Azınlıklara düşman muamelesi yapılıyor
Dosya Haberleri —
- Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin, Müslüman olmayan azınlıkların eritme sürecinin bir parçası olarak Ermeni nüfus eritildi. Hukuk yoluyla, yasalar yoluyla yapılan kısıtlamalar, resmi ve gayri-resmi birtakım eylemler sonucu Ermeniler dolaylı ve dolaysız göçe zorlandı. Böylece cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana Ermeni nüfusu tüm Anadolu’da hızla azaldı.
Hrant Dink Vakfı tarafından hazırlanan “Dar Gömlek: Türkiye’deki Ermeni Kurumlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı raporda imzasını bulunan Akademisyen ve Araştırmacı Ohannes Kılıçdağı sorularımızı yanıtladı.
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Hrant Dink Vakfı tarafından 2020 yılının Temmuz ayında hazırlıklarına başlanılan “Azınlık Haklarına Güncel Bir Bakış” başlıklı proje tamamlandı. Proje kapsamında Türkiye’de Ermeni kurumlarının yaşadığı sorunlar “Dar Gömlek: Türkiye’deki Ermeni Kurumlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlığı altında bir raporda toplandı. Rapor, geçtiğimiz günlerde Hrant Dink Vakfı'nda yapılan etkinlikle kamuoyu ile paylaşıldı. Ermeni kurumlarının hukuki, ekonomik, toplumsal ve güncel sorunlarına ve bu sorunların çözümüne yönelik önerilere odaklanan rapor, aynı zamanda politikacıların, sivil toplum kuruluşlarının ve kamuoyunun azınlık hakları konusundaki farkındalığını yaratmayı ve azınlık hakları konusundaki çalışmalara ışık tutmayı hedefliyor. Rapor ayrıca, Ermeni kurumlarının statüsü, Ermeni ve Azınlık okullarının durumu, mülkiyet hakkı gibi sorunlara odaklanırken, yaşanan sorunların tümünün devlet zihniyeti ile doğrudan bağlantılı olduğu vurgulanıyor. Raporu hazırlayanlardan biri olan akademisyen Ohannes Kılıçdağı ile çalışmanın detaylarını konuştuk.
Ermeni Soykırımından sonra geriye kalanlara ne oldu? Bu anlamda günümüzde Ermeni toplumu ne gibi problemlerle boğuşuyor?
Öyle ya da böyle Türkiye’de ‘azınlık’ diye tarif edilen halklarla birlikte cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’nun sekiz-on şehrinde ve İstanbul’da belli bir Ermeni nüfusunun hala varlığını sürdürüyor. Cumhuriyet tarihi boyunca azınlık toplumları hedef alan bir ‘eritme politikası’ olduğunu ve Ermeni toplumu da bu politikalardan payını altığını söyleyebilirim. Hazırladığımız raporda Ermeni vakıfları, okulları ve Patrikhane’yi merkeze alarak bu ‘eritme sürecinin’ kurumsal ayağına bakmaya çalıştık ve Ermeni kurumların karşı karşıya kaldığı sorunları bu bakış açısıyla irdeledik. Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin, yani kısaca Müslüman olmayan azınlıkların eritme sürecinin bir parçası olarak Ermeni nüfus eritildi. Hukuk yoluyla, yasalar yoluyla yapılan kısıtlamalar, resmi ve gayri-resmi birtakım eylemler sonucu Ermeniler dolaylı ve dolaysız göçe zorlandı. Böylece cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana Ermeni nüfusu tüm Anadolu’da hızla azaldı.
Lozan Anlaşmasıyla Türkiye’de yaşan Ermenilere ne haklar verildi? Türkiye yapılan anlaşmalara ne kadar sirayet etti ve Türkiye’de yaşayan Ermenilerin günümüzde bir statüsü var mı?
