Amed'in Pastacı Ali’si...
Dosya Haberleri —
- Ali Tekdağ her ne kadar 90’larda kaybettirilen ve öldürülenler arasında sembol isimlerden biri olsa da öncesinde Amed halkı onu yurtsever kimliği ve Pastacı Ali adıyla tanıyordu. Ali Tekdağ, 1982 yılında tutuklanır ve meşhur 5 Nolu Zindanı’nda gönderilir. Esat Oktay Yıldıran’ın işkence tezgahlarından geçer ve 'Ben Pastacı Ali’yim’in ötesinde hiçbir şey onun ağzından duyamaz.
- Ali’nin kardeşi Mehmet Tekdağ, 11 Şubat 1993’te, Dörtyol’da gündüz vakti devlet gözetiminde bir Hizbullahcı tarafından silahla vurulur. Vurulduğu zaman 31 yaşında ve dört çocuk babasıdır. Amed HEP Disiplin Kurulu Başkanı’dır. Ali Tekdağ, kardeşinin ölümünden sonra, “İnsanlarımıza sahip çıkmak zorundayız. Çıkmadığımız takdirde tüm insanlarımızı katledecekler" der.
- Mehmet Tekdağ, öldürüldüğünde pastanede çalışan Murat ve Mustafa gerillaya katılır. 19 kez gözaltına alınan Ali Tekdağ ise 14 Kasım 1994’te JİTEM tarafından kaçırılır. İşkenceyle katledilir. İşkencede yer alan JİTEM elamanı itirafında şöyle der: "120. günde askeri doktor daha fazla işkenceye dayanamayacağını söyleyince çöplüğe götürüldü ve silahla taranarak öldürüldü."
İBRAHİM BULAK
Kürtlerin belleğinde 80’li yıllarda çok önemli bir yere sahip Diyarbakır 5 Nolu Zindanı, Amed’in en büyük merkez ilçesi Bağlar’daydı. Bağlar özellikle bu yıllarda hem bir yandan yoğun göç almaya devam etti hem de Kürt ulusal hareketinin kentteki merkezi haline geldi. Çoğunluğu yoksul ve düşük gelirli ailelerin yaşadığı Bağlar’ın da politik açıdan merkezi, özellikle 80’lerin sonuna doğru Dörtyol olmaya başladı. Öyle ki HEP ile başlayan siyasi geleneğin ilk merkez ilçe binası Bağlar Dörtyol’daydı. Daha sonra aynı yerde o gelenekten gelen partiler de faaliyet yürüttü. 90’lı yıllarda PKK’nin cephe örgütü ERNK de (Eniya Rizgariya Neteweyî ya Kurdistan) en çok Dörtyol'da aktifti. 80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başında Bağlar’dan başlayarak tüm Amed'in tanıdığı yurtsever bir isim de vardı ki pastane dükkanı bahsettiğimiz ilçe binasının tam karşısındaydı. Bu isim Ali Tekdağ’dı ve her ne kadar 90’larda kaybettirilen ve öldürülenler arasında sembol isimlerden biri olsa da öncesinde Amed halkı onu yurtsever kimliği ve Pastacı Ali adıyla tanıyordu.
Ali ve Mehmet Tekdağ
Ali Tekdağ, 1982 yılında tutuklanır ve meşhur 5 Nolu Zindanı’nda gönderilir. Esat Oktay Yıldıran’ın işkence tezgahlarından geçer ve Esat Oktay, 'Ben Pastacı Ali’yim’in ötesinde hiçbir şey onun ağzından duyamaz. Ali Tekdağ’ın zindanda olduğu 1984 yılında kardeşi Mehmet’in bir oğlu olur. 5 Nolu’daki vahşeti yakından tanıyan aile, Mazlum Doğan’ın anısına yeni doğan bu çocuğa Mazlum adını koyar. Ali Tekdağ 1987 yılında hapisten tahliye edilir. 1980’lerin sonunda kardeşi Mehmet ile beraber Bağlar Dörtyol’da bir pastane dükkanı açarlar. Pastane Dörtyol’daki dolmuş durağına yakın olduğu için adını 'Durak Pastanesi' koyarlar. Ali Tekdağ, Pastacı Ali adıyla yurtsever kimliğiyle Amed halkının gönlünü kazanır, adı günden güne kitleler tarafından tanınır. Mehmet Tekdağ da entelektüel ve mütevazi kişiliğiyle insanlar tarafından sevilir. İki kardeş bir yandan pastaneyi işletirler diğer yandan da Halkın Emek Partisi içinde aktif çalışma yürütürler. Ali Tekdağ defalarca gözaltına alınır, fakat hiçbir gözaltında yapılan onca işkenceye rağmen konuşmaz, kimsenin adını vermez.
