Yeni hikayeler yazmak kaçınılmazdır

Dosya Haberleri —

Cengiz Çiçek

Cengiz Çiçek

HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek ile 3. Yolu ve toplumsallaşma sancılarını konuştuk:     

  • 3. Yolun stratejik hedefi Konfederal Ortadoğu, Demokratik Türkiye, Özgür Kurdistan’dır. Yeni dönemde bu başlıkların içini daha güçlü doldurmak, temsiliyetlere ve örgütlere sıkışmış halini aşmak, toplumsallaştırmak; öz örgütlü, özyönetimli ve öz eylemli kılmak kaçınılmaz ev ödevimiz olacak.
  • Son seçim sonuçları da gösterdi ki bizim için çok öğretici derslerle yüklü bu hikâyeye yeni hikayeler yazma dönemi kaçınılmaz olarak başlamıştır. Biz de bu süre zarfında yerleşik hale gelen düşünce kalıplarına, pratik alışkanlıklara, politika yapma tarzına meydan okuyarak, bunları yıkarak yeni yollara ulaşacağız.

   HAKİKİ MUHASEBE VE ÇIKIŞ YOLU  -3-  

GÜLCAN DERELİ

Seçim sonuçlarına dair kamuoyunda tartışmalar devam ederken, muhalefet cephesinde de muhasebe süreci yaşanıyor. Bu muhasebe sürecinin kritik aktörü ise HDP ve Yeşil Sol Parti. Çünkü bu geleneğin bu süreçten nasıl çıkacağı ülkenin kaderini değiştirme niteliğine sahip. Bir eleştiri ve özeleştiri süreci başlattığını duyuran HDP ve Yeşil Sol Parti'nin kabul ettiği eksiklik ve yetersizliklerin kaynağı ne? Seçim stratejisi, cumhurbaşkanlığı adaylığı, 3. Yol, ittifak politikası, tek liste, öncülük sorunu, halkla bağların zayıflaması, seçimleri aşan yapısal sorunlar... Bu gibi çok sayıda başlık tartışma konusu. Bu kapsamlı tartışmanın bir takım parazitleri de ortaya çıktı. Gerçek eleştiri ve özeleştiriyi gölgeleyen, hakiki sorunları tartışmayı manipüle eden özel savaş politikaları da bu devrede. Bu dosyanın amacı, Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin dile getirdiği eleştirileri muhataplarına sormak, özel savaşın gölgesini kaldırarak hakiki bir muhasebeye vesile olmak, toplumun kıstırıldığı bu cendereden çıkış yollarına dair yön işaretleri bulmak... HDK, HDP ve Yeşil Sol Parti'nin yetkililerine sözü verdik. Bugünkü konuğumuz HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek...    

3. Yol siyasetinden başlayalım. Sayın Öcalan, yerel seçimler öncesi iki bloka da payanda olunmaması uyasında bulunmuştu. Genel seçimler sonrası bu vurguları tekrar gündem oldu. HDP de 3. Yol'un ihmal edildiğine yönelik özeleştiri verdi. Öncelikle 3. Yol siyaseti nedir oradan başlayalım.

3. Yol, her şeyden önce resmi tarih okumasının ters yüz edilmesidir. Mevcut kapitalist moderniteye başkaldırıdır. Ayakların baş olduğu bir meydan okumadır. Osmanlı’nın dağılma sürecinde nüveleri oluşan; Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar kendisini var eden, Türkçü-İslamcı otoriter faşizan sağ anlayış ile kendini “Kemalist laiklik” olarak tanımlayan Türkiye usulü sosyal demokrasinin radikal eleştirisine; ideolojik, politik reddiyesine dayanır. Emekten ve özgürlükten yana bir üçüncü kutup ihtiyacı kendisini bütün gücüyle sömürülen, ezilen, ötekileştirilen, inançları ve kimlikleri elinden alan bütün toplumsal kesimleri ve halkların yeni yaşamını, yeni bir odak oluşturma iddiasını içerir. 3. Yol Türkiye ve Kurdistan’ın halklarının, emekçilerinin özgürlük ve tarihsel gelişmesinin getirdiği, sistem dışı, kapitalizme karşı tüm ezilenlerin, sömürülenlerin, özgürlüğü elinden alınan halkların durduğu yeri işaret eden tarihsel-politik bir belirlemedir.

