Bir barış sürecinde dikkat edilmesi gerekenler
Forum Haberleri —
- Barış inşasına katkı sunacak girişimlerin bireysel girişimlerle sınırlı kalmaması, özerk kurumlar eliyle desteklenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede barış yanlısı entelektüellerin demokratik bir toplum inşası için kurumsallaşarak örgütlenmeleri gerekmektedir.
SERHAT TUTKAL
Doktora eğitimini Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde tamamlamış, doktora tezini Kolombiya devlet şiddetinin meşrulaştırılması ve gayrimeşrulaştırılması üzerine yazmış, Kürdistan’da devlet şiddeti üzerine makaleleri yayımlanmış ve siyasal şiddet üzerine çalışmalarına Meksika’da devam eden bir akademisyen olarak Türkiye’de yeni bir barış süreci ihtimalinin konuşulduğu bu günlerde barış süreçlerinde genel olarak dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğüm birkaç konunun altını çizmek istiyorum. Bu şekilde mevcut barış ihtimalini süreçle ilişkili aktörlerin demeçleri üzerinden tartışmanın ötesine geçerek barış inşasının gereklerine dair daha yoğun bir tartışmanın önünü açmayı umuyorum.
Öncelikle bir barış sürecinin meşruiyetini halkoyundan doğru temellendirme girişimlerinden kaçınılması gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Barış anlaşmalarını referandum yoluyla meşrulaştırmaya çalışmak bu süreçlerin çoğulculuktan değil çoğunlukçuluktan temellendirilmesine yol açacaktır. Kolombiya örneğinde FARC-EP (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri – Halk Ordusu) ile Kolombiya Devleti arasında imzalanacak olan barış anlaşmasını 2016 yılında halkoyuna götürerek meşrulaştırma girişimi barış sürecine büyük zarar vermişti. Kolombiya’da barış anlaşmasının düşük katılımlı referandum sonucunda küçük bir farkla reddedilmesi barış sürecinin kamuoyu nezdinde meşruiyetinin altını oydu. Dahası, referandum süreci barış karşıtı siyasetlere kitlesel propaganda imkânı da sundu. Sonuç olarak 2016 barış referandumunda “hayır” kampanyasının adayı aşırı sağcı Iván Duque 2018 seçimlerinde başkan seçilirken barış karşıtı partisi Centro Democrático (Demokrat Merkez) da Kongre’nin birinci partisi oldu. Halbuki tüm bu barış karşıtı kampanyanın önüne rahatlıkla geçilebilirdi. Zaten referandumda “hayır” oyu çıkması da barış sürecinin sonlanmasına yol açmadı. Referandumda %50,2 oranında “hayır” oyu çıkmasının ardından dönemin Santos hükümeti anlaşma metninde ufak değişiklikler yaptıktan sonra yeni anlaşma imzalandı. Ardından anlaşma tekrar referandum yapılmadan Senato’da ve Temsilciler Meclisi’nde oylanarak yürürlüğe kondu. Demek ki Kolombiya’da referandum macerasına girişmeye hiç gerek yoktu. Santos hükümeti demokrasiyi halkoyuna indirgeyen sığ yaklaşımın kurbanı oldu. Halbuki bunca yıllık düşmanlık propagandasında sonra vatandaşların kısa sürede barış sürecinin öneminin farkına varmasını beklemek gerçekçi değildi. Duque hükümetinin yıkıcı yönetimi ardından eski M-19 (19 Nisan Hareketi) gerillası Gustavo Petro’yu başkan seçerek ülke tarihinde ilk defa solun adayını, hem de eski bir gerillayı, başkanlık görevine getiren vatandaşlar barış siyasetinin önemini kavramışlardı fakat bu aşamaya Duque hükümeti döneminde gerçekleşen binlerce suikast ve devlet destekli şiddet yıkımından geçmeden gelmek de mümkün olabilirdi. Türkiye’de gerçekleşecek bir barış sürecinde Kolombiya’nın bu acı tecrübesinden ders çıkarmak gerekir.