Lozan’da, Lozan azınlıkları olarak tabir edilen gruplara iki türlü hak tanımlanmıştır: Türkiye Cumhuriyeti Devleti iki türlü taahhütte bulunuyor, negatif ve pozitif. Tabii anlaşmada doğrudan bu kelimelerle tarif etmiyorlar ama biz okuyunca böyle yorumlayabiliyoruz. Negatif derken, ne yapmayacağının taahhüttü ve pozitif derken ne yapacağının taahhüttün den söz ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Lozan Anlaşması’nda bu grupların sosyal, kültürel ve fiziki varlıklarının gelişimi için kısıtlamalar, yasaklar getirmeyeceğini taahhüt ederken yine bu gruplara çeşitli destekler vereceğini de taahhüt etmiştir. Başka bir deyişle, bu grupları sadece eşit vatandaşlar olarak kabul etmekle kalmayıp bunun ötesinde birtakım kolaylıklar sağlayacağı sözünü verir. Örneğin okullara yerel ve merkezi bütçelerinden pay ayrılması, bu grupların eğitsel ve dinsel kurumlarının çeşitli yollarla desteklenmesi bunlara dahildir. Türkiye sınırlı süreli uygulamalar hariç bu taahhütlerine uymadı. Lozan’daki güvencelerin aksine, daha Lozan’ın mürekkebi kurumadan azınlıklara yasaklar getirmiştir. Bunun da ötesinde söz verdiği kolaylıkların hiçbirini sağlamadı.
Lozan’da 37. ve 45. Maddeler genel ilkeleri ortaya koyarken bu ilkelerde belirtilen işlerin nasıl yapılacağına dair kanunların çıkarılması gerekir. Çünkü Lozan ilkelerin çerçevesini sunar, ama bunları somutlaştırmak için bir takım uygulama yasaları çıkarmak lazımdı. Lozan’ın 100. yılında bu uygulama yasaları hala çıkmadı, bu da acı bir ironi. Aslında Lozan’ı imzalayanlar imzaladıkları anda bu taahhütleri uygulamayı düşünmüyorlardı zaten. Örneğin Lozan heyetinde olan Rıza Nur’un mecliste kendilerine azınlıklara verilen taahhütler üzerinden yapılan eleştirilere ‘Bakın bunlar laftan ibarettir, uygulanacağı yoktur’ mealinde cevaplar vermiştir. Nitekim bugüne kadar ne negatif ne de pozitif taahhütler uygulandı. Oradaki genel ilkelere aykırı pek çok uygulama hayata geçirildi. Vakıf seçimleri ile ilgili kolaylık sağlayacağına işi daha da zorlaştırıyor.
“Sanki her şeyin 1915’te olmuş bitmiş, ondan sonra konuşulacak hiçbir konu yokmuş gibi davranıldığını” söylediniz. Yüz binlerce Ermeni katledildi ve bir o kadar da sürgün yollarında katledildi. Peki onlardan geriye kalanlara ne oldu. Bugün var olan Ermeni mallarına ne oldu?
Soykırım sonucu evinden, köyünden uzaklaştırılan Ermeniler’in geride bıraktığı mallar ve bunlara ne olduğu mülkiyet konusunda ayrı bir başlık. Bizim raporda ele aldığımız mülkiyet konusu ise özellikle cumhuriyet döneminde vakıflarda bulunan mülkler. Cumhuriyet tarihi boyunca neler olduğu konusu. Özellikle 1970’lerden 2000’lerin başına kadar Ermenilerin ve diğer etnik gruplara bağlı vakıfların mülklerine Hazine, Milli Emlak vs. tarafından el konuldu. Kimi durumlarda satın alma yoluyla veya bağış veya miras yoluyla bu vakıflara geçmiş mülkler de ilk sahiplerine iade edildi. Öyle durumlar var ki vakfın parasını verip satın aldığı mülk, aldığı kişiye veya varislerine daha sonra iade edilmiş. Vakıfların mülkiyet sorunu cumhuriyet tarihi boyunca devam etmiş. 2008’de çıkarılan yönetmelikle bu süreçte el konulan birtakım mülklerin iadesi söz konusu. Bu olumlu bir adım, fakat oran olarak baktığınızda iadeler yüzde 10-15 civarındadır. Her ne kadar ileri bir adım da olsa verilen zararı külliyen ortadan kaldırmaya yetmiyor. Mülkler açılan davalar ise halen devam ediyor.
