DEM Parti ve temsil krizleri
Hasan KILIÇ Haberleri —
- Siyasetin yapısal durumlara, nesnel koşullara ve konjonktüre dayalı olduğu gerçeği, DEM Parti gibi çoğulcu yapıların önüne de somut sorunlar çıkarabilir. Nitekim DEM Parti bugün dört temsil krizi ile karşı karşıyadır.
DEM Parti, Yeşil Sol Parti’den geçiş kongresinden dört temsil krizini miras olarak devraldı. Bu dört miras, DEM Parti’nin iktidar-sistemle politik mücadelesinin dışında kalan, kendi dinamikleri, yeniden düzenlenişi ve siyasi koordinatlarını yeniden belirlemesiyle aşılabilecek veya derinleşebilecek temsil krizleridir.
Temsil olaya, duyguya, tarihe, siyasi harekete veya olguya vb. dayalı bir spesifik grubun iç kimliklenmesinin ifade edilişidir. Bu kimliklenme kolektif olarak çoğaldıkça kendi temsil odağını ve sistemini talep eder. Böylece temsil fenomeninin filizleri atılır. Temsilin siyasi yaşamda var oluşu bunun üzerine inşa edilir.
DEM Parti geleneği yapı, olay, düşünce vb. temsillerin bir konsorsiyum içerisinde ve belli ilkeler etrafında bir araya gelmesiyle siyasi organizmasını oluşturur. Bu siyasi organizma, birlik içinde çokluğu esas alır ve belli bir organizasyon içerisinde aynılığa değil, farklılıklara dayanan tarz-ı siyaseti var eder. Bu yönüyle çoğulcudur, çok seslidir, sureti farklı yönlere aynı anda bakabilir. Temsil ettiği gruplar açısından solcudur, sosyalisttir; aynı zamanda sınıf aşırı ezilen kimliklerin birlikteliğine dayanır. DEM Parti geleneğinin bu karakteri, Türkiye’de tek örnektir. Ortadoğu ve dünyanın ezilen halklarının ortak mücadelesi için de modelleme örneği olarak var olma potansiyeline sahiptir.
Ve fakat siyasetin yapısal durumlara, nesnel koşullara ve konjonktüre dayalı olduğu gerçeği, DEM Parti gibi çoğulcu yapıların önüne de somut sorunlar çıkarabilir. Nitekim DEM Parti bugün dört temsil krizi ile karşı karşıyadır.
Bu temsil krizlerinden ilki, -DEM Parti geleneğinin yakın geçmişinde yaptığı siyasal hatalarla içine düştüğü- Kürt halkının sosyo-politik ve ekonomi-politik dönüşümünü temsil etme konusunda yaşadığı zafiyetten ortaya çıkmıştı. Kürt kentlerindeki hızlı kentleşme ve sosyolojik dönüşüm ile Kürtlerin Batı metropollerinde var oluş biçimlerinin çoklaşmasıyla ortaya çıkan yeni gerçekliğe özellikle mutlak tecridin yarattığı “skolastik dönem”in de etkisiyle karşılık verememe, temsil ile gerçek arasında makasın açılmasına neden oldu. Bu makas açıldıkça temsil krizi derinleşti. Sadece Amed’in kentsel/mekânsal ve sınıfsal dönüşümünün son yirmi yılını izlediğimizde yenilenemeyen temsillerin gerçeklikle arasındaki mesafe, krizin boyutlarını ortaya sermesi bakımından çarpıcıdır. Bu temsil krizinin dayanaklarından biri olan sosyolojik olarak “ulus bilinci”nin artışı, ciddi bir duygusal ayrışmaya neden oluyordu. Bu duygusal ayrışmanın artması temsil krizini tetikliyordu. Özellikle 31 Mart 2024 seçimleri öncesinden başlayan ve “yeniden yapılanma”, “öze dönüş” gibi temalarla işleyen siyasal söylem stratejisi bu krizin acısını ciddi miktarda dindirdi. Yani seçim döneminde ilk temsil krizi büyük oranda giderildi. Seçim buluşmaları, Newroz buluşmaları ve seçim sonuç haritasına bakıldığında bu krizin duygu ve düşünce boyutlarında taban-tavan diyalektiğinin üst üste binmeye başlamasıyla en azından şimdilik rayına girdi.