Şüphesiz günümüze kadar bu iki egemen siyaset açıklık-kapalılık, çevre-merkez, iktidar-muhalefet gibi ikilikler bağlamında belirli dönüşümler geçirdiler. Bu yönüyle düz bir okuma yapmıyoruz. İktidara yakınlıkları ve uzaklıklarına göre sınıfsal ve kültürel kodlarında da değişimler olduğunu görmekteyiz. Bu elbette uzun bir konu ve ayrıntılara bu sınırlı zeminde giremeyeceğiz.

Özetle; 3. Yol, Siyasal İslamcılığın dogmatizmi ile katı laikçiliğin pozitivist dogmatizminin politik bağlamda birbirinden farklı olmadığını savunur. Karşılarına toplumsal inanç ve özgürlükçü laikliği konumlandırır. Bu iki hat üzerinden şekillenen siyasetin Kurdistan ve Türkiye halklarını teslim aldığını, seçeneksiz bıraktığını görür ve karşısında mücadele eder. İktidara geldiklerinde de devletin kurucu ideolojisi olan Türkçülüğün, erkek egemenliğinin, Sünniliğin bayraktarlığını yapmaları itibariyle de birbirlerinden farklarının olmadığını söyler. Her iki egemen siyasetin, egemen ideolojinin karşısında durur ve sistemin yok saydığı, inkâr ettiği, tasfiye etmeye çalıştığı ezilen kimliklerin ortak emek ve özgürlük mücadelesini aşağıdan ve çevreden örgütlemeyi önüne koyar.

Gerek tarihsel olarak gerekse günümüzde milliyetçi, ırkçı politikaların üretim merkezi haline getirilmiş Kürt karşıtlığının ya da Kürt meselesinin çözümsüzlük zemininin kurutulmasını öncelikli görevlerinden sayar. Savaş, doğa ve ekonomi politikaları bağlamında ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarlarını önceleyen her iki yapının karşısında mücadele yürütür.

3. Yol mücadelesi Sünniliğin, Türklüğün ve erkekliğin toplumsal bir kimlik olarak inşa edilmesinde koçbaşı olarak kullanılan dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçiliğin ideolojik ve politik panzehridir. Ayrıca Türkçülük ve İslamcılık olarak tarihsel arka plana sahip, İttihat Terakki’ye dayanan bir zeminin karşısında enternasyonalist, antikapitalist tüm dinamikleri kendisinin müttefiki olarak kabul eder.

İdeolojik ve sınıfsal olarak benzer karakterde olan bu iki bloğun, gerçekten çok ayrı seçeneklermiş gibi toplumu aldatmasını sürekli teşhir eder. Bu yapay kamplaşmaların dışında halkın öz sorunlarına yine halkla birlikte ideolojik, politik, sosyal, sınıfsal, kültürel, dayanışmacı çözümler üretmeye çalışan somut bir toplumsal mücadele programı üzerinde durur. Daha da ayrıntılandırılabiliriz; özetle ifade ettiklerim, 3. Yol siyasetinin sağcılığın, militarizmin, milliyetçiliğin iki türevine karşı, ilkesel ve programatik mücadele başlıkları olarak da ele alınabilir. Öte yandan 3. Yol her iki hegemonik hattın kapitalizmle kurduğu simbiyotik ilişkide ortaya çıkan doğanın tahribatına karşı ekolojik yaklaşımı esas alarak hem yaşamı savunmaya hem de kapitalizme karşı toplumu, doğayı savunmaya yönelir.

Peki bu 3. Yol siyaseti neden uygulanmadı, pratik olarak nerede kopuldu? Örneğin yerel seçimler mi, ittifak politikası mı, Millet İttifakı'nın gölgesinde kalma mı, cumhurbaşkanlığı adayı çıkarma mı? Somut olarak nerelerde sapıldı?

