Bir ömrün notları

Dosya Haberleri —

Selim Ferat

Selim Ferat

  • Özgür Politika ve Yeni Özgür Politika gazetelerinde 29 yıldır köşe yazarlığı yapan Selim Ferat’la Varto’yu, Varto’nun ilk gazetesini, sol fikirlerle tanışmasını, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve aydın olmanın gerekliliklerini konuştuk. İki gün sürecek söyleşimizin ilk gününde Selim Ferat, Varto’nun ilk gazetesi Varto’nun Sesi’yle başlayan gazetecilik hayatını ve Kürt Özgürlük Hareketi’yle tanışma sürecini anlatıyor.    

HAKAN TÜRKMEN

Selim Ferat, Varto’da çocuk yaşta başlar gazeteciliğe. 1970’li yıllarda devrimci siyasetle tanışınca artık bütün yeteneklerini halkın hizmetine sunar. 1979 yılında bu yana Almanya’da yaşayan Selim Ferat belki de Kürtler arasında en uzun süredir aralıksız köşe yazan tek kişidir. Zira 1995 yılında kurulan Özgür Politika’da başladığı köşe yazılarına hala Yeni Özgür Politika’da devam ediyor. Öncesinde Berxwedan ve farklı yayınlarda da yazan Selim Ferat kendi köşesinden 29 yıldır aralıksız yazıyor. Yazılarında özellikle Kürt aydınlanmasının yaşadığı değişim-dönüşümü, aydın olmanın sorumluluklarını hatırlatan Selim Ferat’la Varto’da başlayıp Almanya’da devam hayatını konuştuk.      

 

Varto'nun Sesi gazetesini çıkarırken

Gazeteceliğe ilk adım

Muş’un Varto kasabasında doğan Selim Ferat, gazetecilik serüvenine oldukça küçük yaşlarda başlar. Babasının, Varto’nun ilk gazetesi olan "Varto’nun Sesi"ni çıkardığı matbaada mürettip (dizgici) olarak çalışır. Henüz 10 yaşındayken kurşun harflerle gazete dizmeyi öğrenir. 11-12 yaşlarına geldiğinde ise bu gazete için küçük haberler yazar. Zamanla sadece yazmakla kalmaz, aynı zamanda gazetedeki makaleleri okuyarak tashih işini de üstlenir. Bu süreç, onun gazeteciliğe olan ilgisini pekiştirir ve onu bu alanda ilerlemeye teşvik eder.

Selim Ferat, Rus yazar Maksim Gorki’nin "Ana" romanını ilk okuduğu kitap olarak hatırlıyor. Bu roman, onun edebiyata olan ilgisini tetikler. Ardından, arkadaşının tavsiyesiyle okuduğu "Arkadaşım Che Guevara" kitabı, onun dünya görüşünü ve politik bilincini şekillendiren önemli bir kitap olur. O kadar etkilenmiştir ki, bu kitabın reklamını kendi gazetelerinde yayınlar. Reklamda, "Arkadaşım Che Guevara kitabını okuyun" yazıyordur.

 

Selim Ferat ve Varto’nun Sesi'ni çıkaran babası

 

Aileyle yüzleşme

Selim Ferat, genç yaşlarında sadece gazetecilikle değil, aynı zamanda ailesinin tarihiyle de derin bir yüzleşme sürecine girişir. Varto’nun dar sokaklarında, matbaanın mürekkep kokan havasında büyüyen Ferat, bir yandan mürettiplik yaparken diğer yandan aile tarihine dair önemli bilgiler öğrenmeye başlar. Amcası Şerif Fırat ve ailesinin geçmişi üzerine düşündükçe, iç dünyasında fırtınalar kopar. Bu dönemde, üniversiteli gençlerle tanışan Ferat, onlardan aldığı bilgilerle ailesinin Şeyh Sait Hareketi’ne ihanet ettiğini öğrenir. Özellikle Kenan Yandım adında bir öğrenci, 15 yaşındaki Selim Ferat’a aile geçmişinin pek de olumlu olmadığını, amcasının Türk ordu yetkilileriyle ilişkisi olduğunu ve bu yüzden aileye karşı büyük bir tepki olduğunu anlatır. Ferat’ın içinde bu bilgilerle şekillenen içgüdüsel bir politik tepki oluşmaya başlar.