Raporda Ermeni Patrikhanesinin resmi olarak bir statüsünün olmadığını söylüyorsunuz. Bu Türkiye’de etnik azınlıkların statü meselesini gündeme getiriyor. Azınlıkların bir statüsü var mı?
“Rum Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşılığı fiiliyatta devlet görevlileri tarafından temsil ettikleri grubun temsilcisi olarak kabul ediliyorlar. Örneğin cumhurbaşkanı, bakanlar, müsteşarlar bu kişileri makamlarında resmi olarak kabul ediyorlar. Peki Türkiye Cumhuriyeti hukuk mevzuatında bu kurumları, görev yetki ve sorumluluklarını tanımlayan herhangi bir yasa, yönetmelik var mı? Yok. Dolayısıyla hukuki düzlemde patrikhane ve hahambaşılığı yaşamıyor, yok. Tüzel kişiliği olmadığı için de patrikhane, patrikhane adıyla su faturası bile yatıramaz. Örneğin patrikhanenin faturaları o günün patriğinin ismine gelir, kendi şahsi evinde oturuyormuş gibi. Patrikhane adına banka hesabı açılamaz.
Patrik seçimleri nasıl oluyor?
Patrik seçimlerini daimi olarak düzenleyen bir yasal belge de yok. Sadece 1961’den beri ne zaman patrik seçimi yapmak gerekse, seçimin nasıl yapılacağına dair hükümet bir talimatname çıkarır. Ama istisnasız o günden bu yana çıkarılan her talimatnameye o talimatnamenin ileriye dönük hiçbir taahhüt oluşturmayacağı özellikle not edilir. Yani devlet ileriye dönük olarak elini hiçbir kuralla bağlamaz. Bu ne demektir? Bir daha patrik seçimi yapmak gerekli olduğunda o talimatnameye istenilen kural eklenir, istenilen kural çıkarılır; böylece devleti yönetenler kendi politikaları doğrultusunda o günün şartlarına bağlı olarak istediklerini yapabilirler.
Peki bu Ermeni toplumu için nasıl bir sorun oluşturuyor?
Bu, Ermeni toplumu için iki sakınca doğuruyor: Birincisi; her patrik seçiminde fiilen izin almanız gerekiyor. Ortada böyle bir resmi izin gerekliliği yok, ama talimatname olmadan seçim yapamadığınız için, talimatnameyi çıkarma yetkisi de o günün hükümetine bağlı olduğundan bu fiili bir izin haline geliyor her seferinde. İkincisi; belirli bir kurallar bütünü olmaması Ermeni toplumunun kendi içinde her seferinde belirsizlik ve tartışma yaratıyor. Kendi içindeki tartışmalardan dolayı Ermeni toplumu yıpranıyor. İşte devlet niye gerekli kanuni düzenlemeleri yapmıyor? Kendini hiçbir kanunla bağlamamış oluyor ve böyle bir belirsizlik yaratarak Ermeni toplumunun birbirini yıpratmasına sebep oluyor. Sadece tek bir hükümetle alakalı söylemiyorum bunu, devlet politikası bu. 20 küsur senelik AKP hükümetleri de bu durumu değiştirmedi. Bir keyfilik söz konusu. Nitekim son patrik seçiminde de 1863 nizamnamesi bahane edilerek, cumhuriyet tarihinde hiçbir talimatnamede yer almamış bir adaylık şartı eklendi. Hükümetin, devletin hoşuna gitmeyecek patrik adaylarının bu şekilde önü kesildi. Bugünkü patrik o şartlarda seçildi.
