ABD’de Yabancı, Vietnam’da Amerikancı
Kültür/Sanat Haberleri —
- Sempatizan, batılı okuru da incitmemek için imgesel bir savrulmayı göze alan finaline rağmen satır aralarında yürüttüğü tartışmalarla doğu ve batının karakteristik özelliklerini cesurca ortaya koyan etkileyici bir roman. Ancak hem kitabın hem dizinin zayıf yönü son noktada batılı perspektife kapılmaktan kurtulamaması.
BİLGE AKSU
Gençlik yıllarımızın sabırlı münakaşalarında sık sık uğradığımız başlıklardan biri, çekilmiş en iyi savaş filminin hangisi olduğuna dairdi. Sinemaya biraz olsun vakit ayırabilmiş gruplar bu anlarda ikiye bölünürdü. Bir kesim, sırf yönetmeninin de hatrını öne sürerek Full Metal Jacket’ı seçerken, diğer kesim çoğunlukla, The Doors şarkısıyla başlamasının etkisini de yadsımadan, Apocalypse Now’da karar kılardı. Tartışmanın alevlendiği noktada ilk grup, Kubrick’in felsefi arka planını ve filmin sonlarına doğru gelen sniper sahnesini odağa alarak, savaşın olumsuzluğunu anlatmanın daha iyi bir yöntemini kimsenin bulamayacağını savunurdu. İkinci grup ise Apocalypse Now’ın uyarlandığı Joseph Conrad romanını tartışmaya katıp daha derinlikli bir eserle karşı karşıya olduğumuz kartını çekerdi.
Seneler sonra bu tuhaf ve gereksiz tartışmaları yeniden hatırladığımda tek bir sonuca varıyorum; 20. yüzyıl sineması, savaşın ve dehşetin betimlemesine dair Vietnam’da ortaklaşıyordu. Güneydoğu Asya’nın ikinci dünya savaşı ve sonrasında içine düştüğü hal tek bir ülkenin değil bütün coğrafyanın ortak kaderiydi. Japonların atom bombası ve Çin karşısında aldığı yenilgi, Kore’nin ikiye bölünmesi, Kamboçya’nın Kızıl Kmerleri, Hindistan’ın bağımsızlık savaşı ve elbette 30 seneyi kapsayan boyutuyla Vietnam Savaşları… Sovyetler ve ABD’nin iki kutuplu bir dünyayı doğurmaya hazırlandığı yılların en sancılı anlarını yaşayan bölge, batının öyle pek de meraklanmadığı insan topluluklarını barındırmasıyla, neticelerin önemsiz hale geldiği bir umursamazlık halesinin içinde yaşıyordu.
Sempatizan
20. yüzyılın geniş alanlara yayılmış dünya savaşları hariç tutulursa, en uzun süreli ve en çok kayıplı çatışmalarına sahne olan Vietnam, üzerinden geçen yarım asra rağmen kitaplara ya da çeşitli senaryolara konu olmaya devam ediyor. Nisan ayında HBO’da yayımlanan The Sympathizer (Sempatizan) da bunlardan biri. 2015 yılında yayınlanan Pulitzer ödüllü aynı isimli kitabın uyarlaması olan diziyi Old Boy’un yönetmeni sıfatıyla tanıdığımız Park Chan Wook kaleme almış. Yapımcıları arasında Marvel filmlerinin Iron Man’i Robert Downey JR. da bulunuyor. HBO’nun diğer kanallara göre daha bağımsız bir çizgi izlemesi ve senaryolarının eskiden beri tatmin edici olması, diziyi izlemek için epey sebep sunuyor.
Kitabın yazarı Viet Than Nguyen, savaşın en zorlu yıllarında, 1971’de Vietnam’da doğmuş. Henüz 4 yaşındayken Saygon’un düşmesiyle birlikte, ailesinin yanında ABD’ye göç etmiş. Sonraki yıllarda, kitapta da epey tartışmasını sürdürdüğü göçmenlik ve kültürlerarası çatışmayı çok yakından hissetmiş.
Kitap ve dizi çoğunlukla birbirine paralel ilerliyor. Televizyona aktarılırken kimisi mecburi, kimisi tercihen bazı değişiklikler göze çarpsa da ana hikaye ortak. Anlatıcımız Kuzey Vietnam’daki komünistlere gönül vermiş bir güneyli asker, bir ajan. Ona yüzbaşı diye hitap ediyoruz. Çocukluktan beri arkadaş olduğu Man, Vietkong içinde yetkili bir görev adamı. Anlatıcımız üniversite için ABD’ye gittiğinde CIA bağlantılı Claude ile tanışınca ondan burs alıp eğitimini epey ilerletiyor ve mükemmele yakın İngilizcesiyle memleketine geri dönüyor. Bu durumu fırsat bilen Man, yüzbaşını ABD uydusu konumundaki Vietnam’da kalmaya teşvik ediyor. Bu noktadan sonra o artık iki yüzlü, iki akıllı, iki yönlü biri. Ordunun içinde yakınlaştığı ve emir erine dönüştüğü generalle birlikte Güney Vietnam’ın en kilit isimlerinden. 1975’te Saygon’un Kuzeyliler tarafından ele geçirilmesi kesinleştiğinde, ülkeden bir grup üst düzey asker ve aileleriyle kaçmak zorunda kalıyorlar. Sonrası, ABD’de kısa süreli mültecilik ve nihayet Los Angeles’ta sivil bir hayat.