Bahsettiğim ideolojik, programatik ve ilkesel katılık, pratik politikada esnek ya da çoklu, alternatifli hamleler, taktikler geliştirmeyeceğiz anlamına gelmiyor elbette. 3. Yol mücadelesinin stratejik hedefi Konfederal Ortadoğu, Demokratik Türkiye, Özgür Kürdistan’dır.

Kuşku yok ki, Kürt halkının anadil eğitim, öğrenim hakkı başta olmak üzere kültürel ve siyasi haklarının tesisi; anayasal, yasal statüsü sağlanmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değildir. Yine Türkiye’de demokrasi mücadelesi gelişim katetmeden, toplumsallaşmadan Kürt sorununun eşitlik temelinde çözümü de oldukça zordur. Stratejik hedefin iki ana başlığı, paralellik arz ettiğinde birbirini güçlendiren, tek ayak üzerinden gittiğinde birbirlerinin alanını daraltan bir işlev görebilirler. Her koşul ve şartta öncelememiz gereken de attığımız her adımın bu stratejik hedefi ideolojik, politik, örgütsel ve toplumsal olarak ne kadar güçlendirip güçlendirmediğidir.

Aynı şekilde demokratik dönüşümün ve politik belirleyiciliğin merkezinde olan 3. Yol mücadelesinin kazanımlarını, birikimlerini korumak da önceliklerimiz arasında olmalıdır. Son seçimlerde yıllardır özel savaş yöntemleriyle, kara propagandayla, yargı ve kolluk gücüyle bizleri ve kazanımlarımızı tasfiye etmek için bütün gücünü seferber eden iktidar blokunu zayıflatmak ve yıkmak hedefi de böyle anlaşılmalıdır. Aynı şekilde dışımızdaki bütün toplumsal dinamikleri teslim almaya çalışan faşist yönelimleri püskürtmek de politik sorumluluk alanımızın içindedir. Son seçimlerdeki tavrımızın bu yönüyle de okunması gerektiğini düşünüyorum. Buradan hareketle sorunuzda bahsi geçen başlıklar stratejik hedefin seçim dönemindeki taktiksel boyutlarına dairdir. Her şeyden önce 3. Yol’un stratejik hedefine ulaşmak için kurduğumuz stratejik ittifakı, seçim sürecine ve seçim sonuçlarına sıkıştırmak bizi yanlış sonuçlara ulaştıracaktır. Başarı ya da başarısızlığı, seçim öncesi ve sonrası süreçleri de dahil ederek, tahlil ederek değerlendirmek zorundayız. Seçime daraltan her yaklaşım, dolaylı olarak bizleri seçim partisi ya da seçim dönemlerinin mücadelecisi alanına sıkıştırır ki bu da her şeyden önce kendimize haksızlık olur.

