Yaşamın mevsimsel döngüsü
Kültür/Sanat Haberleri —
- Kim Ki-Duk'un bu filmi, bir gölün ortasında izole bir tapınakta geçen, sessiz ama derin bir hayatın döngüsünü anlatır. Dinginlik ve şiirsellik bir aradadır. Filmdeki ana karakterin çocukluktan yaşlılığa uzanan serüveni, izleyiciyi hem zamansız hem de evrensel bir yolculuğa çıkarır.
VİLDAN BOZKURT
Film: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar
Yönetmen : Kim Ki-Dok
Filmin yönetmeni Kim Ki-duk, Güney Kore sinemasının herhangi bir eğitim alamadan buralara kadar gelebilen nadir isimlerinden biridir. Sinemasında insanın doğa ile olan ilişkisini, manevi ve varoluşsal temaları işler. Kim Ki-duk, 1990’ların sonunda ve 2000’lerde dünya çapında tanınan bir yönetmen oldu. Filmlerinde genellikle az diyalog, ağır bir tempo ve görsel anlatıma dayalı bir tarz benimser.
İzleyicileri ilk karşılayan sahnedir ilkbahar, tıpkı var olabilme duygumuzun çiçeklenmesi gibi doğanın güzellikleriyle nehrin içinde küçük bir tapınakta karşılar bizi. Karakterler bir usta ve çıraktır. Masumiyetin mevsimidir bu. Buda'nın öğretilerini çırağına öğretmeye çalışan bir keşiş ve bir çocuğun öğrenmeye açık, saf dünyasında henüz hiçbir şeyin kirletilmediği bir hayat. Yaşamın, uyanan doğa gibi, yeni başlangıçlara gebe olduğu bu evrede, çocukça bir merakla çevresini keşfetmeye başlar çırak. Ancak bu masumiyetin içinde bile sorumluluk ve sonuçlar saklıdır.
Yaz: Çırak büyümüştür, artık bir genç olmuştur. Ormanda keşif yaparken iki yılanın birbirine dolandığını fark eder ve gülümser. Bir şeylerin yeşereceği zamandır. Gençlik ve tutkunun kapıyı çaldığı bu vakitlerde doğayı izler; dağların ahenkli duruşunu, yüzen küçük tapınakları… O sırada uzaklardan birileri gelir ve o da misafirleri ustasına götürür. Şifasını bulmaya gelen biridir bu. Günler ibadet etmekle geçer. Genç çırak, bir gün beyazlar giymiş saf güzellikteki bu kızı gezdirmeye çıkarır, her şey o kadar sade ve minimal bir düzendedir ki insan sadece huzur bulabilir. Ve tam da bu sırada aşkın, arzuların ve hataların hüküm sürdüğü bu mevsimde, genç çırak kendini tutkularına kaptırır. Doğa burada en dolgun haliyle yeşerirken, insanın içindeki arzular da aynı şiddetle filizlenir. Fakat bu ateşli arayışın sonunda, geride kalacak olan yalnızca yanık ve telafi edilemez izlerdir. Aşk, ateş gibidir; yakar ve küllerini bırakır. Bir gün yine teknede birlikte olduklarında, sabaha karşı ustaya yakalanırlar ve ustası küçük bir ceza olarak tekneyi suyla doldurur. Keşiş, artık kızın gitme vaktinin geldiğini söylerken çırağına dönerek ekler; "sahiplenme tutkun uyandı yalnızca ve bu da öldürme isteğini uyandırır.” Yazın bitimiyle çırak ustasını terk eder aşkı için.