Ferat’ın zihninde bu süreçte farklı bir figür öne çıkmaya başlar: Cibranlı Halit Bey’in ailesinden Mahmut Bey. Varto’da yaşayan Mahmut Bey’e karşı derin bir hayranlık beslemeye başlar. Kürt şahsiyetlerine olan ilgisi giderek artar ve bu figürler Ferat’ın dünyasında önemli bir yer tutmaya başlar. Onlar, onun için değerli ve izlenmesi gereken isimlerdir. 1970’lere gelindiğinde, Ferat’ın Kürt hareketlerine olan ilgisi de yoğunlaşır. Varto’da bir “Kültür ve Dayanışma Derneği” kurulduğunda, bu derneğin ilk başkanı Selim Ferat olur. Bu adım, onun hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Selim Ferat, artık sadece bir gazeteci değil, aynı zamanda bir devrimcidir. Selim Ferat’ın bu hikayesi, bir yandan ailesinin geçmişiyle yüzleşirken, diğer yandan kendi kimliğini ve inançlarını bulma yolculuğunun bir anlatısıdır. Küçük yaşlardan itibaren gazetecilikle yoğrulan bu yolculuk, onu Kürt hareketlerinin aktif bir savunucusu haline getirir.

Şiir dava konusu, aile şikayetçi, işkence cabası

1978 yılı, Selim Ferat'ın hayatında ve Muş’un tarihinde önemli bir dönemeçtir. Bülent Ecevit döneminde Muş'ta gerçekleştirilen "Kanatlı Jandarma Tatbikatı", bölge halkı üzerinde büyük bir baskı oluşturmuş, derin izler bırakmıştır. Selim Ferat, o dönemde başkanı olduğu "Kültür ve Dayanışma Derneği" adına bu baskılara karşı bir bildiri yayınlar. Bildiri, savcılığın izniyle dağıtılmış olmasına rağmen, Hınıs'ta bu bildiriyi dağıtan iki genç tutuklanır. Hatırladığı kadarıyla, bu gençlerden biri üç, diğeri beş yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu olay, Selim’i derinden sarsar ve Varto’dan ayrılma kararı almasına neden olur.

Ferat, bu kararı aldıktan sonra Viranşehir’de yaşanan başka bir trajik olaydan haberdar olur: Sınırı geçmeye çalışan ve kuryelik yapan 21 kişi öldürülmüştür. Bu acı olay üzerine bir şiir kaleminden dökülür. Bu şiiri, dönemin iktidarına karşı sert eleştiriler içerdiği için Selim Ferat’ın başını derde sokar. Hakkında dava açılır ve tutuklanır. Bu zorlu süreçte avukatlığını Şerafettin Kaya üstlenir. Ancak bu dava Selim’in başına gelen tek sorun değildir. Kendi ailesinin şikayeti üzerine bir kez daha tutuklanır ve bu kez askere alınır. 1975 yılında, 18 aylık askerlik sürecinde Kürtçü ve komünist olduğu gerekçesiyle inzibatlar tarafından sürekli baskı altında tutulur. Eyüp Adliyesi'ne götürüldüğü günlerde bir yüzbaşının saldırısına uğrar. Bu saldırı sonucunda burnu kırılır.

Zorunlu askerlikten sonra, 1978-79 yıllarında siyasi faaliyetlerine devam eder. 12 Eylül darbesinden bir yıl önce, baskıların giderek arttığı bu dönemde yurtdışına çıkmak zorunda kalır. Yurtdışına çıkışı, onu farklı bir mücadele alanına taşır.

 

Ali Haydar Kaytan ve Duran Kalkan’ın Almanya’da hapisten çıktıkları gün, 1994

 

