Sağ sapma klavyede
Hasan KILIÇ Haberleri —
- Ağırlığıyla yaşamayan, sözünün nereye gittiğini pek de hesaplamadan, dönemin popülerleşme dinamiğini taşıyan fikirlerini klavyesinden süzüyor. Muhtemeldir ki, bu süzülüşün en sinsi olanı “içeriden” havası taşıyanları oluyor.
Bir alimin yaşama dair şu sözleri aslında içinde yaşadığımız çağın ruhunu tarif ediyor: “Ağırlığıyla yaşamıyorsun. Sadece içinden geçiyorsun.”
Çağımız müphemliğe terk edilmişliğin, yüzeyselliğin ve sadece içinden geçmenin çağıdır. Düşünceler derinleşmiyor, tefekkürden hızla uzaklaşılıyor, duygular ise beğenilmeyi teminat altına almaya yöneliyor. Siyaset ve düşünce böylesi bir çağdan nasibini fazlasıyla alıyor.
Ağırlığıyla yaşamayan, sözünün nereye gittiğini pek de hesaplamadan, dönemin popülerleşme dinamiğini taşıyan fikirlerini klavyesinden süzüyor. Muhtemeldir ki, bu süzülüşün en sinsi olanı “içeriden” havası taşıyanları oluyor. Oysa ağırlığıyla yaşanılsa ve düşünülse, sözün neyi taşıdığı, nereye gittiği, neleri arkada bıraktığı apaçık şekilde görülür. Sağcılık biraz da böyledir işte. Genellemecilik, sağın repertuarıdır. Genellemezse söz kuramaz. Farklarla işi yoktur, sağcının. Aynılaştırır. Ağırlığıyla yaşamamayı kendisine şart koşar. Sadece içinden geçmeyi, dert etmemeyi, ötesini-berisini düşünmemeyi, emeği, alın terini, bedeli değersizleştirmeyi içerir.
Hele bir de belagat veya kalemi/kelamı güçlüyse ve ortalığı buharlaştırmanın yanında tozu dumana da katabilirse değme keyfine. Yol ile sapma arasındaki farkı silikleştirip kendini bu siliklikte var etmenin, hem de var olduğu yeri boşa düşürerek, hafızasını hiçe sayarak var olmanın imkanlarını da yaratır.
Elbette sapmaya gönüllüler için bu sağcılığın kendinden menkul “faydaları” vardır. Ezilene, emeğe, bedele vurmanın dayanılmaz hafifliği denebilir. Bunca geçmişi buharlaştırarak tam da egemenin istediği yeni konumlar yaratıp kendini “garanti”ye alma imtiyazı neden olmasın? Ne de olsa zaman kötü. Halay çektiği için tutuklanan, sokak röportajından dolayı cezaevine tıkılanlar var.
“Faydaları” saymakla bitmez. Koskoca bir zulüm aygıtı orta yerde dururken, “Türk” diye sola, entelektüele, aydına vurmak (özellikle belirtiyorum eleştirmek değil) muazzam bir konfor alanı yaratıyor. Hele bir de bu alana iki sosyal medya etkileşimi ve üç “like” eklenince klavyeye basanın mutluluğu arşa çıkabiliyor. Sakın “biz zaten sisteme de muhalefet ediyoruz” denilmesin. Burada şeyleri değil, “meyil”leri konuşuyoruz.
Bilinir. Bu ülkede muhalif olmak hep “maliyetli” olmuştur. Sağ sapmaya sımsıkı sarılmak faydalı ve konforlu bir pozisyondur, masrafsızdır.
Evet bir süredir türeyen; bu siyasal sıkışmışlıkta sağ sapmayı temsil eden, Türkiye soluna yönelik -ne yazık ki politik eleştiri diyemiyorum- sözlerden bahsediyorum. Kimisi “köşe yazısı” olarak karşımıza çıkan bir eğilimden bahsediyorum. Yer bulduğu mecra açısından baktığımızda apaçık sağ sapmanın örneklenmesi olarak gündemimize giren “şey”lerden.
Türkiye solunu, entelektüelini, aydınını tek potaya koyan, tarihi ve birlikte mücadele deneyimlerini narsistlik ve şımarıklıkla hiçe sayan bir mantıktan türüyor bu yazılar. Sağ ile sol arasındaki ayrımı, Türk aidiyeti varsayılarak sıfırlayan bir zihinsel tuhaflıktan besleniyor.
Siyaset kavramlarının (devlet kavramı gibi) büyük karmaşıklığına sığınarak sol, sağ, entelektüel, aydın kim varsa aynılaştırarak düşünceyi derinleştirmiyor, sadece içinden geçiyor. Kavramların, tarihselliğini ve gerçekliğini ağırlığıyla düşünmüyor. Tefekkür zaten hak getire, çünkü yük getirir. Günün sonunda ise bir tartışmaya veya eleştiriye değil, yargı dağıtmaya varan tuhaf bir ruh haline bürünüyor, bu yazılar.
Hele bir de mecra ile söz arasındaki uçurumu kapatmayı hedefleyerek sonuna ezilenin en hassas olduğu konuyu ‘duyarlı’ şekilde koyunca, sağ sapmayı “normal” gösterme kurnazlığı beliriyor ki, neresinden tutsan elinde kalacak bir durumla karşı karşıya kalıyorsun.
Son olarak ifade edelim. Ne diyordu Karl Marx? “Eleştiri ne kendi sonuçlarından ne de baştaki güçlerle çatışmaktan korkmalıdır.” Cümlenin ilk bölümü elbette ki, sağ sapma içeren bu yazıları ilgilendirmiyor. Çünkü sonuç üretmeyen şey eleştiri değildir. Sonuç üretmiyor; sadece konforun, masrafsızlığın, sola vurmanın konumunu bildiriyor. Eleştirmiyor, buyurgan bir tarzla yargı dağıtıyor. Fakat bu yazılar kendilerini “eleştiri” olarak tarif ediyorsa Marx’ın sözünün ikinci bölümü vaziyeti tarif ediyor. Baştaki güçlerle çatışmaktan korkan, ezilene ve onu savunanlara yöneltir oklarını. Ezilene ve onunla birlikte direnene yöneltilen her ok (eleştiri değil) ise baştaki güçleri mutlu eder.