Kimi dönemlerde 3. Yol siyasetinin belirli taktikler geliştirmesi gayet anlaşılırdır. Örneğin 3. Yol’un temsilcisi konumundaki HDP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde yükselen AKP faşist rejimi karşısında “Batı’da kaybettirme Kürdistan’da kazanma” taktiği oldukça önemliydi. O dönem için geliştirilen bu taktik yaklaşım, stratejik olarak CHP’nin demokratikleşme problemlerindeki tarihsel ve güncel sorumluluğunu görmeyen, AKP ve CHP’nin milliyetçilik yarışını bilmeyen ya da ekonomi politikalarındaki paralelliklerini okumayan bir yaklaşım değildi. Hedef oldukça sarihti. Sistem partilerinden iktidarda olanın faşistleşen ve adeta toplumu nefes alamaz durumda bırakan kırım siyasetine tarihsel bir darbe vurmak ve demokrasi mücadelesine bir nebze de olsa soluk kazandırmak öncelikli hedefti. O dönem bunu başardık ve taraflı tarafsız herkesin takdirini, sempatisini kazandık. Böylece dönem koşulları içerisinde toplumsal muhalefetin tam merkezine oturduk. Ancak bir şeyi hep birlikte ıskaladık ya da başaramadık. Yerel seçim taktiğinin zaferinin herkesçe hakkının teslim edildiği bir dönemden sonra o güne kadar bize mesafeli duran toplumsal kesimlerde oluşan sempatiyi örgütleyecek toplumsal örgütlenme hamlesini gündemimize alamadık. Oysa ki seçim taktiği üzerinden bir sonuç ortaya çıkarıyorsunuz ama o sonucu toplumsal politika bağlamında hanenize kazandıracağınız örgütlenmeyi sağlayamıyorsunuz. Örgütsel çalışmalarınızı bu yeni sonuca göre düzenleyemiyorsunuz. Daha net ifadeyle iktidar blokuna kaybettirdikten sonra ideolojik olarak iktidar partisine uzaklaşmış, muhalefet partisine yakınlaşmış olmuyorsunuz. Tersine her iki blokta çözülen ve yumuşayan seçmen kitlesine yönelik toplumsal örgütlenme faaliyetini hayata geçirmediğinizde eklemlenme tehlikesini yaşarsınız. Çünkü 3. Yol mücadelesi seçimlerdeki taktiksel kararlarıyla değil seçim sonrası ortaya çıkan elverişli tabloyu ideolojik, politik ve toplumsal olarak değerlendirmesiyle farkını, bağımsızlığını ortaya koyabilmeliydi. Yani bir oyunu bozarken yeni oyun kuruculuk maharetini gösterebilmeliydik. Özetle 14 ve 28 Mayıs seçimlerindeki başarısızlığın en önemli nedenlerinden birisinin, son yerel seçimlerde ortaya çıkan siyasal sonuçları toplumsal politika kazanımına dönüştürememektir desek yanılmış olmayız. Özeleştirimizi de seçim süreçleri dışında başaramadıklarımız üzerinden vermek en sahici olandır. Bu örnekten de yola çıkarak belirtmek gerekir ki, 3. Yol anlayışı, her dönem, fikriyatın toplumsallaştırılmasını öncelemeli, başarı ya da başarısızlık ölçüsünü buradan kurmalıdır. Sayın Öcalan’ın herhangi bir egemen siyasete “payanda olunmaması” uyarısını da bu içerikte değerlendirmek zorundayız. Yine Kürt meselesini, Kürt siyasi aktörlerini güncel seçim tartışmalarının nesnesi kılan, gündelik politika malzemesi yapmaya çalışan devletçi siyasetlere de en etkili yanıtın böyle verileceğini kabul etmeliyiz. Sistem partilerinden bizi ayırt edecek şey de devrimci teorinin pratik politikaya tercümesindeki tutarlılıktır. Biz, ezilenlerin politikasını kuranlar olarak iktidarın toplumu kayıtsız şartsız teslim almak istemesine karşı aşağıdan müdahale ettik. Bu önemli sonuçlar da doğurdu. Ancak bu aşağıdan müdahaleyi toplumsal büyümeye ve ezilenler adına yukarıdan müzakereye dönüştürmekte başarısız kaldık. Bu başarısızlık Sayın Öcalan’ın “payanda olmayın” uyarısını, 2023 seçimleri itibariyle bir toplumsal-siyasal zemine yerleştirerek bizim için özeleştiri ekseni haline getiriyor. Yeni mücadele döneminde de öz gücüne güvenen ve demokratik mücadele ile demokratik müzakere süreçlerini iç içe işleten mücadele hattı temel gündemimiz olmalıdır.

3. Yol çok vurgulandı ama bunun toplumsal ve eylemsel gereklilikleri hep geride kaldı. Söylem düzeyinde kaldı sanki. 3. Yol’un toplumsal ve eylemsel gereklilikleri neydi?

