Türkiye, İmralı sistemiyle yönetiliyor
- Hukukçu Özgür Faik Erol, İmralı’da 24 yıl boyunca hiçbir kurala, kanuna, hukuka ve hakka kendini bağlı hissetmeksizin oluşturulan devletin idare tarzının, toplumun da öyle yönetilebileceğine dair fikir verdiğini belirterek, “Özellikle 2015’ten sonra hızla bunu tüm topluma yayan, genişleten bir sistem Türkiye’de hakim oldu” dedi.
Tecridin Türkiye’nin geleceğini doğrudan etkilediğini belirten avukat Özgür Faik Erol, İmralı Adası’nın bir nevi zaman makinası gibi geleceği gösterdiğini söyledi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye teslim edilmesiyle sürdürülen Uluslararası Komplo, 26. yılına giriyor. Öcalan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 25 yıldır ağır tecrit koşullarında rehin tutuluyor. Tüm iletişim hakları engellenen Öcalan ve diğer üç tutsaktan 31 aydır haber alınamıyor. İmralı Cezaevi’nin hangi hukuka ve kurallara tabi olduğunun bilinmediğini belirten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özgür Faik Erol, İmralı tecrit ve “hukuk” sistemini, MA’ya değerlendirdi.
Toplumu da öyle yönetme
İmralı Cezaevi’nin Abdullah Öcalan’ın getirildiği tarihten bu yana Türkiye’deki en olağanüstü mekân olarak biçimlendiğini hatırlatan Erol, şunları söyledi: “En baştan nasıl tasarlanmıştı, ne planlanmıştı, onları kestirmek güç fakat devam eden 24 yıl boyunca orası kendi kendini üreten, kendine özgü kurallarını geliştiren, tam olarak neye tabi olduğu, hangi kural ve rejim olduğu her zaman belirsiz bırakılan bir mekân oldu. Orada gerçekleşen uygulamalar, her türlü iletişim ya da muamele tarzı sonrasında özellikle devlet yönetimi açısından yönetme biçimine, irade biçimine dair önemli bir deneyime dönüştürüldü. İmralı’da 24 yıl boyunca hiçbir kurala, kanuna, hukuka ve hakka çok fazla kendini bağlı hissetmeksizin oluşturulan devletin idare tarzı, belli bir zaman aralığından sonra hükümete, toplumun da öyle yönetilebileceğine dair bir fikir verdi. Özellikle 2015 ve 2016’dan sonra hızla bunu tüm topluma yayan, genişleten bir sistem Türkiye’de hakim oldu.”
Sistematik belirsizlik politikası
Devletin, İmralı Cezaevi’nde sistematik olarak belirsizlik politikasını sürdürmesiyle Kürtlerin de belirsiz ve statüsüz bırakılmak istendiğini söyleyen Erol, şöyle devam etti: “Belirsizlik halinin kuşkusuz ilk derecede muhatabı Sayın Öcalan. Avukatlarıyla yaptığı kimi görüşmelerde, orada bulunduğu koşulları çeşitli biçimlerde ifade ediyordu. En çarpıcı ifade biçimlerinden biri, ‘Ben burada dar bir koridordayım’ idi. Sıkıştırılmış bir koridorda ne sağa ne sola dönebiliyorum biçiminde kendini ifade etmesi önemliydi. Bu dar koridorda tutulma hali, insan hakları literatürüne yerleşmiş bir ibaredir. Çeşitli örneklerde ve her zaman bir kötü muamele rejimi olarak da mahkum edilmiştir. İmralı’da bu belirsizlikte tutma hali, Sayın Öcalan’dan başlayan fakat devamla Türkiye'nin siyaseten Kürtlere biçtiği bir statü ve tutma haline dönüştüğünü düşünüyorum. Esasen İmralı’da ve bir bütün olarak Kürtlerin statüsünün belirsizlikte tutulma halidir. Bu durum son yıllarda hakim olmuş ve yerleşmiş bir siyaset biçimine dönüştü. Bugün artık sadece Türkiye’deki Kürtlerle sınırlı değil, Ortadoğu genelindeki Kürtlere dair böylesi bir belirsizlik halinde tutma siyasetinin geliştirildiğini görebiliyoruz.”