Sorgulama süreci

1979 Newroz’unda Avrupa’da Kürt diasporası için önemli bir dönüm noktası olan Komkar kurulur. Avrupa’da kurulan ilk kitlesel Kürt örgütlerinden biri olan bu oluşum, Selim Ferat için de yeni bir sürecin başlangıcını temsil eder. Selim Ferat, bu hareketin bir parçası olur. Ancak bu süreç, onun için sadece dışarıdan bir katılım değil, aynı zamanda içsel bir sorgulamanın da kapısını aralar. Komkar’ın kuruluş döneminde, Selim Ferat, Kürt hareketinin önemli isimlerinden Kemal Burkay ile bir tartışma yaşar. Bu tartışma, onun hareketin içindeki rolünü ve görüşlerini daha da keskinleştirir. Artık sadece Avrupa’da olan biteni izleyen biri değil, Kürdistan’dan gelen haberleri ve gelişmeleri yakından takip eden, hareketin içinde aktif bir figür haline gelir. Ancak, Almanya'ya geldikten sonra, özellikle 1984’ten sonra Selim’in iç dünyasında derin bir sorgulama başlar. Şimdi bu yılları Selim Ferat’ın ağzından dinleyelim: ''Kürdistan’da şiddet yoluyla bir kurtuluşun mümkün olduğuna inanıyordum. Bu inanç, politik mücadelemin temelini oluşturuyordu. Ancak yıllar geçtikçe, bu inancın pratiğe dökülmesinde yaşanan zorluklar ve başarısızlıklar, beni derin bir içsel sorgulama sürecine sürükledi. 1984’ten 1988 yılına kadar, bu sorgulama zihnimi meşgul etti. Kendi inançlarımı, hareketin yöntemlerini ve geleceğe dair umutlarımı yeniden değerlendirdim. 1988 yılına geldiğimizde, benim için bu içsel sorgulama süreci bir yazıya dönüştü. Berxwedan gazetesinde, 'B. Çakıcı' takma adıyla kaleme aldığım bir yazıda, içinde bulunduğum hareketi eleştirdim ve deyim yerindeyse bir özeleştiri yaptım. Bu yazı, benim için yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyordu. Artık sadece bir hareketin parçası olmakla yetinmeyerek kendi duruşumu, inançlarımı ve yöntemlerimi yeniden gözden geçirdiğim bir sürece girdim. Bu yazı, kendi geçmişimle, inançlarımla ve mücadele yöntemlerimle hesaplaşmasının bir ürünüydü. Yazı, hem kendi içsel dönüşümümü hem de Kürt hareketi içerisindeki eleştirisini yansıtıyordu. Bu eleştiri, benim için sadece bir hareketten ayrılış değil, aynı zamanda yeni bir sürecin, belki de daha derin ve bilinçli bir mücadelenin başlangıcıydı. Bu dönemde sadece bir aktivist değil, aynı zamanda bir düşünür ve eleştirmen olarak da kimliğimi yeniden şekillendirdim''.

'Şırnak sizin olsun, Dağlar bizimdir’

1989-1990 yıllarına geldiğimizde Selim Ferat’ın gazetecilik kariyerinde önemli bir dönemeç başlar, Berxwedan gazetesine yazılar yazmaya başlar. Berxwedan, Kürt hareketinin önemli yayın organlarından biri olarak, o yıllarda siyah-beyaz olarak yayımlanıyordur. Ancak 1991-1992 yıllarına gelindiğinde, gazete renkli baskıya geçer ve bu değişim, gazetenin görünürlüğünü ve etkisini artırır. Selim Ferat bu dönemde gazetenin editörü Oktay Yıldız ile birlikte çalışır. Birlikte seçtikleri "Şırnak sizin olsun, dağlar bizimdir" manşetini, dönemin ruhunu ve Kürt direnişinin kararlılığını yansıtan güçlü bir ifade olarak hala hatırlar. Selim Ferat anlatmaya devem ediyor: ''1991-1992 yıllarında Kurdistan’daki gelişmeleri yakından takip etmeye devam ettim. Ancak sadece gazetecilikle sınırlı kalmayıp; Kürt mücadelesinin uluslararası boyutunda da aktif bir rol oynadım. 1980'li yılların sonunda Almanya’da açılan ve Kürt hareketi üzerinde büyük etkisi olan 'Düsseldorf Davası’nın son etabında, Selahattin Erdem’in (Duran Kalkan) güvenilir tercümanı olarak görev yaptım. Bu dava, Kürt hareketinin uluslararası alanda nasıl algılandığını ve yargılandığını gözler önüne sererken, bu süreçteki rolü, hareketin dış dünyaya doğru şekilde aktarılmasında önemli bir köprü oldu. Düsseldorf Davası’nın ardından, benim için yeni bir dönemin kapıları açıldı. Brüksel’de düzenlenen ilk barış konferansına katılmam, uluslararası alanda da Kürt meselesini savunma kararlılığımı pekiştirdi. Bu konferans, sadece bir gazeteci olarak değil, aynı zamanda bir aktivist olarak da Kürt davasına katkıda bulunma isteğimi ve kararlılığımı derinleştirdi. Tüm bu gelişmelerle birlikte, yaşamım yeni bir kulvarda yeniden şekillenmeye başladı''.