Sonbahar: Rüzgarın esmesiyle gelir sonbahar. Olgunlaşma ve çoğu yüzleşmelerin zamanıdır artık. Keşiş epey yaş almıştır, saçlarının aklarıyla sırtında yeni arkadaşı kediyle tapınağına döner. Yemek yediği sırada gazetedeki haberi görür ve iç çeker sadece. Yazın ateşi, yerini soğuyan bir iç hesaplaşmaya bırakır bu dönemde. Çırak sevdiğini öldürmüştür, bir başkasına kaçtı diye. Çırağın döneceği yer yine kulübesidir. Değişmiştir artık; gençliğin getirdiği hırçınlıkla, erkeklerin şehvet duygulu dünyasına girmiştir o da. Hatasını anlamış ve derin bir ibadet haline bürünür artık. Pişmanlıkları başlar ama iş işten geçmiştir çoktan. Burada keşişin yöntemi dikkat çekicidir. Hatalarının telafisi için yere yazdığı isimlerin üstünü kazımasını sağlayarak kendi iç hesaplaşmasını hafifletmesini gösterir çırağına. İç huzurunu onarmaya başlar o da, saçlarını kesmiş ve eski kıyafetlerini sırtına geçirmiştir. Her şeyin eskisi gibi olacağını umarken birileri çıkagelir. Usta onları karşılar ve vazifesini bitirmesi gerektiğini belirtir. Sabahın ışıklarıyla yolculuk başlar ve yine gitmek zorunda kalır genç. Karakter burada, geride kalan izlerin farkına varır ve artık ağır adımlarla ilerler. Tekneyle açılacakken ilerleyemezler suyun içinde, tam o sırada ustanın bir el hareketi ile yüzmeye başlar ve uzaklaşırlar ta ki tekne kendiliğinden ustaya gelene kadar. Ve bu da bize gösteriyor ki Buda'nın öğretisiyle beraber usta o hikmete ulaşmayı çoktan başarmıştır. Sırası gelince çırağın erişeceği mertebedir bu da. Hayatın geçici olduğu, doğanın solan yapraklarıyla birlikte kabul edilir artık. Sonbahar, pişmanlıkların ve farkındalığın kapısıdır; insan, kendi geçmişine dönüp bakar ve ne kaybettiğini , ne kazandığını tartar.
Kışa başlamadan önce usta artık bu dünyadaki zamanını doldurduğunu düşünüp teknesinin içinde ateş yakarak batırır tekneyi, usulca bir yılan süzülür suyun içine doğru ve tapınağa girip geri gelecek kişiyi bekler artık. Çoğu sahnede sıklıkla karşımıza çıkan bu yılan metaforu, tarihin ve insanlığın ilk zamanlarından süregelen günahların başlangıcını belirtmek içindir aslında.
Kış: Kaçınılmaz son… Çırak artık yetişkin olmuş ve geri gelmiştir. Artık ne tekneleri vardır, ne de ustası. İçerde, ibadet ettiği yerde bekliyor arkadaşı yılan. Buda'nın heykeli ile beraber ibadet ve ritüellerine devam eder. Ve artık ustasının yerini alacaktır. Ustasından ona kalan tek şey; keşişliğin ilkelerini ve felsefesini not ettiği defteridir. Tapınağın ortasında bir yalnızlık hakimdir, bu yalnızlık aynı zamanda huzur getirir. Yeni ustanın kışla birlikte ulaştığı nihai durak, içsel bir dinginlik ve kabul halidir. Günler geçtikçe yeni bir misafiri gelir kapısına bir bebekle. İbadetini gerçekleştirir ve gecenin ıssız bir saatinde koşarak uzaklaşır oradan, nehir onu da alır kendisine. Bebeğin ağlamasıyla uyanan genç usta, sessizce kabullenir gerçeği. O sabah yine sırtına bağladığı taşla en zirveye çıkar.
Bu sahneler boyunca film için Kim Young-Im tarafından bestelenmiş "Jeongseon Arirang" parçasının manzarayla bütünleşip izleyiciyi o huzur ve tinselliğin birleştiği havanın içine çektiği aşikârdır. Ve denildiği gibi kış; kaçınılmaz sonun, ölüm ve dinginliğin mevsimidir. Yaşam sona erer, fakat her son, yeni bir başlangıcın habercisidir.
Ve tekrar İlkbahar...
Döngü asla sona ermez. Doğa, tıpkı insan gibi, yeniden doğar, yeniden öğrenir, yeniden hatalar yapar. O bebek artık çocuktur, çırak çoktan keşiş olmuştur. Ve geçmiş tekrar eder. Fakat bu kez onu takip eden bir ustası yoktur. Film bize, hayatın sadece bir çizgi değil, döngüsel ve zamana bağlı bir hareket olduğunu, her sonun yeni bir doğum getirdiğini anlatır. Mevsimlerin sükûnetinde saklı olan bu döngü, insan ruhunun derin katmanlarında yankılanır; her mevsim, insanın iç dünyasında bir ayna gibidir.
Kim Ki-Duk'un bu filmi, bir gölün ortasında izole bir tapınakta geçen, sessiz ama derin bir hayatın döngüsünü anlatır. Doğanın ve insanın ruhani yolculuğunu sade ama güçlü bir anlatımla sunar. Doğa insan ruhunun öğretmeni olur ve mevsimler, hayatın her dönemini yansıtan bir metafor olarak karşımıza çıkar. Dinginlik ve şiirsellik bir aradadır. Filmdeki ana karakterin çocukluktan yaşlılığa uzanan serüveni, izleyiciyi hem zamansız hem de evrensel bir yolculuğa çıkarır. Böylece, doğanın zarif diliyle yaşamın anlamını fısıldar biz insanlara: Tıpkı ilkbahar gibi, her şey yeniden başlar.