Paris’te ilk şehit: Mustafa Nazif Aktaş

Forum Haberleri —

Mustafa Nazif Aktaş

Mustafa Nazif Aktaş

  • Noel’e bir gün kala, 23 Aralık 1985’te ‘Sol Birlik’ adlı oluşum planlı bir biçimde Paris’teki Saint Denis metro istasyonunun önünde toplanan yurtsever kitleye saldırır, PKK kadrosu Mustafa Nazif Aktaş şehit düşer.
  • Avrupa’nın birçok bölgesinden 1000’i aşkın yurtsever cenaze törenine katılır. Ayrıca Filistin Kurtuluş Birliği Devrimci Cephe temsilcileri de Mustafa Nazif Aktaş'ın toprağa verilmesine eşlik eder. Mezarı  Père-Lachaise’de bulunmaktadır.

Hêvî KOÇERO

Geçmişe bakınca, zaman-mekan çelişkisi ya da ilişkisi üzerinden tarihin tekerrür ettiği sanısına kapılırız. Başka türlü nasıl izah etmeli Evîn Goyî, Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl’ın, 2013 Paris katliamını kınama ve şehitlerini anma hazırlıkları yapılırken aynı yerde katledilmeleri? Yine kış, yine Paris, yine üç şehit. Üstelik içlerinde yine Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin öncülerinden biri. Bu nasıl olur? Tarih, tekerrür mü ediyor? Yoksa tekerrür ettiriliyor mu, 9’uncu yıldönümüne günler kala Paris’in orta yerinde, bu kez Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nin önünde, yine üç canı alan katliamı planlayan güçler tarafından…

Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in şehit düşürüldüğü katliamı genelde Birinci Paris Katliamı olarak isimlendiririz. Oysa Birinci Paris Katliamı yıllar önce, ve ne tesadüf ki yine bir kış gününde, 23 Aralık 1985’te düzenlendi. Tetikçiler ‘Sol Birlik’ adı altında toplanan sosyal şovenist karşı-devrim güçleriydi. Planlayıcı ise Gladio’nun kendisiydi. Ki aynı günlerde Hamburg’da Alman ve Türk istihbaratı, Stockholm’de ise İsveç gizli servisi ve MİT ortaklığında benzer komplolar tezgahlandı. Önder Apo’nun ‘en önemli Gladio savaşları dönemi’ olarak nitelendirdiği süreci 1985 yılı ile birlikte başlatması bu saldırılarla da bağlantılı. Ki 1985 yılı aynı zamanda hem dönemin Batı Alman devletinin PKK’yi ‘terörist’ ilan ettiği hem de NATO’nun 5. maddesinin Türk devleti bağlamında devreye konulduğu senedir.

 

M. Nazif Aktaş veya mücadele adıyla Celal, emperyalist kapitalizmin istihbarat güçleriyle 18 ay esir tutulduğu İsrail zindanlarında tanışmıştı. Dolayısıyla genç yaşına rağmen Gladio gerçeğine yabancı değildi. 1960 yılında Amed’in Erxenî ilçesinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Çocukluğunda ailenin geçimi için sorumluluk omuzlayıp bir yandan çalışırken, diğer yandan da derslerinden kopmamaya özen gösterir. Zorlu geçen çocukluğunda sömürücü sistem gerçeğini tanır ve giderek bilinçte keskinleşir. O nedenle lise yıllarında, birçok ulusalcı ve solcu grubun türediği Amed’de tanıştığı Apocularda gerçek devrimciliği görür ve kendilerine katılmaya, Apocu militan olmaya karar verir. Büyük bir inanç, iddia ve kararlılıkla, moral ve coşkuyla şehirde propaganda ve örgütleme faaliyetleri yürütür, gençleri mücadeleye kazandırmak amacıyla çeşitli okullara kaydını yaptırır, liseleri devrim karargahlarına dönüştürür.

12 Eylül’den sonra örgüt kararıyla o da yurtdışına, Ortadoğu sahasına çekilir, Lübnan’da siyasi ve askeri eğitim görür. Tam da Kürdistan dağlarında gerilla mücadelesini başlatmak üzere ilk grupların ülkeye dönmeye başladığı ve kendisinin de dağlara kavuşma hayallerini kurduğu bir süreçte İsrail’in Lübnan’daki Filistin kamplarına karşı saldırısı başlar. Yıl 1982’dir. Şehit Celal de İsrail’in saldırılarına karşı direniş içinde yerini alıp PKK’nin enternasyonalist çizgisini kendi pratiğinde somutlaştırır. Giriştiği bütün çatışmalarda askeri yönden güçlü donanımını sergilerken, alanın coğrafyasına hakim olmaması ve Filistinli bir subayın ihaneti nedeniyle, aralarında Şehit Seyfettin Zoğurlu ve Şehit Sabri Gözübüyük’ün de bulunduğu yoldaşlarıyla birlikte İsrail devlet güçlerine esir düşer.

Bir buçuk yıl kaldıkları Ensar esir kampında, Amed zindanında Mazlum ve Kemaller öncülüğünde yaratılan direniş ruhunu layıkıyla temsil edip PKK gerçeğinde ifadesini bulan enternasyonalizmi kendi duruşlarında derinleştirmesini bilirler. Günler süren yoğun işkenceler karşısında elbette teslimiyeti kabul etmeyip ‘Berxwedan Jiyane’ öğretisi doğrultusunda direniş bayrağını yükseltirler. MOSSAD ve MİT’in ortak sorgularından deşifre olmayıp başarıyla çıkarlar. Büyük imkansızlıklara rağmen esir kampında Kürtçe, Türkçe ve Arapça dillerinde Serxwebûn gazetesini çıkarırlar. Her fırsatta devrimci kültür, yaşam ve yoldaşlık ilişkilerini temsil ederek yaymayı esas alırlar. Bu yönleriyle de kamptaki Arap devrimciler arasında büyük saygı ve sevgi görürler.