İkinci temsil krizi, DEM Parti geleneğinin Kürt kentlerinde sözün sahibi kıldığı sınıfsal kompozisyondur. Çözüm Süreci’nin siyasi atmosferi ve bölgedeki iktisadi gelişmeye olan etkisiyle ciddi bir orta sınıflaşma eğiliminin geliştiği dikkatli gözlem yapan herkesin malumudur. Türkiye’nin genelinde düşülen “orta sınıf tuzağı”nın bir benzerine Kürt kentlerindeki siyasi öznelerin de düştüğünü söylemek yanlış olmayacak. Burada hemen bir parantez açalım. Mesele temsilcilerin kişisel olarak hangi sınıftan geldiği değil, siyasal lenslerin ve söylemin sınıfsal karakteridir. Velhasıl orta sınıf lenslerinin yarattığı yanılsama, gerçeğin eksik yorumlanmasına ve temsilin gerçeklikle arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu. Bu krizin de bir siyasi beceriyle değil ama Çözüm Süreci’nin yaşandığı yılların iktisadi ve psiko-politik halet-i ruhiyesinin dağılması, toplumun önüne ekonomik ve siyasi acı reçetelerin konmasıyla aşılmaya başlandığını ifade edebiliriz. Özcesi lensler artık orta sınıf perspektifiyle baksa da gerçeği görmekten kendisini alıkoyamıyor. Siyaset realize oluyor.
Üçüncü temsil krizi, dar anlamda örgütsel olarak bileşen-ittifak geniş anlamda ise olay/olgu bakımından temsil edilebilmenin yarattığı temsil krizidir. DEM Parti’nin reel-politik ve sosyo-politik değerlendirmelerini güncelleme yeteneği ve cesaretinden uzak olması, toplumsal-siyasal-iktisadi dönüşümle birlikte “toplumun farklı kesimleri nasıl temsil edilebilir” sorusuna yanlış yanıtlar üretmesine neden oluyor. Şöyle ki, bir katliamı merkeze alan politikaların biri, bu katliama maruz kalanlardan veya yakınlarından birini temsilci (milletvekili, belediye eş başkanı veya meclis üyesi vd.) olarak seçmeyle üretiliyor. Oysa, bazı olaylar/duygular/hakikatlerin temsil edilemezliği ayan beyan ortada duruyor. Bu temsil edilemezlik gerçeği ile temsilde ısrar arasındaki farkın mesafesi temsil krizinin geniş anlamdaki yeniden üretimine neden oluyor. Dar anlamda bileşen-ittifak temsili ise DEM Parti için ilaç-zehir denklemini üretiyor. Şöyle ki, bileşen ve ittifak siyasetinde toplumsal gerçekliklerle siyasal idealler arasındaki makası kapatmadan atılan adımlar temsil krizinin sızdığı çatlakları oluşturuyor. Bu işin zehir kısmı diyebiliriz. İşin ilaç kısmında ise birleşik mücadele ve ittifak politikasının toplumsal-siyasal gerçekliğe uygun şekilde kurgulanması duruyor. Bu da hem Türkiye ve Ortadoğu’nun geneli için politika üretme hem de dar-kaba milliyetçilikten korunmanın yollarını açıyor. İyi ve cesaretle düşünülmemiş, sadece “temsilciye odaklanan”, birlikte mücadeleyi ideolojik zeminde ortaklaşmadan sembolik veya refleksif olarak hayata geçiren her bileşen-ittifak temsili, krizi daha fazla tetikleyebilir. Nitekim son dönemlerde artan “Kürt temsilciliği beklentisi” ile Türkiye “devrimci-demokratik mücadelesi” arasındaki gerilim bu meseleyi bir kez de temsil kriziyle birlikte düşünmeye çağırıyor.
Dördüncü temsil krizinin mekânı, DEM Parti’nin de içerisinde olduğu geniş bir kurumlar ve siyasetler alanıdır. Siyasi parti ve kongreler ayrımına dayanan ve tasarım olarak güçlü bir yeni siyasi hareketler alanı sunan bu alanın reel-politikte yıprandığı, günün siyasal koşullarına cevap olmakta yetersiz kaldığı görülüyor. Toplumsal alanla ilgisi olmayan bir temsilin, toplumu temsil ediyor oluşunda varsayım düzeyinde bile olsa ısrar etmek, krizi her geçen gün derinleştiriyor. Elbette toplumun siyasallaştırılması, siyasetin toplumsallaştırılması için siyasi parti dışında nefes borularına, ortak mücadele tasarımlarına ihtiyaç var. Fakat toplumsal-siyasal-iktisadi gerçeklik ile devletin dönemsel yaklaşımını hesap etmeden bu ihtiyacın giderilmesi mümkün değildir. Bu krizin aşılması için zaten güçlü olan kongre fikrinin daha doğru değerlendirmesi yapılmış reel-politik hakikatlere yeniden uyarlama cesaretinin gösterilmesi gerekiyor. Organizasyonel çıkmazların büyüyerek temsil krizinin dönüştüğü gerçekliği bu konuda atılması gereken adımların zamanını daraltıyor.
Özcesi, DEM Parti geleneğinin, dışsal zorluklar olduğu kadar içsel sorunlarla baş edebilme açısından yeniliklere ve daha önemlisi de ideo-politik perspektifinde bulunan fikirleri yeniden düşünerek kurucu momentlere ulaşması gereken bir dönemdeyiz. Güncel politik gelişmeleri bu temsil krizlerin aşılması ile ilgili gerekliliklerin önüne koymadan, eş zamanlı yürütmek bu hareket açısından tarihsel sorumluluktur.