Gündüz ortası Dörtyol’da kurşunlanır
11 Şubat 1993’te, Dörtyol’da gündüz vakti devlet gözetiminde bir Hizbullah elemanı tarafından silahla vurulur Mehmet Tekdağ. Vurulduğu zaman 31 yaşında ve dört çocuk babasıdır. Amed HEP Disiplin Kurulu Başkanı’dır aynı zamanda. Ali Tekdağ, kardeşinin ölümünden birkaç hafta sonra dönemin haftalık gazetesi Yeni Ülke’ye açıklamalarda bulunur ve kardeşinin polis denetimindeki Hizbulkontra -Hizbullah’ın o zaman halk içindeki adı- tarafından katledildiğini söyler. Ali Tekdağ kardeşinin öldürülmesini gazeteye şöyle anlatır: “Kardeşim her gece saat 2-3 sırası eve geliyordu. Aynı şekilde evden işe gidiyordu. Kardeşimi öldürmek isteyen biri, gecenin geç bir saatinde onu iple bile boğabilirdi. Ama halka gözdağı vermek için devlet onu gündüz öldürdü. Bu devletin psikolojik savaş taktiğidir. Saldırının olduğu saatlerde polis tüm yolları tutmuş ve tam saldırının olduğu yerde operasyon yapıyordu. Dolmuş durağının yanında kardeşime ateş eden saldırgan kaçarken, olayı gören bir esnaf onu kovalamaya başlıyor. Polisler bu esnafı yakalayıp yarım saat minibüsün içinde bekletiyorlar. Katil de elini kolunu sallaya sallaya kaçıyor. Kardeşim yaralı olarak yerde bekletiyorlar. Daha sonra çevrede bulunan yurtsever esnaflar kardeşimi hastaneye kaldırıyorlar.”
'Hayal meyal hatırlıyorum'
Babası Mehmet Tekdağ öldürüldüğünde 7 yaşındadır Şoreş. Ona dair anıları çok azdır. Beraber bir fotoğrafları bile yoktur. Hatırladığı kadarıyla babasını anlatıyor: “Onu düşündüğümde çok az sahne var aklımda. Çünkü onlar hem pastaneye bakıyorlardı hem de çalışmalar içerisinde aktiflerdi. Evden gündüz çıkarlardı gece yarısı gelirlerdi. Ben babamı hatırladığım kadarıyla sakin biriydi, yaramazlık da yapıyorduk ama onun hiç sinirlendiğine, bağırıp çağırdığına şahit olmadım. Babam üniversite okumuştu, Qadiya Kurmanca köyünün tek üniversite okuyan çocuğuydu. Muhasebe bölümünü bitirmişti. Babam entelektüel, sevilen, bilgi birikimi olan biriydi. Hatırlıyorum kitaplığı vardı, her türlü kitap okuyordu. Çok okuyan biriydi. Babamı insanlar arasında tanıtan şey o entelektüel yapısı ve bilgi birikimiydi. Bir de sakin ve mütevazi bir insandı bu yüzden çok seviliyordu. O şehit düştükten sonra pastaneye Dörtyol’daki polis kulübesinde nöbet tutan polisler geldi bizim dükkana ağladılar. Onlar da bazen pastaneye gelip bir şeyler alırdı. Babamı seviyorlardı. Onlar diyordu bu bizlik bir şey değil bunlar başka bir şey yani JİTEM’i kastediyorlardı."
Doktorlar tehdit edildi
Şoreş, sözlerini şöyle sürdürüyor: "O günü hiç unutmam. Öğle vaktiydi sanırım tam Bağlar Dörtyol’da pastaneye yetişmeden önce bir yüz metre geride pastaneye giderken arkadan sıkıyor ama babam o ara ayağını kaldırıma attığı için kurşun sırtına geliyor. Düşüyor orada. Hatta tetikçi orada zafer naralarıyla havaya da ateş ediyor. Polisler kimsenin babama müdahale etmesine izin vermiyor, kimseyi yaklaştırmıyorlar. Hastaneye götürüyorlar hiçbir doktor ilgilenmiyor, mesela o zaman amcamın tanıdığı doktorlar da var fakat JİTEM elemanları da hastanedeler. Doktorlar korktuğu için ilgilenmiyor. Doktorlar amcama diyorlar biraz önce tehdit edildik, kesinlikle bakılmayacak diye. O zaman hastanede sadece kan veriyorlar, çok kan kaybediyor.”