Söylem düzeyinde kaldı dersek yanlış bir tespit olur. Doğru tespit, eksik, yetersiz kaldık diyebiliriz. Her türlü zor koşula rağmen sahada en fazla direnen, eylemde olan bizleriz. Ancak önümüze koyduğumuz hedeflere kıyasla düşündüğümüzde yetersiz kaldığımız da bir gerçek. Yine iktidarın sistematik yönelimleri karşısında yeni yol ve yöntemler geliştirmekte, bu saldırıları boşa çıkarmakta da yüzleşmemiz gereken zayıflıklarımız var elbette. 3. Yol mücadelesi az önce de bahsettiğim gibi salt seçim dönemleri gibi takvimsel aralıklara hapsedilemeyecek kadar önemli bir başlık. Örneğin az önceki sorunuzda da ifade ettiğiniz Emek ve Özgürlük İttifakı, Millet İttifakı, Yerel Seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi tüm odaklanma hep seçim sürecine dair. İlk olarak bu anlayışı yıkmak gerekiyor. Seçimler elbette önemli bir mücadele aralığı ve reddedilmemeli. Aynı şekilde parlamento zemini de öyle. Ancak seçim süreçlerinde ve parlamentoda ortaya çıkardığınız kazanımlar, artılar, toplumsal örgütlülüğe, eylemselliğe tahvil edebildiğiniz oranda kıymet kazanır. Aksi durum araçların ve amaçların yer değiştirmesi olur ki bu da kendi kendimizi boşa çıkaran, gösteri kültürünü besleyen, kişisel motivasyonların kolektif motivasyonların önüne geçtiği bir siyasal kültürü inşa eder. 3. Yol mücadelesi bağlamında sürekli gündemde tutmamız gereken temel hedef bellidir. O da yüz yıllık sistemin iki egemen blok aracılığıyla hedeflediği devletçi toplum inşasına karşı demokratik geleceği ve özgürlüğünde ısrar eden örgütlü toplum inşasıdır. Emek, kültür, toplumsal cinsiyet, toplumsal inanç, eşitlik, adalet ve özgürlük değerlerini bağrında biriktirmiş, ideolojik ve politik bir program kapsamında örgütlenmiş bir halk gerçekliği yaratmaktır esas olan. Nesneleşen değil özneleşen, seçmen değil müdahaleci, hatta salt kültürel kodlara, yaşam tarzına indirgenmiş değil politik karakteri güçlendirilmiş bir toplumsallık inşa edilmeden devletçi ideolojinin ve siyasetin alanını daraltmak bir hayli zor olacaktır.

Yeşil Sol Parti’nin bu seçimlerde en çok yoksullardan oy aldığı görülüyor. Orta sınıf eleştirisini de göz önüne alarak, önümüzdeki dönem temel örgütlenme alanınızı nasıl kurgulayacaksınız? Üstelik orta gelirlilerin de yoksullaştırıldığı bir sürece girdik.

Ağırlıklı olarak yoksul, emekçi bir halk hareketi olarak doğduk ve bugünlere geldik. Dayandığımız sınıfların öne çıkan özelliği de halen bu. Yanı sıra sadece yoksullar değil resmi paradigmanın dezavantajlı kıldığı başta Kürt halkı ve Aleviler olmak üzere ezilen kimliklerin büyük oranda kendisini içinde bulduğu, desteklediği bir partiyiz. Bu toplumsal kesimlerin bizi desteklemesi elbette tesadüf değil. Kürt sorununun demokratik çözümünün en ilkeli savunuculuğunu yapmamız, Alevi toplumunun eşit yurttaşlık mücadelesine dair müdahil olma durumumuz gibi çokça örnekler verebiliriz. Şüphesiz hem dayandığımız taban gerçekliği hem de sorunların çözümü bağlamında yeni dönem politik hattımız Kongre sürecinde de masaya yatırılacak ve daha sağlıklı sonuçlar çıkaracağız. Ama şimdiden peşinen belirtmek isterim ki devlet aklının Türkiye’de bizi sınıfsal özümüzden uzaklaştırmak ve sosyalist kimliğimizi silikleştirmek gibi bir çabası var. Aynı şekilde Kürdistan’da da Kürt halk mücadelemizi alternatif oluşumları örgütleyerek akamete uğratma çabası var. Hem bu devletçi oyunları boşa çıkarmak hem de ideolojik politik kimliğimizin bir gereği olarak sosyalist ideolojiyi ve Kürdistan politikalarını daha güçlü savunma, tahkim etme çabalarını arttırmalıyız. Türkiye’de demokratik ittifak, Kürdistan’da ulusal ittifak uzunca süredir örgütlenme hedefimizin en temel halkaları. Yeni dönemde doğru olan bu başlıkların içini daha güçlü doldurmak, temsiliyetlere ve örgütlere sıkışmış halini aşmak, toplumsallaştırmak; öz örgütlü, özyönetimli ve öz eylemli kılmak kaçınılmaz ev ödevimiz olacak. Seçim sonuçları üzerinden bile okuma yaptığımızda bu görevin önümüzde durduğu görülüyor. Örneğin Kürt halkının ülke içindeki demografik dağılımından bile yola çıkarak başta İstanbul olmak üzere batı illerinin tümünde Kürt halk mücadelesini en temel gündemlerimizden birisi yapmak önemli. Yine başta mevsimlik işçiler, inşaat işçileri ve hizmet alanı olmak üzere sınıfsal çelişkilerin en derin ve sendikal bürokrasiden en uzak alanlarında; kapitalist sömürü politikalarının sonucu olarak ortaya çıkan ekolojik kriz alanında yerinden örgütlenmeleri güçlendirmemiz gerekiyor. Sonuç itibariyle daha da sıralayabileceğimiz sistemsel kriz alanlarının hepsi ağırlıklı olarak köylüleri, işçileri, yoksulları vuruyor. Ayrımcılığa uğrayan halklar ve inançlarla sömürü çarkları arasında ezilen yoksulların mücadelesini daha fazla ortaklaştırmak, buluşturmak ve toplumsallaştırmak demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yeni dönemde en temel hedefi olacak. Yanısıra ezilenlerin politik programını güncellemek ve özellikle bütünlüklü sınıf siyaseti ortaya koyan, sınıfın değişen yapısına uygun örgütlenme modellerinin tartışılması gereken bir dönem olmalı.

