Türkçe jeopolitik kimin politiği-3
Forum Haberleri —
- İşbirlikçi Türk egemen sınıfının Jeopolitik ve Jeostratejik yaklaşımlarının aksayan ayağı köksüzlüğüdür. Tarihsel ve toplumsal dayanaktan çokça söz etse de, bu dayanaklardan yoksundur. Zira tarih ve toplum yorumları hakikate değil, kurguya dayanmaktadır.
BIŞAR AKBAŞ
"Kapitalizm özünde milli değerlere düşmandır. Emperyalizm çağında ise dünya sistemine "ulusal" sorumluluklar ekseninde bağlanan ülkelerde "milli çıkar" tarifleri, sömürgeleşmenin finansal, ekonomik, askeri sürekliliğini sağlayacak tarzda yapılır. Bu çerçevede, halkın birlik temelinde verdiği mücadeleler sonrasında; ayrıştırma, eritme, parçalama siyasetlerini tüm ideolojik, politik, ekonomik temelleri ile sistemle bütünleşmenin gereği olarak "milli" etiketiyle yürürlüğe konulur." Suat Parlar/ Türkler ve Kürtler, Orta Doğu'da İktidar ve İsyan Gelenekleri
Ayrışma, eritme ve parçalama siyasetinin "milli" etiketiyle yürürlüğe konulup günümüze kadar getirilmesinin ve bir de buna "yerli" kavramının eklenmesi ihtiyacının mantığı, 19. yüzyılın sonlarındaki Alman etkisine dayanmaktadır.
Mareşal Won der Goltz, yazdığı “Silahı Millet” adlı kitabıyla dönemin önemli figürlerinden biri haline gelirken, Osmanlı ordusunun modernizasyonunda görev alması sebebiyle de o süreçteki subaylar üzerinde güçlü etkiler bırakmıştır. 1889'da Osmanlıcaya çevrilen kitabında, savaşların eskiden olduğu gibi ordular arasında değil, milletler arasında geçeceğini, dolayısıyla savaşların ancak "milli güç unsurları" seferber edilerek yürütülebileceğini savunmakta ve özetle topyekün savaşın teorisini yapmaktadır. İttihatçılığın ilk hali ve sonradan Kemalizme evrilen biçimi, Goltz’un bu analizlerini kutsal kitap düzeyinde ele almış ve pratikleştirmiştir. "Her Türk asker doğar" belirlemesi yönünde asker- millet yaratma arzusuyla hayatı askerileştirme, Kemalist rejimin her daim ayakta tutmaya özen gösterdiği bir özellik olmuştur.
AKP-F. Gülen ortaklığı ve sonradan iktidar savaşları bağlamında AKP-MHP-Ergenekon ortaklığına dönüşen rejimsel süreç, simgesel ve yapısal anlamda kimi değişiklikler gösterse de Goltz’un çerçevesini çizdiği zeminin dışına çıkmamıştır. Sadece laik anlayış başat olmaktan çıkıp yerini İslamcı argüman ve biçimlere terk ederken, parlamenter sistem ve hukuk işlevsel değişikliğe uğratılmış, Tayyip Erdoğan odaklı görünse de gerçekte Erdoğan temsilinde bir oligarşik dikta rejimine evrilmiştir.
Bu manada Fransız devriminin Osmanlı- Türk aydını üzerinde ciddi bir etki yarattığı gerçekse de 1908 Jöntürk devrimi ve Cumhuriyet'in kuruluşu ile birlikte batılılaşma arzusunun Türkiye'de çok güçlü ve yaygın olduğu doğru değildir. "Çekirdek devlet" yapılanması batılılaşmaya, güncel ifadesiyle AB'ye katılımı hep taktik bir unsur olarak ele almış ve bunu "AB; konfederasyon değil, federasyon da değil, bütünleşmeyi, katılımı amaçlayan merkezi gücü egemen kılan bir yapı oluşturuyor. Bu sebeple diyoruz ki AB'ye katılım, çok büyük bir dönüşüm, bir geçiş; Türk kültürü, Türk tarihi açısından bir teslimiyettir" biçiminde gerekçelendirmiştir. ABD'nin, AB ile bütünleşmemiş bir Türkiye'yi daha kolay ve direkt yönlendirip kullanma kabiliyeti düşünüldüğünde "Çekirdek devlet”in "proto İsrail" özelliği daha iyi anlaşılacaktır.