Havalimanında yaşamını yitirdi
Mehmet Tekdağ’ın kaldırıldığı Amed devlet hastanesinde devlet bütün tedbirleri öncesinden almıştır. Bu yüzden de hastanede onlarca sivil polis ve JİTEM elemanı vardır. Ali Tekdağ hastanede ''Vurdunuz! Bir de hastaneye mi geliyorsunuz’’ diyerek polislerin üzerine yürür.
Aile Mehmet Tekdağ’ı tedavi için Ankara’ya götürmek ister. Bunun için bir uçak da ayarlar. Fakat dönemin OHAL Valisi Erkan Ünal akşam saati olduğu ve güvenliğin sağlanamayacağını söyleyerek Amed Havalimanı’nı açmaz. Ertesi gün ağır yaralı olan Tekdağ’ın ilk uçağa bindirilme şansı varken hastanedeki işlemler bahane edilerek ilk uçağa bindirilmez. İkinci uçağı beklerken Mehmet Tekdağ, 13 Şubat’ta Amed Havalimanı’nda yaşamını yitirir.
Birbirimize sahip çıkmalıyız
Aynı gün Mehmet Tekdağ, Amed’e bağlı Qadiya Kurmanca köyünde bir halk kitlesinin katıldığı törenle toprağa verilir. Cenaze töreninde Ali Tekdağ etkileyici bir konuşma yapar ve konuşmasında, “İnsanlarımıza sahip çıkmak zorundayız. Çıkmadığımız takdirde tüm insanlarımızı katledecekler. Tüm bunlar başka insanların başına da gelebilir. Bu nedenle birbirimize sahip çıkmalıyız” der. Ali Tekdağ sahip çıkma çağrısını öylesine yapmamıştır çünkü bu zamanlar Amed'de Hizbullah ve JİTEM, insanları sokak ortasında öldürdüğünde bazen ailesinden başka kimsenin korkudan hastaneye bile gidemediği zamanlardır. 'Ben insandım' şiirini de okur cenaze töreninde.
Murat ve Mustafa gerillaya katılır
Mehmet Tekdağ, öldürüldüğünde pastanede Murat adında bir genç de çalışmaktadır. Murat, 1994 yılında ustası Mehmet’in öldürülmesinden sonra dağın yolunu tutar. Daha sonra Ali Tekdağ’ın oğlu Mustafa da gerillaya katılma kararı alır. Ali Tekdağ kendi eliyle götürüp oğlunu gerillaya teslim eder. Ambardan dükkana beraber pasta taşıyan Murat ve Mustafa bu kez dağda karşılaşır. Mustafa bir yıl sonra 17 yaşında Lice’de şehit düşer. Bir mezarı dahi yoktur. Murat da aynı yıl bir çatışmada Türk ordusunun eline esir düşer. 29 yıldır zindanda olan Murat, Böğürtlen Zamanı romanı filme de çevrilen yazar Murat Türk’tür.
Ali Tekdağ kaçırılır
14 Kasım 1994’te Ali Tekdağ, Dağkapı’da eşiyle beraber yürürken JİTEM tarafından kaçırılır. Daha öncesinde de 19 defa gözaltına alınıp bırakılmıştır. Eşi Hatice Tekdağ kaçırıldığı günü şu sözlerle anlatır: “Ali ile birlikte alışverişten dönüyorduk. Ellerinde telsizler ve uzun namlulu silahlar olan kişiler, Ali’ye saldırdılar aniden. Bir binaya koydular. Sonra beyaz bir araba binaya yaklaştı. Ali bana el etti, 'eve git' diye.”
Hatice Tekdağ eşinin gözaltına alınması sonrası savcılığa, karakollara başvurur ancak polislerden 'öyle bir kişi gözaltında değil' cevabını alır. 45 gün sonra Çevik Kuvvet’te gözaltında tutulan Seyfettin Demir adındaki biri tutuklanıp Diyarbakır E Tipi’ne gönderilir. Oradan gönderdiği haberde gözaltında Ali Tekdağ’ı gördüğünü söyler. Ali Tekdağ, Seyfettin Demir’e 'aileme söyle beni katledecekler' demiştir.
