Post-Erdoğan dönemi ve Türkiye (2)
Hasan KILIÇ Haberleri —
- Devlet içindeki klikler, akıl ve eğilimleri belirleyen aktörler post-Erdoğan dönemi için hem 2015’ten beri süreci örenler hem de son Erdoğan’dan sonrasına dair hesap-kitap yapanların başında geliyor. Sadece devlette kadrolaşma ve akıl haline gelmeyle değil, aynı zamanda toplumun militarize edilmesiyle siyasal iklimi zehirleme konusunda da hayli yol kat ettiler.
- Erdoğan sonrası döneme talipliğini “uyumlu bir Batılı” olarak sunmak isteyen Babacan, “güçlü müslüman lider” kozuna oynayan Davutoğlu, “AKP olursa AKP, olmazsa MHP” diye pusuya yatan Soylu gibi aktörleri de bugünden saymak mümkün.
Son Erdoğan döneminde Saray ile AKP Genel Merkezi arasında ciddi bir ayrışma olduğu, AKP Genel Merkezi’nin işlevsiz hale geldiği, partinin Erdoğan’ın siyaset yapmasına yarayan organlarından biri haline geldiği birçok vesileyle görülüyor. Oysa Erdoğan sonrasına dair hem Saray’da hem de AKP Genel Merkezi’nde mutlaka hesap-kitap tutanlar var.
Erdoğan’ın ortağı MHP’nin ise devlet içindeki destekle siyasetin karar alma süreçlerinde etkisini sürdürebileceğine dair inancı güçlü. Post-Erdoğan döneminde, MHP bir yol ayrımına gelecek. Ya seçimlerle iktidar olmanın yollarını arayacak (olası lider değişikliği ve kitleleri sürükleyebilecek bir lider bulma gibi) ya da seçim yolunun dışına çıkarak iktidara ulaşmanın/iktidar üzerinde etkili olmanın bir yolunu bulacak. MHP’nin 70’li yıllardan “iç savaş stratejisi” mirası olduğu düşünüldüğünde ve demokrasiyle ölçülemez mesafesi bilindiğine göre ikinci yola girmesi senaryosu işten bile değil. Yani MHP ya tarihsel sınırlarına çekilerek rejimin protez kolu olarak kalmaya devam edebilir ya da rejimin demir yumruğu olarak kendisini güncellemeye yönelebilir.
CHP’deki İmamoğlu mu, Mansur Yavaş mı tartışmasını post-Erdoğan dönemi senaryolarından bağımsız düşünmek imkânsız. İmamoğlu’nun hamleleri karşısında Mansur Yavaş’ın mesafeli pozisyonunu koruması ve imajını “devlet(in) adamı” tadında tutması post-Erdoğan dönemi için kendisini bazı güçlere alternatif olarak sunması olarak görülebilir. Yani CHP’deki tartışma “Erdoğan’la yarışırsam yenerim, yenemezsem Erdoğan sonrasına hazırlanırım” gibi çoklu hesap-kitaplara dayanıyor.
Bu aktörlerin yanı sıra Erdoğan sonrası döneme talipliğini “uyumlu bir Batılı” olarak sunmak isteyen Babacan, “güçlü müslüman lider” kozuna oynayan Davutoğlu, “AKP olursa AKP, olmazsa MHP” diye pusuya yatan Soylu gibi aktörleri de bugünden saymak mümkün.
Elbette devlet içindeki klikler, akıl ve eğilimleri belirleyen aktörler post-Erdoğan dönemi için hem 2015’ten beri süreci örenler hem de son Erdoğan’dan sonrasına dair hesap-kitap yapanların başında geliyor. 2015’ten beri oldukça güç biriktirdiler. Sadece devlette kadrolaşma ve akıl haline gelmeyle değil, aynı zamanda toplumun militarize edilmesiyle siyasal iklimi zehirleme konusunda da hayli yol kat ettiler. Nitekim böylesi iklimlerde güçlerini koruyup artıracaklarını çok iyi biliyordular. Muhtemeldir ki bu güçler, parlamentoda Kürtlerin ve devrimcilerin belirleyici olduğunu gördüler ve siyasette karar alıcı kerteleri Saray’a taşıdılar ve oraya yerleştiler. Erdoğan sonrası sistemin devam etmesi bir yandan parlamentoda temsilciler yoluyla halkın enerjisinin soğurtulmasını, diğer yandan ise Saray’daki ve diğer kurumlardaki bürokrasi güçleri ve siyaseti dizayn edecek “demokratik siyasetçi”leri yönlendirmeleriyle yönetici güç olma senaryosunu hayata geçirmeyi planlıyorlar. Ne de olsa artık önemli olan Cumhurbaşkanının kim olacağıdır ve özellikle kitle iletişim çağı ve devlet+sermaye gücünün desteğiyle halka aralarından seçtirecekleri bir siyasetçi üretebileceklerini düşünüyorlar.
Son olarak özellikle 2017 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş referandumundan itibaren “tek adam rejimi” (sonrasındaki süreçleri ciddi şekilde olumsuz etkileyen yanlış bir siyasal değerlendirme olarak) diye tutturan sol, yurtsever ve devrimci siyaset tarzının post-Erdoğan dönemine dair hangi senaryoları çalıştığı, mevzi ve manevra savaşlarını nasıl yürüteceğine dair hesap-kitapların belirleyici olduğuna da değinmek gerekir. Siyasetin atar damarları Saray’a taşınmış olsa bile en eşitsiz şartlarda bile gerçekleşecek seçimde bu siyaset tarzının sonuçları belirleyici olacağı açık. Bu açıklığa denk düşecek ve cari Erdoğan’ı da hesaba katarak, bugünden post-Erdoğan dönemini örecek bir stratejiye ihtiyaç olduğu bir siyaset zamanında olduğumuz ise gün gibi ortada.
Özellikle yukarıda saydığımız tüm aktörlerin, hesap-kitap yapanların Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki yetkilerinden vazgeçmeme konusunda ısrarcı olacakları ve devlet aklıyla ilişkilerinde demokratik eğilimleri savunamayacak durumda olmaları gerçekliklerini göz önünde bulundurduğumuzda senaryosunu yazmaya çalıştığımız Erdoğan sonrası döneme dair sol, devrimci, yurtseverlerin ortak akıl ve hamleleri oldukça önemli bir belirleyiciye dönüşüyor.
Erdoğan dahil tüm siyasi aktörlerin post-Erdoğan dönemini tasarladığı bir siyaset zamanına girdiğimiz gerçeği ise tüm senaryolardan, hesap-kitaplardan bağımsız olarak önümüzde duruyor.