Hüseyin Çelebi ve Engin Sincer’le tanışma

Selim Ferat’ın hayatında Hüseyin Çelebi ve Engin Sincer önemli izler bırakır. O ikisinin bıraktığı izleri şöyle anlatıyor: ''Hayatımda bazı anlar sıradan gibi görünse de, derin izler bırakarak önemli değişikliklere yol açtı. Bu anlardan biri de 1990 yılında Hüseyin Çelebi ile tanışmamdı. O dönemde, katıldığım bir toplantıda konuşmacı olarak yer alırken, Hüseyin Çelebi’nin içeri girip 'Siz burada doğruları söylemiyorsunuz. Biz gerçeği biliyoruz' demesi, benim için unutulmaz bir anı oldu. Bu güçlü çıkış, hayatımda bir kırılma noktasıydı. Hüseyin Çelebi’nin bu müdahalesi, beni derin düşüncelere sevk etti ve gerçeği sorgulama cesareti verdi. Yaklaşık bir yıl sonra, 1991’de üniversite öğrencisiyken Hüseyin Çelebi ile yeniden karşılaştım. Bir toplantıda Hüseyin Çelebi’yi dinledim ve onunla görüşmek istediğimi belirttim. Bu isteğim olumlu karşılandı. Bu görüşme Kürdistan özgürlük hareketine olan ilgimi artırdı ve bu harekete bir lobi oluşturma fikriyle harekete geçmeme neden oldu.

Hüseyin Çelebi ile bu yeniden karşılaşmam, Kürdistan Komitesi’nin faaliyetlerine aktif olarak katılmaya ve destek vermeye yönlendirdi. Bu süreçte, Kürt mücadelesiyle olan bağım derinleşti ve onu harekete geçiren bir unsur haline geldi. Hüseyin Çelebi ile olan bu bağ, hayatımda yeni bir yol açtı ve Kürt davasına olan inancımı pekiştirdi.

Daha sonra, benim için bir diğer önemli karşılaşma ise Engin Sincer’i (Erdal) tanımamla oldu. Erdal, ayakları yere basan, uzun soluklu bir mücadele adamıydı. Erdal’ın kararlılığı ve azmi karşısında büyük bir hayranlık duydum. Bu tanışma Kürt hareketine olan bağlılığımı ve mücadelemi daha da güçlendirdi. Hüseyin Çelebi ve Erdal ile olan bu karşılaşmalarım, hayatımda sadece kişisel değil, aynı zamanda politik bir dönüşümün de işaretleriydi. Bu güçlü figürlerle tanışmak, Kürt davasına olan inancımı derinleştirdi ve daha kararlı bir mücadele adamı haline getirdi. Hüseyin Çelebi’nin cesur çıkışıyla başlayan bu süreç, hayatımda yeni kapılar açtı ve Kürt özgürlük hareketinin aktif bir savunucusu yaptı. Bu anlar, hayatımda derin izler bırakarak, mücadelemi şekillendiren kilit noktalardan biri oldu.’’

 

Selim Ferat’ın objektifinden Bekaa Kampı kapanmadan birkaç gün önce

 

Yeni bakış açısının başlangıcı 'Bekaa’

1992 yılı da Selim Ferat’ın hayatında önemli bir dönüm noktasıdır çünkü o yıl Bekaa Vadisi'ne gider. Bu ziyareti için ''Bana yeni bir bakış açısı kazandırdı ve mücadelemde yeni bir sayfa açtı'' diyen Selim Ferat bize Bekaa ziyaretini ve onda yarattığı etkiyi anlatıyor: ''Avrupa’da önemli bir şahsiyetle yaptığım görüşme sonrasında, Bekaa'ya gitmeyi organize ederek, orada yepyeni bir döneme adım attım. Bekaa Vadisi, Kürt hareketinin sembolik merkezlerinden biri olarak bilinirken, benim için bu ziyaret, hem kişisel hem de ideolojik anlamda derin etkiler bıraktı. Bekaa’da kaldığım süre boyunca yolculuğum yalnızca gözlemle sınırlı kalmadı. Orada, Kürt hareketinin önemli figürlerinden biri olan Erdal’la (Engin Sincer) karşılaştım. O dönemde Erdal, Bekaa’daki son eğitim dönemini tamamlıyordu. Bu fırsatı değerlendirerek Erdal ile bir röportaj gerçekleştirdim. Bu röportaj, Kürt mücadelesine olan bağlılığımda önemli bir kilometre taşı oldu. Bekaa Vadisi’nde geçirdiğim zaman dilimi, sadece bir ziyaret değildi; aynı zamanda bir sorumluluğun da başlangıcıydı. Bu süreçten sonra, haftalık olarak kesintisiz yazılar yazmaya başladım ve bu yazı serüveni tam 30 yıl boyunca sürdü. Bu uzun soluklu yazı dizisinin bana verilen bir görev gibi olduğunu hissediyordum. Bu yazılar, benim Kürt davasına olan inancımı ve bağlılığımı yansıtan güçlü birer belge niteliğindeydi. Bekaa Vadisi'nde kaldığım dönemde hayatımda unutamadığım bir an daha yaşandı. Bekaa’daki kapanış törenine katıldıktan sonra, merakımı yenemeyip Öcalan’ın kaldığı yeri görmek istedim. Bir genç gerilla, beni Öcalan’ın kaldığı yere götürdü. Orada, dikkatimi çeken bir nesne vardı: Öcalan’ın uzun yıllar elinde tuttuğu, meşe ağacından yapılmış bir baston. Bu baston, benim için sadece bir nesne değil, aynı zamanda Kürt mücadelesinin bir sembolüydü. Genç gerillaya bu bastonu almak istediğimi söylediğimde, genç gerilla bana 'Alamazsın' diye karşılık verdi. Ancak bu bastonu alıp, günün birinde açılacak bir 'Kürdistan Müzesi’ne vereceğime dair söz verdim. Bu söz, mücadeleme olan derin bağlılığının ve inancımın bir ifadesiydi. Bekaa Vadisi’ndeki bu deneyim, yaşamımda sadece bir anı değil, aynı zamanda bir dönüm noktası oldu. Bu ziyaret, benim mücadeleye olan inancımı güçlendirdi, yazı serüvenime yeni bir boyut kazandırdı ve Kürt davasına olan bağlılığımı daha da derinleştirdi. Bu deneyimlerle birlikte, Kürt mücadelesinin sadece bir parçası değil, aynı zamanda tarihine tanıklık eden ve onu geleceğe taşıyan bir figür haline geldim.