İttifak politikası da çok tartışılıyor. Örneğin tek liste ile gidilememesi, dar kalınması, halktan gelen seslere kulak tıkanması, neden tek liste konusunda inisiyatifli olunmadığı vs. İttifak politikası fazla mı seçime indirgendi? Bundan sonra nasıl bir ittifak politikası yürütülmeli?

2015’ten bu yana İttifak politikamızın bize kazandırdığına şahitlik ettik. Bu kazanımın en önemli nedeni İttifakın topluma güven vermesiydi. İlk defa İttifak içi tartışmalara gömüldüğümüz bir seçim oldu ve kendi içindeki parçalı görüntünün de sonuçlara etki ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten hali hazırda İttifak partilerine dağılan oyların ya da bir bütün olarak İttifakın aldığı oyların ezici çoğunluğunun Kurdistan ve Türkiye devrimci hareketlerinin tarihsel olarak biriktirdiği oylar olduğu kabul edilmeli. Bu gerçeğin kendisinin bile bizler açısından bir özeleştiri konusu olması gerekiyor. İki yönüyle; birincisi, üzerinden filizlendiğimiz devrimci mücadelelerin üstüne demokratik siyaset olarak ne kadar katkı sunduğumuzdur. İkincisi de devrimci hareketlerin üzerinden ortaya çıkan bu toplumsal siyasal kimliğin, bilincin gerektirdiği birlik ruhunu örgütler olarak sağlayamamış olmamız ve hatta yer yer bunu parçalayan bir rol oynamamızdır. Bu ikincisini bir örnekle biraz daha ayrıntılandırmak isterim. Örneğin saha verilerine baktığımızda TİP’in aldığı oyların bir kısmının ismi Botan, Havin, Armanç olan Kürt gençlerinden geldiği görülüyor. Açık ki Kürt gençlerinin sol, sosyalist değerlere oy vermesini sağlayan, bu ideolojiyi yeni kuşak gençlerle barışık kılan Kürt Özgürlük Hareketi'dir. Onun devrimci mücadelesinin kuşaktan kuşağa aktarımın ifadesidir. Bu hareketin varlığı olmasaydı gençlerin hangi partilere oy vereceği az çok tahmin edilir herhalde. Zaten bu gerçeğin kabulü değil midir ki Süleyman Soylu çıkıp Hüda Par üzerinden geliştirdikleri devlet aklından bahsediyor. Açık ki Kürdistan devrimi sadece Kürdistan’da değil ülkede, bölgede ve dünyada 21. Yüzyıl sosyalizminin en önemli merkezlerinden birisidir. O halde bu mücadelenin kuşatılması ve tasfiye edilmesi girişimleri karşısında sosyalist örgütlerin, hareketlerin Kürt hareketiyle stratejik ittifakını daha fazla güçlendirmenin yollarını araması ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine, Kürt sorununun demokratik çözümüne daha güçlü omuz vermeleri gerekiyor. Bu sadece Kürt hareketi ve Kürt halkı için değil sosyalizm mücadelesinin kendi varlığı için de geçerlidir. Haliyle ittifak tartışmalarını ve mücadelesini bu stratejik akılla yürütmek, seçim dönemlerinin dışına taşırarak gün ve gelecek perspektifi haline getirmek de kaçınılmazdır. Yeni dönem mücadelesinde bu stratejik okumayla işlerimize yüklendiğimizde ise başarının önünde hiçbir engel olmayacağını da görmemiz gerekiyor. O nedenle Türkiye ve Kurdistan halklarının demokratik ve özgür geleceğinin teminatı, pratik olarak eksik ele alınan Stratejik ittifakın devrimci sorumluluğunun layıkıyla üstlenilmesidir.