"Türk milliyetçileri"nin laikleşme ve batılılaşma yanlısı gibi gözükseler de, uygulamada daima tersi tutumlar içerisinde olup tercihlerini ağırlıkla İslamileşmeden yana yapmış olmalarının da bu bağlamla yakından bir ilişkisi vardır. Türkiye'deki rejimsel evrilişin böyle kolayca ve toplumsal tepki üretmeksizin pratikleşebilmesi, Türkiye'de laiklik ve batılılaşma anlayışının zihinsel ve kurumsal kapsamda yerleşik hale getirilmemesi ile yakından ilintilidir. Bu noktada Bernard Lewis’in, Fransız devrim sloganı "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" "sloganının Osmanlılara "özgürlük, eşitlik, ulusallık" tarzında geçtiğine dair belirlemesi fazla naif kalmaktadır. Türk devlet gerçeğinde bu sloganı güncellemek gerekirse, herhalde "esaret, sömürü, faşizm"den mülhem bir halklar hapishanesinden söz etmek gerekecektir.
İşbirlikçi Türk egemen sınıfının Jeopolitik ve Jeostratejik yaklaşımlarının aksayan ayağı köksüzlüğüdür. Tarihsel ve toplumsal dayanaktan çokça söz etse de, bu dayanaklardan yoksundur. Zira tarih ve toplum yorumları hakikate değil, kurguya dayanmaktadır. Jeopolitik ve Jeostrateji, coğrafyaya dayalı politika yapmayı ve bu doğrultudaki bilgi-amaç-hedef ilişkiselliğini günlük yaşama uygulamayı şart kılar. İyi bir jeopolitiğin ve stratejinin, antropoloji ve sosyoloji gerektirmesi bundandır. Bu da coğrafyayı, bin yıllardır yerleşik olan tüm topluluklarıyla görüp değerlendirmeyi ve ortak demokratik bir amaç-hedef perspektifinde birleştirmeyi koşullar. Oysa "Çekirdek devlet", varlığını tarihsel işbirlikçiliğine, hegemonik sistemin ayrışma, eritme ve parçalanmayla tahkim ettiği devlet- ulus statükosunun bölgesel bekçi köpekliğini yapmaya borçludur.
Dolayısıyla Türk devlet aygıtının halklar düşmanı özelliğinin, son yüzyılda mutlak Kürt düşmanlığına dönüşmüş olması yine bu sistem bekçiliği kapsamında değerlendirilmelidir. Örneğin, 1950 Irak’ında Saddam Türkmenlere yönelik katliam geliştirdiğinde, bir protesto notası dahi veremeyen, kör, sağır ve dilsizleri oynayan "Çekirdek devlet" aklı ne oldu da Körfez Savaşı'yla ve ağırlıkla AKP'nin iktidara getirilmesi ile birlikte Türkmen aşkına tutuldu? "Türkçe jeopolitik" taktik Türkmen aşkı Irak'ta "bir sözde Kürdistan kurulmamasını sağlamak, buna karşı direnmek gelmektedir" görevine indirgendikten sonra, Türkmenlere dair çalışma programı şöyle maddeleştirilir.
“1- İdari çalışma: Bu çalışmayla Türkmen kamuoyunu, ilgili Arap parti ve gruplarını tek "Kürt tehdidi" konusunda bilgilendirmek. Kürtlerin batıl iddialarını belgelemek ve bunu değişik medya araçlarıyla herkese duyurmak.