Çöplükte tarandı, benzinle yakıldı
1996 yılında ise ona işkence yapan ekibin içinde yer almış bir JİTEM elamanı, Evrensel gazetesine konuşur ve Ali Tekdağ’ın maruz kaldığı korkunç işkenceleri anlatır. JİTEM elemanının anlattığına göre onun sorgulamasını bizzat OHAL Valisi Ünal Erkan yönetmiştir. 120. günde askeri doktor Ali Tekdağ’ın vücudunun daha fazla işkenceye dayanamayacağını söyleyince askeri bölge dışında çöplüğe götürülmüş ve burada silahla taranarak öldürülmüştür. Cenazesi de benzin dökülerek yakılmıştır. Kömür haline gelmiş kemikleri ve geriye kalan diğer parçaları ise Silvan-Amed arasında bir dere kenarındaki nadaslı bir tarlaya kazma ve kürekle gömülür. İşkence ekibinin içinde bulunan JİTEM elamanı yaptığı açıklamada 'Bu olaydan dolayı sürekli kabus gördüm. Yaklaşık iki ay bir ruh hastalıkları hastanesinde tedavi gördüm' der.
'Efsane gibi anlatılırdı amcam'
Şoreş, amcasına dair hatırladıklarını anlatıyor: ''Aslında hedef amcamdı. Onların tek derdi amcamı çözmekti. Biliyorlardı birçok şey onun kontrolündeydi. İlkin babamı öldürerek amcama bir ders vermek istediler. Onu defalarca gözaltına alıyorlardı ve türlü türlü işkencelere maruz bırakıyorlardı fakat tek bir söz ağzından duyamıyorlardı. Çok gözaltına alınıyordu, eskiden gözaltıları çok uzun sürüyordu. Ama son sefer kaçırıldığında en baştan beri gözaltında olduğunu kabul etmediler. Önceleri de başta kabul etmiyorlardı ama bir iki hafta sonra kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Fakat bu kez hiç kabul etmediler. Amcam gözaltında birisine ben gözaltındayım, beni öldürecekler deyince aile de harekete geçti. Yine kabul etmediler.
Amed’de çok tanınan biriydi. Hatırlıyorum, gözaltına kim alınırsa alsın geride kalanlar korkar, saklanırdı ancak amcam konusunda herkes rahattı, biliyorlardı Ali Tekdağ konuşmayacak. Amcam da babam da şehit düşeceklerini biliyordu. Hatta onların bir sohbetine şahit olmuş bizimkiler, babam amcama demiş, ben senden önce öldürüleceğim amcam da demiş ben varken seni mi önce öldürürler. Her gece oturup sohbet ediyorlarmış. Kardeşlikten öte dostça, arkadaşça bir ilişkileri de vardı. Amcamın hem güçlü iradesi hem de direnişçi tarzı belirgindi ve insanlar o yönünü çok seviyordu. Bir de örgütçü bir insandı. Çok okul okumamıştı ama müthiş kendini geliştirmişti. Yolda yürürken bile kitap okuduğunu hatırlıyorum. Amcamı çok göremezdik çok fazla hareket halindeydi. Oğlu gerillaya katılmaya karar verdiğinde kendi elleriyle götürüp oğlunu gerillaya teslim etmişti. Halk arasında bir efsane gibi anlatılmasında bu olayın da etkisi vardır. O dönem pastanede çalışan, bizim yanımızda duranlar, amcamla beraber çalışma yürütenlerin hepsi örgüte katıldılar.”
Pastane 99'a kadar işletilir
Ali Tekdağ’ın ailesi olayın peşini hiçbir zaman bırakmaz. Türlü tehditlere maruz kalırlar fakat hak ve adalet mücadelelerinden geri adım atmazlar. 2003 yılında Ali Tekdağ’ın eşi ve çocukları devletin baskılarından dolayı Avrupa’ya çıkar. Durak Pastanesi Mehmet ve Ali Tekdağ’ın öldürülmesinden sonra 1999 yılına kadar babaları tarafından işletilmeye devam edilir. Onun ölümüyle pastane de kapanır.
***
Mazlum gençlik önderi olur
Mazlum, çocuk yaşlardan itibaren siyasetin içinde olan biridir. Partinin Bağlar merkez ilçe binası zaten evlerinin çok yakınındadır, orada aktif çalışır. Mücadele dolu yaşamında özellikle 2000’li yıllarda gençliğin öncülerinden biri olur. Mazlum Tekdağ, 2009’daki KCK operasyonlardan tutuklanır ve 2012 yılında 68 gün süren açlık grevi direnişinde büyük rol oynar. 2014 yılında tahliye olduktan sonra demokratik siyaset alanında çalışma imkanı kalmayınca Kurdistan dağlarının yolunu tutar. 1 Ekim 2019’da Medya Savunma Alanları’na Türk devletinin yaptığı hava saldırısında şehit düşer.