Yazmanın benim için bir görev olduğunu hissettim. Bu görev, sadece kişisel bir tercih değil, aynı zamanda Kürt davasına olan inancımın ve bu inancı gelecek nesillere aktarma arzusunun bir yansımasıydı. Yaşadığı her anı, gördüğü her gerçeği ve tanık olduğu her mücadeleyi yazıya dökmek, hayatımın merkezinde yer aldı. O genç gerillaya verdiğim söz, yazı serüvenimin temel taşlarından biri oldu. Bu söz, beni her gün yeniden kalemi eline almaya, gördüğüm haksızlıkları ve adaletsizlikleri yazıya dökmeye teşvik etti. Yazmak, benim için bir direniş biçimi, bir anlatı aracı ve Kürdistan davasına olan sadakatimin bir ifadesiydi. Sonuna kadar yazmak… Önümde duran bu hedef,  yaşamıma anlam katan, mücadeleme yön veren bir rehber oldu. Her satır, her cümle, Kürdistan’ın özgürlüğü için atılmış bir adım, tarihe düşülen bir nottu. Bu yolda, kalemimle yürümeye ve Kürt halkının sesini dünyaya duyurmaya devam ettim. Verdiğim söz, sadece bir anın değil, bir ömrün yankısıydı.’’

Selim Ferat Bekaa dönüşünden sonra, Hüseyin Kartal’la birlikte anılar ve röportajlarını “Bekaa Bekaa, Kutsal Bekaa” kitabında kaleme alır.

 

Bekaa’dan getirdiği ve hala sakladığı Öcalan’ın bastonu

 

Öcalan’ın kolektif duygusu

Bekaa Vadisi'nde geçirdiği zaman diliminde edindiği izlenimler ve yaşadığı unutulmaz anıları anlar arasında özellikle kolektif olma duygusunun derinliği ve Öcalan’ın liderlik tarzı dikkatini çeker Selim Ferat’ın. Bekaa Vadisi'ndeki bir açık hava merasiminde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 250 civarında gerillanın görevlendirilmesine dair detaylı tartışmalara katılması onda derin bir etki bırakır. Ona göre, Öcalan’ın tüm gerillaları tanıması, her birine dair bilgileri detaylı bir şekilde bilmesi, onun liderlik becerilerinin ve kolektif duygusunun ne denli güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Musa Anter’in katledildiği haberinin aldığı gün de Bekaa’dadır. O güne dair anısının şu sözlerle anlatıyor:''O gün Öcalan’ın tıraş olmamış, üzgün bir halde olduğunu ve konuşmaya başlamakta zorlandığını söyleyebilirim. Ancak konuşmaya başladığında, Musa Anter’i derin bir analizle ve sanki onun bütün hayatını biliyormuş gibi anlattığına şahit oldum.  Bu anı, Öcalan’ın sadece güçlü bir hafızaya sahip olmadığını, aynı zamanda Kürt halkının tarihini, şahsiyetlerini ve toplumsal dinamiklerini ne kadar yakından tanıdığını gösteriyor.''

Yarın: Kürt toplumu ciddi bir entelektüel erozyon yaşıyor!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.