Türkiye yol ayrımında
Hasan KILIÇ Haberleri —
- Küresel politik ekonomideki gelişmeler, bölgesel gerilimler ve savaş kıvılcımının çakılması ile içerideki korkunç tablo hem 2015’te devreye konan Çöktürme Stratejisinin iflas ettiğini gösteriyor hem de bir yol ayrımının tekrar gündemde olduğuna işaret ediyor.
Türkiye, çok değil 2015 yılının üzerinden dokuz yıl geçmişken, bir kez daha yol ayrımına geldi. 2015 yılında bir süredir devam eden iç ve dış gelişmeler ile 7 Haziran seçim sonuçlarının etkisiyle Türkiye’de devlet aklı Kürt meselesi ve demokratikleşme başta olmak üzere sorunları müzakereye dayalı çözmek ile Kürt hakikatini bastırmak ve otoriter aklı tahkim kılmak arasında tercihte bulunmayla karşı karşıya geldi.
Devlet aklının tercihi ve topluma yaşattıkları herkesin malumu. Şok terapileriyle Çözüm Süreci’ndeki siyasal iklimin darmadağın edilmesi, devletin yeniden ölçeklendirilmesi, demokratik hak taleplerini bastırma vb. gelişmeler tozu dumana kattı.
Defalarca söylendi. Bir kez daha söylenmesinde beis yok. Devlet aklı, bu yol ayrımında bir tercihte bulundu. Kriz algısını kuşandı ve merkezileşme eğilimlerini güçlendirdi. Yani Sayın Öcalan’ın görüşüyle ifade edersek, demokratik eğilimlere ivme katıp yeni bir cumhuriyet kurmak yerine, devletçi eğilimlere meyledip köhne cumhuriyeti kılıç zoruyla sürdürmeye çalıştı.
Bir düşünür mealen “egemenlik öyle büyük bir iddiadır ki, tanımayanı olunca pek az anlam ifade eder” demişti. 2015’te kurulan devlet içi yeni ittifaklar, gelişen yeni devlet aklı deyim yerindeyse bir ayağı çukurda ilerledi. Egemenlik iddiasını bütün tuşlara basarak, her türlü siyasal, iktisadi, toplumsal maliyeti göğüsleyerek hayata geçirmeye çalıştı ama çatlaklardan hep mücadele ve itirazlar yükseldi. Her halükârda insani bedeli büyük olan, kimi zaman cılız kimi zaman örtük de olsa sosyolojik değişimle tetiklenen bir itiraz bu büyük egemenlik iddiasını az anlam ifade eder hale getirdi.
Geldiğimiz aşama itibariyle, kriz algısıyla yöneldikleri yolun sonu görünmeye başladı. Bunun birkaç göstergesini sıralarsak, ilk başa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen yönetim mimarisini koyabiliriz. Bu sistem sadece toplumdan rıza üretme sorunu yaşamıyor, aynı zamanda toplumu, sürekli yönetebilir bir sistematik mekanizmaya sahip olamama gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor. Bir kişiye bu kadar yetkinin verildiği bir sistemin yaşama şansı olmadığı görülüyor. Bir diğer neden, 2015’te merkezileşme eğiliminin temel sebebi olan Kürt meselesini tamamen bastırma amacının gerçekleşmemiş olmasıdır. Cumhuriyetin kuruluş döneminden feyz aldığı belli olan bu amaç, yüz yıl sonranın değişen şartlarını yeterince kavrayamamış görünüyor. Bir diğer neden ekonomik krizin derinleşerek bir birikim ve toplumsal ayrışma pratiği üretmesidir. Son olarak bir neden daha sayarsak, toplumsal ve kurumsal çürümenin artık gizlenemeyecek düzeye gelmesidir.
Neticede ortaya çıkan tablo, küçük bir azınlığın refah içinde ve mutlu, büyük çoğunluğun ise sefalet içinde yaşamasıdır. Bu küçük azınlık ve siyasi iktidar ortaklığı artık kendi çıkarlarını genelin çıkarı olarak gösterme kapasitesini yitirmiştir. Ortaya çıkan tablonun bir parçası çete-mafya düzeninin kendini saklama gereği bile duymadan her gün halkın gözünün içine sokulmasıdır. Bu düzenin unsurları öyle güçlü hissediyorlar ki kendilerini artık her şeyi aleni yapmaya, magazinleştirmeye, popüler kültürün kendisi haline gelmeye çalışıyorlar.
Küresel politik ekonomideki gelişmeler, bölgesel gerilimler ve savaş kıvılcımının çakılması ile içerideki korkunç tablo hem 2015’te devreye konan Çöktürme Stratejisinin iflas ettiğini gösteriyor hem de bir yol ayrımının tekrar gündemde olduğuna işaret ediyor.
Bu kapsamda Türkiye’nin önünde iki yol var. Birincisi mevcut merkezileşme ve çöktürme denkleminde ısrarcı olarak büyük bir iflas ve çöküş yaşamaktır. Zerre aklı olan bir siyasi özne, iflas ve çöküşün kaçınılmaz olduğunu görür. İktisadi olmasa jeo-politik, jeo-politik olmasa kültürel-kurumsal-sosyolojik bir çöküş kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. İkincisi ise, Kürt meselesinin müzakereye dayalı çözümü ve Türkiye’nin demokratik çözümünü esas alan bir yolun rehber edilmesidir. Bu yolda yönetim sisteminin parlamenter veya başkanlık sistemi olması tartışmasından öteye taşan bir rejim tahayyülüne ve demokratik bir rejimin inşasına ihtiyaç vardır.