Seçim sonuçları tecrit politikasının neden uygulandığı yönünde Kürt kamuoyundaki genel bir kanaati doğruladı sanki. Şu değerlendirmeler yapıldı, Sayın Öcalan konuşabilse farklı olurdu. Tecrit bu tablo ortaya çıksın diye mi uygulandı?

Elbette. Bir bakar mısınız tabloya; bu iktidarın hukuki, ahlaki ve siyasi değerlerden en fazla koptuğu yer İmralı’dır. Tecrit halini de aşan alıkoyma, habersiz bırakma politikalarının temel hedefi de Sayın Öcalan şahsında Kürdistan devrimci demokratik mücadelesinin ve sosyalizm mücadelesinin biriktirdiği deneyimi ve hafızayı kesintiye uğratmak, bozmak; belirleyici dinamizmini sönümlendirmektir. Böylece İbrahimlerin, Mahirlerin, Denizlerin ve Mazlumların tarihsel mücadelesinden tarihsel intikam almak ve yenilgiye uğratmak istemektedir. Mevcut iktidar devletlere has olan devrimci mücadelelere dönük tarihsel kinin, komploculuğun en önemli sınıfsal temsilcilerindendir de aynı zamanda.

Bakın, hem dünyada eşi görülmemiş bir mutlak tecrit politikası uyguluyor ve bununla da yetinmiyor en güçlü kara propagandayı, özel savaş dilini de Sayın Öcalan üzerinden geliştiriyor. Bu politikayla amaçlananın ne olduğunu anlamak istiyorsak politika sahiplerinin kendisini takip etmemiz yeterli. En fazla nerelere yüklenmemiz gerektiğini de iktidarın en fazla nereye saldırdığından çıkarabiliriz. Bütün hakikat kırıcı söylem ve politikalara rağmen Sayın Öcalan’ın Kürt ve Kurdistan halkları için neyi ifade ettiği biliniyor. Sadece pratik mücadele düzleminde değil politik ve toplumsal değerler bağlamında da ezilenlerin mücadelesini güçlendiren, birleştiren, ayağa kaldıran bir rolü var. Son çözüm süreci ve açlık grevleri deneyimlerinde de bunlara şahitlik ettik. O nedenle Sayın Öcalan üzerindeki mutlak izolasyon politikaları karşısında konumlanmak, etkili mücadele yürütmek kendisine dışardan bir lütuf değildir. Toplumsal, sınıfsal, politik ve ideolojik saldırı, tasfiye konseptiyle karşı karşıya olan devrimci demokratik mücadele öznelerinin, gruplarının öz savunma, öz varlık mücadelesidir de.

Son olarak buradan nasıl çıkılır?