2- Halk taban çalışması: Türkmen sokağına inmek ve onların örgütlü bir şekilde eylem ve karşı direnişlerini sağlamak için Türkmen gençliğini milli ve manevi yönden daha da bilinçlendirmek artık kaçınılmaz olmuştur.
3- Son etap: Birinci ve ikinci maddelerde zikredilen programları uygulamak için tüm katılımcıların can güvenliğini sağlamak bir temel politika olarak belirlenmelidir."
Dönemin NATO Kuvvetleri Komutanı Wesley Clark'ın anlatısından, ABD'nin Türk devlet aygıtıyla o süreçteki mutabakatını bağımsız bir Kürt devletinin önünün alınması ve Kerkük civarındaki petrol sahalarının kontrolünün elde tutulması kapsamında geliştirildiğini zaten biliyoruz. İşbirlikçi "Çekirdek devlet" dün ölüme terk ettiği Irak Türkmenlerini, bugün Kürt özgürlük mücadelesine karşı araçsallaştırıp bir piyon görevi gördürmekten sakınmamaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Güney Kürdistan'daki varlığının sona erdirilmesi veya zayıflatılması, ABD'nin İran'ın çevrelenmesi stratejisinin tamamlanması anlamına gelecektir. Dün Orta Doğu'ya-Irak'a müdahaleyi Önder Apo'yu esaret altına almakla başlatan ABD, bugün de İran'a müdahaleyi ve yeni Orta Doğu dizaynını Kürt Özgürlük Hareketi’ni devreden çıkararak pratikleştirmek istemektedir. Ermenistan'ın işbirliğine çekilmesinin yanı sıra, yeni TC-Irak ortak anlaşması, sürecin hızlandırıldığını göstermektedir.
Türk devlet aygıtının Hamas somutunda görünür hale getirdiği abartılı İsrail karşıtlığı bir aldatmacadan ibarettir. Karabağ savaşında TC-Azerbaycan-İsrail işbirliği hafızalardaki tazeliğini korurken, Hamas’a 7 Ekim çıkışını yaptırarak ABD-İsrail'e yeni ticaret yolunun temizlenmesi imkanı sunan da yine aynı işbirlikçi "Çekirdek devlet”tir. Avrasyacı siyaset ve yeni Osmanlıcılık seslendirmesi ile pazarlık elini yükseltmek istemiş, fakat bu sefer kendisinin çevrelendiğini görünce eski uyumlu işbirlikçi pozisyonuna geri dönüş yapmıştır.
Mevcut Türk iktidar yapılanmasının onca kirliliğine rağmen ömrünün bunca yıl uzatılması, bu denli kullanışlı olmasından kaynaklanmaktadır. Anlaşılacağı üzere, “Ben ve sen, her ikimiz de şehirli değiliz. Ben Türküm ve sen de Kürtsün" sözlerine akıl erdiremeyenler "tavşana kaç tazıya tut" politikasının ne figüranları olmaktan ve ne de tekrarını oynamaktan kurtulamayacaklar. Eğer Türklük adına gerçek bir jeopolitik ve jeostrateji geliştirilmek isteniyorsa, Önder Apo'nun Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus paradigması, bu alanda oldukça güçlü, otantik ve bütünlüklü bir içeriğe sahiptir.
Yok, egemen sınıf siyasetiyle hegemonik sistemin bir enstrümanı olmakta ısrar edilecekse, burada sözü "Atatürk'ün Jeopolitiği”nde durumu gayet iyi özetleyen Necati Ulunay Ucuzsatar’a bırakmak daha isabetli olacaktır: "Türkiye, 21. yüzyılda, bünyesinde gelir dağılımı eşitsizlikleri, yoksulluk, etnik ayrıcalıklar, din ve mezhep çatışmaları ve bilgisizlik gibi zayıflıkları istismar edilerek sürekli biçimde iç cephesinden vurulacak ve ne öldürülecek ve ne de diriltilecektir."