Mazlum’un ölüm haberi Şoreş’i ve aileyi derinden etkiler. Şoreş, onu anlatırken zorlanıyor, duraksıyor: “Amcam da babam da evin büyük çocuğu olduğundadır herhalde her yere kendileriyle götürürlerdi. Herkes daha çocukken tanırdı Mazlum’u. İlçe binası da bizim dükkanın tam karşısındaydı, eve de yakındı. Mazlum daha 10, 11 yaşlarındaydı hep giderdi ilçe binasına, orada folklor grubunda yer almıştı. Daha sonra gençlik çalışmalarında yer aldı. Hiç kendi yaşıtlarıyla takılmıyordu, kendinden büyük insanlarla hep dolaşıyordu. O küçük yaşta birçok şeyin farkındaydı, bir merak içerisindeydi. Hiç unutmam, 14, 15 yaşlarındayken bildiri dağıtırken yakalanmıştı, bir hafta boyunca işkence görmüştü. Tek bir isim bile vermemişti. Sonradan o anlatıyordu, diyordu işkencedeyken amcam aklıma geliyordu çocuk olmama rağmen kendimi tutabiliyordum. Amcamın eşi ve çocukları 2003’de İsviçre’ye geldi. Ama annem onlar gelmedi çünkü Mazlum ülkeden çıkmak istemiyordu o yüzden bizimkiler kaldı."
Mazlum’un kaybı başkaydı
Şoreş, sözlerine şöyle devam ediyor: "Mazlum’la kardeşten öte arkadaş gibi bir ilişkimiz vardı. Mazlum çalışmalarda çok aktif olmasına örgütsel çalışmaları ile ailesi arasında güzel bir denge kurabiliyordu. Mazlum o samimiyeti, dostluğu sadece örgüt içindeki arkadaşlarına değil eski arkadaşlarına da hatta bir dönem örgütte yer alıp ayrılmış arkadaşlarına da gösteriyordu. Babanın yokluğunu hissettirmeyen bir yanı da vardı. Abilik de yapıyordu, arkadaşlık da. Onun kaybı bizi çok derinden etkiledi. Eski arkadaşı, okul arkadaşı, çalışma arkadaşı onu tanıyan herkeste büyük bir etki bıraktı. Ben onu tanıyan arkadaşlarla görüştüğümde bunu hissettim. Eski dönemi hatırlarken sürekli ev baskınları, sürekli bir korku halini hatırlıyorum, çocukluğumuz hep bunun içinde geçti. 2 günde bir mutlaka ev basılır, kapı kırılırdı. Eve girerlerdi, kadın demeden çocuk demeden tartaklarlardı. Çocuk yaşta en zor koşullarda büyüdük. Biz bunları görerek büyüdük bu yüzden belki geçmişte yaşadığımız acı travmalar vardır. Onca yaşanmışlıkları, travmatik sahneleri göz önüne getiriyorum fakat bunların yanında Mazlum’u kaybetmek bizim için tarif edilemez bir acıydı. Belki babamı, amcamızı kaybettiğimizde daha küçüktük, fazla yaşanmışlığımız olmadı onlarla. Mazlum’un kaybı başkaydı. O hapisten çıktıktan sonra da yine en zoru seçti, dağa gitmeyi tercih etti. Başka yapabileceği şeyler varken o bunları elinin tersiyle tepti. Mazlum’u Mazlum yapan hem halkçı olması hem arkadaş canlısı olmasıydı. Örgütsel konumu insanlarla sade ve samimi bir ilişki kurmasına engel olmuyordu. Bu yüzden seviliyordu, onunla bir kere bile oturmuş insanlardan bile nasıl etkileyici bir iz bıraktığını dinlemişim."
Not: Yazıda Şoreş Tekdağ’ın anlatımları dışında aşağıdaki haber ve yazılardan yararlanılmıştır:
-'Katilin yakalanmasını polis engelledi’, Yeni Ülke, 21-27 Şubat 1993
-JİTEM Subayının İtirafları, Evrensel, 21 Ocak 1996
-Tekdağ ailesine tehdit, Özgür Politika, 13 Mayıs 1998
-Eşinin ve oğlunun mezarını arıyor, Yeni Özgür Politika, 11 Haziran 2011
-O sessiz adamlara, Yeni Özgür Politika, 11 Şubat 2012