Öcalan ile ilk görüşme
Dosya Haberleri —
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Asya Ülker, Öcalan ile ilk tanışma sürecini, İmralı görüşmelerini, yaşamında bıraktığı izleri ve Öcalan’ın komployu nasıl boşa çıkarttığını Jinnews'e anlattı.
- Bir lider profilini hep, farklılığını gösteren bir lider olarak düşünürüz. Ama Sayın Öcalan’da böyle bir profil yok. O sizinle aynı seviyede, size o rahatlığı veren, görüşlerinizi soran, son derece saygılı, nezaket sahibi bir insan. İlk görüşmeye gittiğim andan itibaren sonraki görüşmelerde de gözlerinin ışıltısı, parıltısı beni çok etkilemişti.
- Öcalan’ın görüşlerine gidip geldiğim süre içerisinde kadınlar ve sorunlarına dair mutlaka söz kurardı. Zaten İmralı’ya getirilmeden önce de kadına ilişkin bir projesi ve bakış açısı vardı. Hatta görüşmelerimizde zaman zaman, “Yarım kaldı” diyordu. Bugün “jin, jiyan, azadî” sloganı bu temel felsefeden, düşünceden doğan bir slogandır.
- Sayın Öcalan gibi üretken bir insanın dört duvar arasında olması, toplumdan yalıtılması kabul edilebilir bir olay değil. Toplumun, halkların ve hatta dünyanın onun fikirlerine ihtiyacı var. Çünkü gerçekten çok güzel fikirleri var. Kitapları oldukça okunuyor. Kitapları başka dillere de çevrildi. Okuyan insanlar da gerçekten çok etkileniyor, müthiş bir heyecan duyuyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası komplo, 24 yılını geride bıraktı. 15 Şubat 1999 tarihinde Bursa’nın Mudanya ilçesine bağlı İmralı Adası’ndaki İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde, kendisine karşı tecrit politikasının hayata geçirilmeye başlandığı Öcalan için dünyanın dört bir yanında her kesimden halklar ayağa kalktı. Komploya karşı Öcalan'ın Türkiye’ye getirildiği 4 aylık süreçte 63 kişi ise “Güneşimizi karartamazsınız” diyerek bedenini ateşe verdi. Yine dünyanın her yerinde milyonlar alanlara çıkarak günlerce sayısız eylem, yürüyüş ve açlık grevleri gerçekleştirdi. Komplo, Kürt halkı ile başlayıp zamanla diğer halklar tarafından da siyah giyilip protesto edilerek bir ritüel haline geldi. Bu ritüel, her yıl 15 Şubat’ta siyah giyilerek, Kürtçe’de “Roja Reş” anlamına gelen “Kara gün” olarak adlandırılıyor. Ancak halklar “Roja Reş” günü bulundukları her yerde hem mutlak tecride karşı taleplerini haykırmayı hem de Abdullah Öcalan’ın fikirleri ile felsefesini yaşatmayı sürdürüyor.
Öcalan'ın paradigması
Tam 24 yıldır, İmralı Adası’nda mutlak tecrit politikası uygulanan Öcalan, o günden bu yana kesintisiz bir üretim, çalışma, perspektif ve birçok konuda çözüm önerileri ortaya koydu. Fikirleri ve değerlendirmeleri, başta Kürt sorununun çözümü olmak üzere Ortadoğu, dünya halkları ve “azınlık” halklar için de çözümün anahtarı olarak görülüyor. Bu sebeple de Avusturya’dan Afrika’ya, Kurdistan’dan Bethnahrin’e (Mezopotamya) her kesimden halklar, “Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Paradigma” etrafında buluşuyor.
Milyonların gözü İmralı'da
Uluslararası ve iç hukuk mekanizmaları, mutlak tecride ilişkin yapılan girişim ve sayısız başvurulara karşı sessizliğini korumaya devam ederken, Öcalan’dan ise 2 yıla yakın süredir hiçbir haber alınamıyor. Avukatları, ailesi ve kamuoyunun Kürt Halk Önderi'nden haber alamama haline ilişkin de yine dünyanın dört bir yanında sayısız eylem ve etkinlikler gerçekleştirilmeye devam ediyor. Her kesimden halklar mutlak tecridin derhal son bulması ve Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması çağrısını sürdürürken, İmralı’dan başlayarak tüm cezaevlerine yansıyan tecrit, savaş, Kürt sorunu, yoksulluk, kadın ve ekoloji kırımı gibi birçok alana sirayet eden politikaların da ancak Öcalan ile yapılacak olan görüşme ile çözülebileceğini vurguluyor.
