlamına gelir. Güven ya da sadakat anlamına gelen “troth” sözcüğü de bununla bağlantılıdır. Öyle ise hakikat aslında ahlaki bir kavramdır. Her şeyin olduğu gibi doğru olduğu bir şekilde konuşmak, başkalarına karşı sadık olmakla yakından bağlantılıdır. Aslında, birincisi olmadan ikincisini yapamayız. Karşılıklı güven olmadan herhangi bir toplumsal varoluş olamazdı. O halde Donald Trump’ın gerçeklere karşı takındığı laubali tavrın, hemcinslerinin çoğunu ağzı bozuk bir şekilde küçümsemesiyle bağlantılı olması şaşırtıcı değildir.