Öcalan’ın tutumu nettir
Erol, Abdullah Öcalan’ın “dar koridor” içerisinde Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü için ciddi çaba içerisinde olduğunu belirterek, şunları dile getirdi: “Bu kuşkusuz Kürtlerin özellikle son 50 yılda kendi kolektif haklarını talep eden ve bunları hayata geçirebilen, bunu daha güçlü biçimde ifade eden toplu hareketlenmesi ile ilgili bir durum. Burada Sayın Öcalan’ın oynadığı rol ve kapsadığı pozisyonla ilgili bir durum. Bu ısrarlar, Kürtleri Lozan'da ve Sykes-Picot’tan beri parçalanmış belirsizlik halinde tutma hali, Kürtleri içinde yaşadıkları ülkelerde birlikte yaşadıkları toplumlarla hangi şartlar ve statü altında birlikte yaşayabileceğine dair önerileri, düşünceleri ve bunu hayata geçirmeye dönük hareketlilikleri ve talepleriyle ilgili bir durum. Bu özellikle Türkiye şartlarında son 10 yılda Sayın Öcalan’ın Türkiye’de Kürt sorununun çözümündeki gücü ve rolü iyice belirginleşmiş, açığa çıkmıştı. İmralı’ya geldiği günden beri ısrarla ve net bir biçimde Kürt sorununun diyalogla çözme yönünde devleti görüşme sürecine ve diyaloğa davet eden bir tutum içerisindeydi. Kendi pozisyonu bu anlamada netleştirmişti.”
Demokratik kamuoyunun ihmali
Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kamuoyun yeterince gündemleştirilmediği eleştirisinde bulunan Erol, Türkiye’deki demokratik kamuoyunun uzun yıllardır İmralı’yı ve Abdullah Öcalan’ın pozisyonunu ihmal ettiğini, görmezden geldiğini veya görmek istemediğini söyledi. Tecrit politikasının sadece Kürtlerin sorunu olmadığının altını çizen Erol, “Öcalan ve İmralı böylesi olağanüstü bir pozisyonda bırakıldığında, orada kendi halinde büyüyen o olağanüstü, hukuku devre dışı bırakarak yönetme, idare etme biçiminin giderek bütün topluma, örneğin 2016’da bir gecede olağanüstü ve sıkıyönetim ilanlarıyla bütün topluma yaygınlaştıracağını kestirmediler muhtemelen. Bu daha Temmuz 2016’da OHAL ilan edilmesiyle çıkarılan ilk Kanun Hükmünde Kararname ile İmralı Cezaevi’ndeki fiili uygulamalar, tüm cezaevlerine ve tüm kurumlara yaygınlaştırıldı” şeklinde konuştu.
Hangi şartlarda yaşama kararı
Demokratik ve özgürlükçü bir toplum isteyen herkesin Öcalan’ı duyması gerektiğini söyleyen Erol, Öcalan'ın felsefesinin çözüm sürecinde nasıl bir etki yaptığını herkesin gördüğünü ifade etti. Öcalan’ın bir arada yaşama iddiasında olduğunu vurgulayan Erol, “Birbiriyle çatışma, birbirini ezme, birbirine üstünlük kurma değildir. O kültürü, o dili yüceltme olarak gören, demokratik, her unsuru güçlendiren bir fikriyattır. Bu fikriyatın, bu duruşun, bu entelektüel gücün kaynağı bellidir. Bu noktada Kürtlerin Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü noktasında ortaya koyduğu rol, tüm bölgede, Ortadoğu’da, tüm ezilenlerin, tüm birbirine güç gösterisi peşinde olmayanların, bütün meselesi huzurla yaşamak olan halk kitlelerinin nasıl bir arada yaşayabileceklerine dair bir örnek formülasyondur. Bunun hayata geçirildiği yerlerde, ciddi sonuçlar elde ettiği de görüldü. İkisi bir yana 2009’dan 2015’e kadar çözüm ve diyalog süreci etrafında o çatışmaların ve benzeri süreçlerin Türkiye’de ne kadar demokratik bir ortamın toleranslı, ifade özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün açıldığı ortamlara yol açtığı ortadadır. Dolayısıyla hangi şartlarda yaşamak istediğinize dair bir karar, bu konuda tavrı ve tutumu belirleyen bir şeydir” dedi.
İmralı zaman makinası gibidir
Tüm bunların toplamında Türkiye’nin geleceğinde Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin doğrudan etkili olduğuna işaret eden Erol, demokratik şartlarda yaşamak isteyen herkesin tecride karşı çıkması gerektiğini belirtti. Erol, şunları ekledi: “Yarın Türkiye’de hangi şartlarda yaşayabileceğinizi görmek istiyorsanız bugün İmralı’ya bakmanızı öneririm. Bir nevi zaman makinası gibidir. Önceden geleceğinizi gösterir. Biz bunu biliyoruz, bundan 10 yıl önce sadece İmralı’da uygulanan uygulama, peyderpey yaşama geçti. Böylesi bir devlet aklı var, böylesi bir devlet hafızası var. Dolayısıyla bu ülkede demokratik şartlarda yaşamak isteyen her insan, aydın, yazar, sanatçı ve hukukçu, etnik kimliğine, dini inancına bağlı olmaksızın bu gerçekliği görmeli. İmralı’da kurulan bu sistemi Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle nasıl iç içe girdiğini anlamak ve buna göre birindeki çözümün, ancak diğerindeki çözümsüzlüğün ortadan kalkmasıyla mümkün olabileceğidir. Bunun birlikte yürümesi gereken bir süreç olduğunu, açıkça ve cesaretle ifade etmesi gerekir.” İSTANBUL