HDK-HDP’nin kuruluşundan bugüne yıllar geçti. Son seçim sonuçları da gösterdi ki bizim için çok kıymetli, geliştirici ve öğretici derslerle yüklü bu hikâyeye yeni hikayeler yazma dönemi kaçınılmaz olarak başlamıştır. Biz de bu süre zarfında yerleşik hale gelen düşünce kalıplarına, pratik alışkanlıklara, politika yapma tarzına meydan okuyarak, bunları yıkarak yeni yollara ulaşacağız. Yeniden kuruculuk, kazandırmayan tarzları, ilişki biçimlerini yıkmakla mümkün. Put kırıcılık, bütün devrimci çıkışların olmazsa olmaz özelliğidir. Örneğin temsili alanla sınırlılık eleştirisi nedense hep parlamento zemini için yapılır. Ancak bütün örgütsel mekanizmalarımızı saran, en yerel yönetimlerimize bile sirayet eden bir siyasi kültüre dönüşmeye başladığını görmek zorundayız.

Örgütlerimizi toplumsal bir hareket formu ve içeriğine nasıl kavuşturacağız tekrardan? Bu sorunun yanıtlarını hayattan yalıtık ilişkiler içerisine hapsolarak bulamayacağımızı gördük. Bu halin kendisi, bırakın yeni gelişmeleri sağlamayı evdeki bulgurdan olacak bir tehlikeyi de barındırması yönüyle aşılmalı, aşılacak. Şimdi seçim sonuçları üzerinden partimize yönelik “şu toplumsal kimliğe, bu inanç kimliğine yer verilmedi, verilseydi iyi olurdu” şeklinde eleştiriler yapılıyor. Anlam ve değer biçiyoruz bu eleştirilere. Ancak parlamenter temsiliyet verilmemesi eleştirisiyle sınırlanan her tartışma, bizi esas sorunlarımızı tartışmaktan da alıkoyuyor. HDP, gücü ve olanakları dahilinde her seçimde farklı toplumsal kimliklere temsiliyet sağladı. Bu konuda eksiklikleri olsa da takdiri hak ediyor. Kimse bunu inkâr edemez. Ancak “kaç dönemdir parlamentoda temsil edilen toplumsal kimlikler ne kadar toplumsal mücadele öznesine dönüştü, ne düzeyde öz örgütlenmelerini sağladı?” diye bir soru sorsak hepimizin payına koca bir özeleştiri düşer. Oysa ki toplumsal kimliklere sistemin meclisinde yer açılması, resmi paradigmayı ve onun inşa etmek istediği tekçi kimliği, meclis zemininde de olsa parçalamak, bu toprakların kimliklerinin var olduğunu göstermek amacıylaydı. Başlangıç açısından oldukça kıymetli bir iş başarılmış oldu böylece. Ancak aradan geçen yıllar içerisinde hem örgütümüzün hem de parlamentodaki temsilcinin kendisinin temsil edilen toplumsal alanın öz örgütlenmelerini, öz meclislerini yaratmakta zorlandığını ve bir süre sonra bu bilincin de dumura uğradığını gördük. Yeni dönemde demokratik işleyiş, demokratik ilişkilenme tartışmalarına ve eleştirilerine en sağlıklı yanıtı, demokratik ittifaklar zemininde doğrudan halk örgütlenmelerini sağlayarak, toplumsal kimlikleri mücadele öznesi kılacak halk meclislerini kurarak vermeliyiz. Hayatın ve toplumsal mücadelenin içinde kolektif kimliğe dönüşmeyen her kişisel temsiliyet ve onun etrafında dönen tartışmalar, bizi sistemin liberal demokrasi anlayışıyla sınırlandırıyor. Bu tehlikeli sulardan kurtulmamızın tek yolu da toplumun öz örgütlenmeleriyle sınırlandırılan, denetlenen parlamentarizmdir. Bu devrimci demokrasi anlayışımızın bir gereğidir. Devrimci demokrasi yönünde atılacak her adım ve yürünecek her yol bize yeni yolları açacağından kimsenin şüphesi olmasın. Mücadele tarihimiz ve deneyimlerimiz başvuracağımız yegâne rehberimizdir. Yani özetle ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız ve mutlaka kazanan biz olacağız.

 

Yarın: İHD Eşbaşkanı Eren Keskin

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.