Yüzbaşı, gönül verdiği Vietkong’un zaferini onlarla birlikte kutlamak istese de, taşıdığı ajanlık görevi buna müsaade etmiyor. General ve diğer askerlerin, hatta CIA’in Vietnam’a dair gelecek planlarını deşifre etmek zorunda. Bu yüzden içi kan ağlayarak, bir başka çocukluk arkadaşı Bon’la birlikte ABD’ye doğru yola çıkıyor. Yolculuğun başında, henüz uçağa dahi binememişken saldırıya uğrayan havaalanında eşini ve çocuğunu kaybeden Bon, halihazırda azılı bir anti-komünistken, bu olay onu daha da radikalleştiriyor ve bizim yüzbaşının en zor sınavı böylece başlıyor. İlkokul yıllarından beri kan kardeşi olduğu arkadaşını teselli etmek, bir yandan da ajanlığını renk vermeden sürdürmek zorunda.
Savaşın yıkıcı dinamikleri
Kitabın üst katmandaki hikayesi böyle ilerlese de, alt metninde süregiden pek çok tartışma başlığı mevcut. Doğu ve batının karakteristik yönleri, savaşın yıkıcı dinamikleri, Amerikan rüyası, memleket özlemi, arada kalmışlık, inanç ve ideoloji bunlardan bazıları. Yüzbaşı her ne kadar komünizme gönül verse ve çoğu kez bu uğurda ölümle burun buruna gelse de, ilk gençliğinden beri tadına vardığı batılı liberal anlayışın izlerini taşımaktan kurtulamıyor. Akıl hocası konumunda üç kişi var; biri komünist arkadaşı Man, diğeri emrinde bulunduğu güneyli general ve son olarak CIA ajanı Claude… Kitabın satır aralarındaki tartışmalarda, yüzbaşının zihninde bu üçünün bir araya geldiğini ve yerine göre hepsinin çeşitli anlarda diğerlerini alt ettiğini görüyoruz. Temel çatışma böyle bir iç sorgulamaya dayanıyor.
Yazar Nguyen’in Pulitzer ödülüne nasıl ulaştığını anlamak zor değil. Böylesine çok yönlü ve geniş kapsamlı bir metnin, bilinç akışları, zaman sıçramaları ve postmodern tekniklerle örülmesi takdire değer bir iş. Üst kurmacada yüzbaşı, her şey bittikten sonra bir Vietkong komutanına hitaben yazdığı itirafları okutuyor bize. Araya giren karşılıklı diyalogların şimdiki zamana mı, geçmişe mi ait olduğu başlarda kolay kavranacak cinsten değil. Hatıraların birbirini kovaladığı metinde, geçmişteki diyaloglar da metnin içine yedirilmiş. Bu yüzden kimi değerlendirmelerde metnin epey zor hazmedildiği belirtilmiş. Fakat bana göre kitabın final bölümünde imgesel anlatımın zirveye çıktığı ve birazdan değineceğim üzere, kimi tartışmaların kısırlaştığı kısımlara kadar yazar, bu zor metnin altından başarıyla kalkıyor.
Kitabın uyarlandığı yedi bölümlük dizi de benzer teknikleri kullanmış. Senaryoya aktarılırken mecbur kalınan değişiklikler, çoğu noktada başka yönlerden telafi ediliyor. Kitaptaki zaman sıçramaları yahut üst kurmaca, yönetmenin hızlı geçişleriyle senaryoya ustalıkla yedirilmiş. Anlatıcının bulanık zihni kimi zaman geriye saran görüntülerle, kimi zaman arka plana eklenen öğelerin başka karakterler tarafından fark edilmesi gibi yöntemlerle vurgulanıyor. Yönetmen ve yazarın ortaklaştığı bir başka meseleyse, kara mizahın dozu. Kitap boyu anlatıcının kıvrak zihninde dönen şakalar, diziye eklenen karakterler yahut anlatıcının dış sesiyle seyirciye aksettiriliyor.