Görüşme başvurularına yanıt verilmiyor
Öcalan’a, uluslararası komplo ve tecritten etkilenenlerden biri de avukat Asya Ülker. 2001 ile 2011 yılları arasında Öcalan’ın avukatlığını yapan Ülker, Kürt olma bilinci, yaşama ve kadına bakış açısı, bilim, felsefe gibi daha birçok konuda Öcalan’ın üzerinde yarattığı etki ile yaşamını yeniden şekillendirir. Yaşamına yön vererek üzerinde büyük bir etki yaratan ve 12 yılı aşkın bir süredir müvekkili Öcalan ile görüştürülmeyen Ülker’in yüzlerce avukat ile birlikte Adalet Bakanlığı’na yaptığı görüşme başvurusuna da herhangi bir yanıt verilmiyor. Av. Asya Ülker, Abdullah Öcalan’ı ilk tanıma sürecini, İmralı görüşmelerini, yaşamında bıraktığı izi anlattı.
Öncelikle Abdullah Öcalan’ı nasıl tanıdınız? Avukatlığını üstlendiğiniz süreci anlatabilir misiniz?
Sayın Abdullah Öcalan’la tanışma sürecim uluslararası komplo ile yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiğinde, tutuklanıp İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulduğunda, avukatlığını üstlenme girişimimden sonra ilk görüşmemle başladı. Tutuklanması bende büyük bir etki bıraktı. Yakalandığını duyduğumda inanamadım, şok oldum. Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi. O kadar çok derinden hissettim… Oysa öncesinde kendisiyle ilgili değildim, hatta bir tanıma sürecim dahi yoktu. Sadece MED TV’den izleyerek kendisini tanımıştım. Yakalandığında her şeyden önce bir Kürt olarak etkilendim. Ki o zamana kadar Kürtlük bilincim de çok yoktu. Ama yakalanmasıyla çok yakından etkilendim. Kendimi bir avukat olarak da sorumlu hissettim avukatlığını üstlenmek konusunda. Ondan sonra bu konuda girişimlerde bulundum, Asrın Hukuk Bürosu’na başvurdum ve avukatlığını üstlendim.
Öcalan ile ilk görüşmenizde neler yaşadınız, üzerinizde yarattığı etki ve hissiyat nasıldı?
2001 yılının Ekim ayında ilk kez yüz yüze görüşme gerçekleştirdik. İlk tanışmamız benim açımdan çok heyecanlı olmuştu. Konuştuğumuz hiçbir şeyi hemen hemen heyecandan hatırlamıyordum. Kendisi çok mütevazi, doğal, insana güven veren bir yapısı vardı. İsim soy isim, nereli olduğunuzu, hangi baroya bağlı olduğunuzu soruyordu. Tabii ben bunlara nasıl cevap verdiğimi heyecandan hatırlamıyorum. O andan itibaren dahi Sayın Abdullah Öcalan’dan etkilendiğim şey şu oldu, her gittiğimiz avukat görüşünde bizi ayakta karşılıyordu. Bize her zaman “siz” diye hitap ediyordu, nezaket gösteriyordu. Bu beni çok etkilemişti. O’nun konumundaki bir insanın bana göre her davranışı, sözü çok önemli. Biz avukatlar olarak giderken mutlaka en az bir kadın arkadaş olurdu. Kadın avukatlara daha bir önem veriyordu. Bu, kadına verdiği değerden kaynaklanan bir şeydi. Her konuşmasında mutlaka kadın sorununa değinir, görüşlerini belirtirdi.