1983’ün sonu– 1984’ün başında Kızılhaç’ın girişimleri sonucu gerçekleştirilen esir değişimi ile PKK’li devrimcilerin de İsrail kamplarındaki esareti sona erir. Esirlerin, Yunanistan üzeri Cezayir’e götürülmesi planlanır. Şehit Celal ve yoldaşlarının ise tek hayali, bir an önce örgüte, yoldaşlarına kavuşmaktır. Cezayir’e götürülmeleri durumunda örgüte ulaşmaları daha da zorlaşacaktır. Ancak Yunanistan’da yurtsever bir kitle ve örgüt ilişkileri vardır. O nedenle Yunanistan’da aktarma esnasında uçaktan inip siyasi iltica başvurusunda bulunurlar. Devrimci için mekanın belirleyici önemi yoktur, neredeyse devrim mücadelesini orada yürütür. Şehit Celal ve yoldaşları da Yunanistan’da bir yandan örgütlenme faaliyetleri geliştirirken, diğer yandan işçilik yaparak bildiri, afiş ve propaganda çalışmalarının finansmanını sağlarlar. Bir süre sonra örgüt kararıyla Almanya’ya geçer ve burada Duisburg şehrinde örgütleme çalışmalarını geliştirir. Duisburg, özellikle sol-sosyalist çizgideki örgütlemelerin yoğun olduğu bir yerdir. Haliyle Türkiye Solu’na yapılan şovenist ve karşı-devrimci sızmaları, bu örgütler yoluyla PKK öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı geliştirilen tasfiyeci politikaların bilincine varır. Bir süre Duisburg’ta faaliyet yürüttükten sonra düzenlemesi Fransa’nın başkenti Paris’e yapılır.

1985 yılının sonuna doğru, TKP öncülüğünde birçok örgütü çatısı altında toplayan ‘Sol Birlik’ adlı oluşum üzerinden PKK’ye karşı provokasyonlar hız kazanır. Oldukça örgütlü ve sistematik bir biçimde geliştirilen kışkırtmalar ve provokatif saldırılarla esasen Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin Avrupa’daki toplumsal, diplomatik ve siyasi gelişimi kösteklenmek, yine Gladio savaşları kapsamında PKK’nin ‘terörist’ diye kriminalize edilmesi için ihtiyaç duyulan ortam hazırlanmak istenir. Bu bağlamda NATO gizli servisleri, sözde anti-emperyalist sol güçler ile işbirlikçi Kürt örgütlerinin ortaklaşması söz konusu olur, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Avrupa topraklarında verdiği ilk şehadete yol açan Birinci Paris komplosu bu çerçevede tezgahlanır.

Noel’e bir gün kala, 23 Aralık 1985’te sözü edilen örgütler planlı bir biçimde Paris’teki Saint Denis metro istasyonunun önünde toplanmış olan kalabalık yurtsever kitlesine silah, bıçak ve sopalarla saldırıp burada halkın öncüsü Celal kod adlı PKK kadrosu M. Nazif Aktaş’ı katledip, üç yurtseveri de ağır yaralarlar. İdeolojik-siyasi örgütlenmenin tohumlarının atıldığı Bakur’da Haki Karer ile başlayan, gerilla mücadelesinin start aldığı Başûr dağlarında Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin ile devam eden komploculuk, bu kez ERNK bayrağı altında kitleselleşmenin yükseltildiği Avrupa topraklarında, tam bir tarihsel devamlılık içinde kendini gösterir.

Şehit Celal, faşist TC rejimi naaşının kendi ülkesinde gömülmesine izin vermediği için 7 Ocak 1986’da Paris’te Père-Lachaise mezarlığında, Komünarların yanında toprağa verilir. Fransız devleti halkın yürüyüş ve mitingle cinayeti kınamasına izin vermez. Buna rağmen Avrupa’nın birçok bölgesinden 1000’i aşkın yurtsever cenaze törenine katılır. Ayrıca Filistin Kurtuluş Birliği Devrimci Cephe temsilcileri de Şehit Celal’in toprağa verilmesine eşlik eder. Mezarı hala, ‘Mustafa Aktaş’ adıyla Père-Lachaise’de bulunmaktadır.

Avrupa topraklarında katledilen ilk şehit olan Celal, M. Nazif Aktaş’ın yaşamını yitirdiği 1985 yılından bu yana değişmeyen bir şey var, o da NATO’nun rolüdür. Tetikçi Kürt de, Türk de, Fransız da olsa, her üç Paris Katliamı birer Gladio operasyonu biçiminde, MİT’in doğrudan tezgahlaması ve Avrupa istihbaratlarının da ister açık ister zımni desteği ile gerçekleştirilmiştir. Böyle olduğu için de kendini tekrarlayabilmiştir. Böyle olduğu için de katliamların hiçbiri aydınlatılmamıştır.

Peki bu bize neyi anlatır? Nasıl bir sonuç çıkarmalıyız? Tarihin tekerrürü deyip kaderci bir biçimde kabul mu etmeli? Elbette değil. Yapılması gereken, bu katliamları Gladio savaşları bağlamında çözümleyip mücadeleyi böylesi geniş bir açıdan yürütmektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.