Bireysel özgürlük mefhumu
Diziye dair en çok beğenilen unsurlardan biri, Robert Downey JR’ın çok sayıda kişiyi canlandırması sanırım. Bu husus, yönetmen tarafından öne çıkarılan bir tartışmaya dair aslında. Kitapta epey sorgulanan, sarı ırka mensup kişilerin batılılar tarafından birbirine benzetilmesi mefhumu, tersinden ele alınmış. CIA ajanı, üniversite hocası, ünlü bir yönetmen ya da kongre üyesi gibi farklı karakterler, birbirine benzeyen aynı batılı kişi tarafından canlandırılmış. Yazarın sayfalarca süren mizahi değerlendirmelerle dolu tartışmalarını senaryo tekniğine böylesine biçimsel bir yöntemle kolayca yedirmek, hem cesur hem takdire şayan bir hamle.
Yazar tüm bu sorgulamaları yürütürken tarihsel ve kültürel referanslara da değinmiş. ABD başkanlarından Truman’ın domino teorisi uyarınca, kilit ülkelerde başarıya ulaşacak sosyalist deneyimlerin diğer ülkeleri de hızla etkileyeceği korkusu, Kore Savaşı’yla başlayan bir dizi müdahaleyi içeriyordu. Başlarda amacına ulaşan ABD, Vietnam’da büyük bir direnişle karşılaşıp en az 60 bin askerini feda edince, ülkede iç muhalefet görülmedik düzeyde yükselmişti. Tam da bu döneme denk düşen 68 kuşağı ve çiçek çocuklar tabanda savaş karşıtı hareketi yayarken, yönetimin tepesindekiler kitaplar ve filmlerle savaş propagandasını sürdürme niyetindeydi. Fakat bu gerilimden yorulan toplum, daha gerçekçi sorgulamaları içeren eserler de talep etmeye başlamıştı. Kitapta referans verilen kültürel öğelerden biri, yazının girişinde sözünü ettiğim Apocalypse Now filmine denk düşüyor. Anlatıcımız, Claude sayesinde tanıştığı auter yönetmenle birlikte çalışıp, çekeceği filmi daha gerçekçi kılmak için senaryoya bazı müdahalelerde bulunurken, aynı zamanda Vietnamlıların filmde yeterince gösterilmesinin de derdine düşüyor. Öte yandan akademik bir kitap üzerinden batının doğuya bakışı ve aslında ABD’nin bunlarla uğraşmaya değmeyeceğini savunan tezlere de atıf yapılıyor.
Hem kitabın hem dizinin zayıf yönüyse, bütün bu tartışmaları cesur biçimde ilerletmesine rağmen son noktada batılı perspektife kapılmaktan kurtulamaması. Dünyanın çoğu coğrafyasında sıradan bir tutuma dönüşen ABD karşıtlığı, aslında kimi popüler kültür öğelerinin ya da yaşam tarzlarının öne çıkarıldığı göstermelik bir sohbet alanı. Mesele biraz ciddileştiğinde ABD’ye yahut batılı liberalliğe yekten karşı çıktığını düşünen bu grubun bireysel özgürlük mefhumunu kutsal bir yere koyduğunu çok kez görmüşüzdür. İdeolojilerin, inançların yahut idealist tutumların öcüleştirildiği bu yaklaşımda kimliklerden ya da sınıflardan bağımsız bir ‘yaşamın kutsallığı’ fikri öne çıkar. Sebeplerden ziyade sonuçlara odaklanan bu bakış açısına göre bireylerin geçmişte aldığı tutum ne olursa olsun, nihai karar yine batılı paradigmanın inşa ettiği hukuki ilkelere göre verilebilir. Yeni bir paradigmanın inşası, en temel insani haklara aykırı ve elbette korkutucudur. İşte hem kitabın hem dizinin son noktada bendeki kredisini yitirmesi, tam da bu popülist yaklaşıma el uzatma çabasından kaynaklanıyor. Hikayenin kilit noktalarına dair tat kaçırıcı bilgiler vermemek için ayrıntıya girmiyorum fakat merak edip okuyanlar ve izleyenler, burada bahsettiğim o geri adım atma hamlesini bizzat görecektir. Nihayetinde yalnızca ABD’li kitaplara verilen Pulitzer’i almak da belki böylesi bir fedakarlığı gerektiriyordur, bunu bilemeyiz.
Sempatizan, batılı okuru da incitmemek için imgesel bir savrulmayı göze alan finaline rağmen satır aralarında yürüttüğü tartışmalarla doğu ve batının karakteristik özelliklerini cesurca ortaya koyan etkileyici bir roman. Yazarın 2021’de tamamladığı devam kitabı henüz çevrilmese de, Vietnam’ın ABD üzerinde yarattığı etkiyi içeriden bir bakışla takip etmek isteyenler için ideal. Hem diziye hem kitaba şans vermenizi tavsiye ederim.