Uzaktan, televizyon izleyip tanıdığım kişiyle sonradan yüz yüze görüştüğümüz kişi aynı kişi mi, aralarında ne fark var, söz ve davranışları aynı mı diye sürekli kendimce gözlemliyordum. Uzaktan gözlemlediğimden daha da iyi, samimi, doğal, güven verici, etkileyici olduğunu gördüm. Karşısındaki insanı kendisiyle eşit gören, değer veren, insanı rahatlatan bir yapısı var. O’nun konumundaki bir insana, insan ister istemez biraz daha dikkatli yaklaşıyor. Ama Sayın Abdullah Öcalan bu mesafeyi azaltıyor hatta yok ettiriyor. Son derece rahat kendisiyle konuşabilir, sohbet edebilirsiniz. Zaten kendisi sürekli görüşleriyle ilgili bizim de ne düşündüğümüzü sorardı. Bunlar giderek hem kendisini daha iyi tanımamı sağladı, hem de zihnimdeki bilgiler profilini, o konudaki yargılar ve önyargılarımı değiştirdi. Sayın Abdullah Öcalan dışında bir liderle yakın görüşmem olmadı. Bir lider profilini hep, farklılığını gösteren bir lider olarak düşünürüz. Ama Sayın Abdullah Öcalan’da böyle bir profil yok. O sizinle aynı seviyede, size o rahatlığı veren, görüşlerinizi soran, son derece saygılı, nezaket sahibi bir insan. İlk görüşmeye gittiğim andan itibaren sonraki görüşmelerde de gözlerinin ışıltısı, parıltısı beni çok etkilemişti. Çünkü benim görüşmeye gittiğim yıllarda Sayın Abdullah Öcalan en az 50’li yaşlarda vardı. Benim açımdan o yaştaki bir insanın gözlerinin o kadar parlaması çok karşılaşmadığım bir durumdu. Ama Sayın Abdullah Öcalan’ın gözleri gerçekten ışıl ışıl parlıyordu. Konuşma akışına göre gülen bir yapısı vardı.
O zamanlar sol görüşe sahip bir insan olarak Sayın Abdullah Öcalan’ın yanına ilk görüşmelerimden birinde gittiğimde, “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” isimli kitabını yazmış ve bitirmişti. Bize okuyup okumadığımızı ve nasıl bulduğumuzu sormuştu. Avukat arkadaşlar kitapla ilgili olumlu tepki ve görüşlerini söyledi. Ama Sayın Abdullah Öcalan, “Eleştiri yok mu? Eleştirin” dedi. Bu da beni etkilemişti. Kitabı anlatırken gözleri yine ışıl ışıl parlıyordu. Son derece heyecanlı ve mutluydu kitabı bitirdiği için. “Ben Marks’ı aştım” şeklinde bir cümle kurmuştu. Ben de Marks’ın hayranı olarak o an gözlerim fal taşı gibi açıldı. Anladığım kadarıyla da kendisi bunu fark etti. Fakat benim açımdan, beni etkileyen, değiştiren, üzerimde etki bırakan ilk izlenimlerimden biri de bu. Sayın Abdullah Öcalan’ı henüz çok fazla tanımadığım için, “Nasıl Marks aşılabilir ki, Marks’ı bugüne kadar kim aştı” gibi kafamda sorular oluştu. Tabii Marks’ı nasıl aştığını anlattı. Örneğin proletarya diktatörlüğünün olmaması gerektiğini, Marks’ın düz bir çizgi halinde tarihin ilerlediğini söylediğini, bu ve benzer konularda Marks’ı nasıl aştığını söylemişti. Üzerimde çok önemli bir etki bıraktı.
Öcalan’ın kadınlar üzerindeki değerlendirme ve çözümlemelerine dair izlenimlerinizi aktarabilir misiniz?
Sayın Öcalan’ın görüşlerine gidip geldiğim süre içerisinde kadınlar ve sorunlarına dair mutlaka söz kurardı. Tabii Sayın Abdullah Öcalan süreç içerisinde kadın konusunda çok yoğunlaştı, geliştirdi projesini. Zaten yakalanıp İmralı’ya getirilmeden önce de kadına ilişkin bir projesi ve bakış açısı vardı. Hatta görüşmelerimizde zaman zaman, “Yarım kaldı” diyordu. Ama onu İmralı’da daha fazla yoğunlaşarak, geliştirerek bir sistematiğe, bilimsel temele oturtturdu. Görüşmelerimizde konuşurken zaman zaman feminizmi dar buluyordu. Feminizmden etkilendiğini söylüyor, birçok kadın yazarların kitaplarını da okumuştu. Kadına bakış açısı daha derinlikli, yüzeysel değil. Örneğin kadınla erkek arasındaki aşk, sevgi ilişkisine yüzeysel ya da fiziksel olarak bakmadığını, buna örnek olarak “Benim kadına bakış açım aşk konusunda da sevgi konusunda da Nazım Hikmet’teki gibi değil. Benim bakış açım, daha çok kadını güçlendirici, geliştirici, felsefi, politik, edebi, bilimsel, estetiktir” diyordu.