Azınlıkların en büyük sorunlarından biri de eğitim meselesi. Başta Ermeniler olmak üzere diğer azınlıkların eğitime erişimi nasıl oluyor?
Okulların da temel problemi, tek problemi değil, ama diğer birçok problemi doğuran ana problemi hukuki statülerinin fiili durumlarıyla örtüşmemesi. Türkiye’de yasal mevzuata göre Ermeni okullar, Rum okulları vs. özel okul olarak kabul ediliyor. Sanki bir şahıs tarafından açılmış, kar amacı güden bir eğitim kurumu gibi kabul ediliyor. Halbuki bu okullar kendi toplumları açısından kamu okulları gibi çalışır. Bu okulların her öğrencinin vermeye mecbur olduğu sabit bir ücreti yoktur. Verebilen verebildiği kadar okul parası verir, veremeyen hiç vermez. Hatta durumu olmayan öğrencilerin yemek ve servis masraflarını okul yönetimi üstlenir. Devlet bu okulları yasal düzlemde kar amacı güden özel okullar olarak kabul edip bunları vergilendirmeye çalışıyor veya özel okullardan aldığı bir takım harçları bu okullardan almak istiyor zaman zaman. Ya da özel okullardan istenen fiziksel şartları Ermeni okullarından talep edebilir.
Ama bunlar özel okul değil…
Kesinlikle. Türkiye’de yapılmış Ermeni okulları çoğu 120-150 senelik binalar. Özel okullardan beklenen şartları karşılamaları çok zor. Devlet istese özel okullar şartnamesini gerekçe göstererek, bu okulları olarak kapatabilir. Yani Demokles’in kılıcı gibi bu tehlikeler Ermeni okulların tepesinde sallanıyor. Dolayısıyla bu durumun düzeltilmesi için bu okulların ayrı bir yasal statüye kavuşturulması gerekiyor. Bunlar ne özel okul ne devlet okulu ne yabancı okulu. Yabancı okulu derken, yani Fransız, Alman, Avusturya Lisesi gibi dışarıdan gelenlerin kurduğu okullar da değil. Dolayısıyla Ermeni okulları gibi okullara dördüncü bir statü gerekiyor. Ama tepeden inme şekilde değil, Ermeni toplumuyla ve diğer toplumlarla istişare içinde bunun yapılması gerekli.
Son soru olarak çözüm nedir? Yaşanan tüm bu sorunların kaynağı ve ne yapılırsa bu sorunlar çözülür?
AKP’nin ilk dönemi denilen dönemde köklü bir zihniyet değişikliği olmasa da vakıflar ve okullardaki kimi adımlar özelinde bir yumuşama, özgürleşme havası nispi olarak vardı. Ama son 8-10 senedir daha milliyetçileşen, şovenleşen, muhafazakarlaşan, Türkçüleşen siyaset ortamında tabii o kazanımlar da büyük ölçüde yıprandı. Tabii hiçbir şey sıfırlanmaz. Ama Türkiye’deki genel gidişat neyse azınlıkların durumlarının bundan etkilenmemesi mümkün değil. Gerek patrikhane gerek vakıflar gerek okulların sorunlarını çözmek için önce buna niyet etmek lazım. Devleti yönetenlerin bu topluluklar konusunda bakış açılarını, zihniyetlerini değiştirmeleri lazım. Bu topluluklara öteden beri hasım, düşman muamelesi yapılmıştır ve bu topluluklara tanınan haklar hep devletin bir kaybı veya devlet tarafından verilen bir taviz olarak düşünülmüştür. Bu taviz algısının doğal devamı olarak bu hakların tanınmasından kaçınılıyor. Bu insanların sahip olduğu hakların teslim edilmesinin doğru ve gerekli bir iş olduğuna devleti yönetenler inanmadığı sürece bütün bu çözüm önerilerimizin bir manası da kalmıyor. Dolayısıyla tek tek bütün sorunların çözümünün ilk adımı zihniyeti değiştirmek.