Duque hükümetinin barış sürecini baltalama biçimi bize önemli bir ders daha sunuyor. Duque hükümeti barış sürecinin temel kurumlarının başına barış karşıtı yöneticiler atayarak fiili olarak barış sürecini baltalamaya girişti. Örneğin, Ulusal Tarihsel Hafıza Merkezi’nin (CNMH) başına Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nin Medellin kampüsünde tarih hocası olan Darío Acevedo getirildi. Acevedo Kolombiya’da bir çatışmanın (conflicto armado) olmadığını yalnızca “terör” sorunu olduğunu iddia eden bir akademisyendi. Bu şekilde Hafıza Merkezi işlevsiz duruma düşürüldü. Duque hükümetinin İçişleri Bakanlığı’nın mağdurlar biriminin başına yıllarca Jorge 40 kod adıyla çok sayıda insan haklarına ihlaline ve katliama sebep olmuş paramiliter komutan Rodrigo Tovar Pupo’nun oğlu Jorge Rodrigo Tovar’ı getirmesi bu örneklerin en çarpıcılarındandır. Barış sürecini yürütecek kurumların hükümet karşısında görece özerk biçimde planlanması bu türden tehlikelerin önüne geçebilecektir. Hafıza Merkezi ve Hakikat Komisyonu gibi kurumlar yıllardır tekrarlanan savaş karşıtı anlatıların yerine barış yanlısı anlatıları geçirebilecek, düşmanlıkların üstesinden gelerek barış kültürünün filizlenmesini sağlayabilecek kurumlardır. Bu kurumların özerk biçimde oluşturularak hükümet değişikliklerinden etkilenmesinin önüne geçmek gerekir, çünkü barış inşası birkaç yılda sonlandırılabilecek bir iş değildir.
Türkiye’de ne yazık ki şiddeti ve savaşı meşrulaştıran bir siyasal anlatı hüküm sürmektedir. Bu anlatıyla mücadele etmek gerekmektedir. Burada tarih tartışmalarının önemi büyüktür. Örneğin, bugün kutsal kabul edilen ulus- devlet sınırlarının Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı sömürgeci devletlerin ekonomik ve jeopolitik çıkarları çerçevesinde şekillendiklerini göstermek gerekir. Yine, tarihi savaşlar üzerinden değil fikirler üzerinden okumayı, askerlerden çok düşünürleri tartışmayı yaygınlaştırmadan bir barış kültürü inşa etmek kolay olmayacaktır. Bunun dışında, Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen Kürtlere yönelik devlet şiddetinin mağdurlarının tanıklıklarını görünür kılarak bunca yıllık gayri insanileştirme sürecinin geriye alınması gerekmektedir. Çatışma döneminde yaşanan insan hakları ihlallerini gündeme getirerek bir geçmişle yüzleşme süreci başlatmanın önemi büyüktür. Bunun için devletin girişimlerini beklemeye de gerek yoktur. Alternatif siyasal oluşumlar hemen şimdi bir hafıza merkezi kurabilirler. Bu hafıza merkezi sistemli olarak Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana şiddet mağdurlarının tanıklıklarını arşivleyerek şiddetin boyutunu ve olumsuz etkilerini kamuoyuyla paylaşabilecektir.
Son olarak, barış inşası sürecinde ülkenin sorunlarına yönelik bütünlükçü bir yaklaşım geliştirilmesi gerekmektedir. Kolombiya’da barış sürecini başlatan Santos hükümeti neoliberal politikaları benimseyen bir hükümetti. Bu hükümet barış inşası sürecinin yalnızca çatışan aktörler arasında olmadığını, ekonomik boyutu da bulunan toplumsal bir süreç olduğunu göz ardı etti. Halbuki başkentin sokaklarında on binlerce evsiz insan yaşarken barış hakkı, insan onuru gibi söylemlerin toplumda yeterince karşılık bulamayabileceği ortadaydı. Toplumsal barış inşası demek herkes için insan onuru demektir. Geçmiş insan hakları ihlallerinin, hukuksuzlukların ve devlet şiddetinin mevcut ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerle birlikte bir bütün olarak sorgulanması gerekir. Ancak bu şekilde kalıcı bir barış inşası mümkün olacaktır. Bu sayede taraflar arasında karşılıklı güven ilişkisi de oluşturulabilecektir. Toplumsal barış inşasının toplumun büyük çoğunluğu için olumlu olacağını kamuoyuna gösterebilmek gerekir. Bunun için hem Türkiye’nin hem de Batı Asya’nın tarihsel ve güncel sorunlarının tespit edilmesi ve tartışılması gerekir. Bu şekilde bölgesel bir zihniyet dönüşümüne öncülük etmek mümkün olacaktır.
Barış inşasına katkı sunacak girişimlerin bireysel girişimlerle sınırlı kalmaması, özerk kurumlar eliyle desteklenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede barış yanlısı entelektüellerin demokratik bir toplum inşası için kurumsallaşarak örgütlenmeleri gerekmektedir. Gerek Türkiye’de gerekse tüm Batı Asya’da demokrasi ve barış inşası için yapılacak girişimlerin dünyadaki benzer örnekleri tartışarak bunlardan ders çıkarması çok yararlı olacaktır. Umarım önümüzdeki günlerde bu yöndeki tartışmaların yoğunlaştığına tanık oluruz.