Kadını zihniyet olarak geliştirmek, güçlendirmek, kadının kendisini koruması ve özsavunma kullanması açısından, kendisini örgütlemesi gerektiğini belirtiyordu. Kadınların spor alanında kendilerini geliştirmesi üzerine de görüş ve önerileri oluyordu. Kadının bir bilim olduğunu söylüyordu. Kadının bir bilim gibi incelenmesi, geliştirilmesi ve bir sistematiğe bağlanılması gerektiğini söylüyordu. Bunun için de zaten Jineolojî isminin bilim anlamında konulması gerektiğini söylemişti. Bugün “jin, jiyan, azadî” sloganı bu temel felsefeden, düşünceden doğan bir slogandır. Kendisi de gerçekten kadını zaten yaşam olarak görüyor. “Jin” Kürtçe’de “jiyan”dan gelir, “jiyan” da Kürtçe’de yaşamdır. Yani yaşamın kadından doğduğunu, kadın üzerinden toplumun, yaşamın geliştiğini, kurulduğunu söylüyordu. Ama bunun da özgür olması durumunda anlamlı olacağını söylüyordu. Sadece kadının veya yaşamın olması yeterli değil, kadının ve yaşamın özgürlük temelinde anlamlı olduğunu, bunun bir sistematiğe kavuşturulması gerektiğini belirtiyordu.
24’üncü yılını geride bırakan uluslararası komplo amacında başarılı oldu mu? Öcalan komploya karşı nasıl bir duruş sergiledi? Gözlem ve değerlendirmelerinizi paylaşabilir misiniz?
Sayın Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla İmralı Cezaevi’nde tutulmasının amacı boşa çıkmıştır. Nasıl boşa çıkmıştır diye sorulursa, Sayın Abdullah Öcalan İmralı gibi bir Ada’da, Yüksek Güvenlikli F Tipi gibi yıllarca tek başına kaldığı bir cezaevinde üretkenliğini hiçbir zaman yitirmedi, bırakmadı. Tam tersine, müthiş bir üretkenlik yaşadı. Yargılamalarını, savunmalarını, hepsini bir üretkenliğe ve sistematiğe dönüştürdü. Savunmalarına dair çok sayıda kitap çıkardı. Daha sonra, “Bir Halkı Savunmak, Atina Savunması, son zamanlarda da “Uygarlık, Kapitalist Modernite, Özgürlük Sosyolojisi,” kitaplarını çıkardı. Bunların hepsi İmralı’daki yoğunlaşması, üretkenliğinin sonucu. Görüşlerini daha çok geliştirdi ve kitap şeklinde dışarıya ulaştırdı. Bu anlamda düşünürsek komplo boşa çıkmıştır. Ama tabii Sayın Öcalan gibi üretken bir insanın dört duvar arasında olması, toplumdan yalıtılması kabul edilebilir bir olay değil. Toplumun, halkların ve hatta dünyanın onun fikirlerine ihtiyacı var. Çünkü gerçekten çok güzel fikirleri var. Kitapları oldukça okunuyor. Ortadoğu’da, Avrupa’da epey okunan kitapları başka dillere de çevrildi. Okuyan insanlar da gerçekten çok etkileniyor, müthiş bir heyecan duyuyor. Örneğin “özgür eş yaşam” kavramı yeni ve farklı bir kavram. Yaşamı daha yaşanılır, eşit bir şekilde yaşanılır hale getiren görüşler. Sadece görüş de değil, bir sistematik içerisinde. Bu anlamda kendisinin fikirlerinin dışarıya, topluma, halklara ulaşmaması amacıyla tecrit uygulanıyor. Bu toplum, halk ve hepimiz açısından büyük bir kayıp. Çünkü kendisinin güzel, toplumlar ve insanlar için faydalı, yaşamın daha eşit, özgür olması açısından fikirleri var ve onun fikirlerine ihtiyaç var. Fikirleri bunu sağlıyor.
Avukatları, ailesi ve tüm halkların talebi olan Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit neden son bulmalı ve fiziki özgürlüğü sağlanmalı sizce?
Sorun çözücü, üretici bir insan. Toplumların, halkların bunlardan yararlanması için Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziksel olarak özgür olması lazım. Kendisi zaten şunu söylüyordu, “Ben özgür bir insanım. Benim burada fiziki olarak dört duvar arasında tutulmam özgür olmadığım anlamına gelmez.” Kendisi açısından özgürlük bakış açısı bu. Kendisini bir tutsak olarak nitelemiyor. Fakat toplumların, halkların, kadınların O’nun görüşlerine ve O'na ihtiyacı var. Bu anlamda fiziksel olarak özgür olması gerekir.
MARTA SÖMEK /JİNNEWS