DEM’e yeni bir hikâye gerek
Hasan KILIÇ Haberleri —
- DEM Parti’nin siyasetin kurucu momentine ve iklimine uygun bir dil ve bakış açısı geliştirmesi, örgütsel-iç hukuksal durumlarını gözden geçirmesi, 2015 sonrası yaşananların gerçekliğini kabullenmesi ve doğru tahlil etmesi, Türkiye ve özellikle Kurdistan’daki son yirmi yıllık kentsel, sosyolojik ve bireysel dönüşümleri doğru okuması gerekiyor.
DEM Parti’nin temsil ettiği siyasal geleneğin partileri, Türkiye’de siyasetin kurucu fay hatlarının tam ortasında siyaset üretiyor ve icra ediyor. Neyin, nasıl söylendiğinden çok kim tarafından söylendiğine bakıldığı Türkiye’de en dinamik ve kurucu fay hatları üzerinden siyaset yapmanın özgün yanları var. Fay hattındaki her hareketlenmede ve yeniden konumlanmada yeni bir dil ve bakış açısı oluşturmak, uygun temsilciler seçmek, imaj ve propagandayı buna göre uyarlamak, siyasetteki diğer öznelerle mesafeyi buna göre belirlemek gibi sorumluluklar hemencecik ortaya çıkıyor.
Bu çerçevede HDP’nin faal olduğu 2013-2015 evresi, Kürt meselesi gibi Türkiye siyasetinin en dinamik fay hattının diyalog yoluyla çözülmeye çalışıldığı dönemdi. Bu dönemde Kürt meselesinin demokratik çözümü konuşulduğu için Türkiye’de siyasal alanı dost-düşman ikiliğine dayalı antagonistik sınır değil, siyasi rekabet- ilişkiye dayalı agonistik sınır belirliyordu. Siyasi rekabetin dili, bakış açısı, imaj ve propaganda çalışmaları bambaşka içeriklerle işleniyordu. HDP dönemin özgün koşulları ve siyasi iklimine uygun olarak “Yeni Yaşam”, “Büyük İnsanlık” gibi jeneriklik ifadelerle bir hikaye kurdu. Bu hikaye sadece Kürtleri değil, devrimci kesimi de demokratları da ve hatta konjonktürel siyasi dalgadan etkilenen bir kısım Türkleri ve muhafazakarları da kapsayarak geniş bir toplumsal tabanı içerisine aldı.
2015 yılında başlayan silahlı çatışmalar ve Kürt meselesinde devletin yüz yıllık gramerine geri dönmesiyle birlikte 2013-2015 yılları arasında hava komple ters yönde esmeye başladı. 2015’ten 2019’a kadar HDP, çoğunlukla siyasal alanı dost-düşman olarak yeniden yapılandıran, burada HDP’yi ve hatta Kürt halkının kahir ekseriyetini düşman potasına koyan devlet aklını görmedi ve/ya gördü ama görmezlikten geldi. Böylece döneme uygun bir dil, siyasal vizyon, imaj çalışması; tüm bunlardan oluşan yeni bir hikaye ve imajlar-temsiller üretemedi. Böylece siyasetin sınırları agonizmadan antagonizmaya hızlıca geçerken ve bu süreç ölümlerin yoğun yaşandığı güncel gelişmelerle örülürken HDP, hala bir gözü geçmişe dönük, onu özlemle anan ve fakat önüne bakmayı unutan bir hale girdi. Elbette güncel siyasi polemikler üretiliyor, siyasi etkinlikler yapılıyor, temel talepler dile getirilerek büyük emekler veriliyordu ve fakat siyasal alanı yapılandıran temel fay hatlarındaki hareketlilik ve yeniden konumlanmalara ilişkin gerekli kurucu siyaseti üretmekte zorlandığı için büyük emekler toplumdan yeterli karşılık bulamadı.
Bu yeniden konumlanamama hali, eski konumun yitirilmesiyle kurulan melankolik ilişki ve yeni konumu kabullenerek uygun bir asabiyet geliştirememenin toplamıydı. Yıl, 2019’a gelince HDP’nin faşizm tahlillerindeki ağırlık, kendisi açısından siyasal bir çıkışın kapılarını araladı. Mesele gerçekten faşizmin kurumsallaşması var mıydı, yok muydu sorusunu aşan bir yerde duruyordu. Sonuçta bir tahlil vardı ve buna uygun bir çıkış gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bu seçimde Batı’daki büyükşehirlerde on yedi yıldır iktidar olan AKP’ye büyük bir yenilgi yaşatılarak CHP’nin kazanması sağlandı. Faşizmin kurumsallaşmasını durdurmanın yolu olarak gösterilen yerel seçimlerle ilgili halk gerekli desteği vermiş ve sonucu tayin etmişti.
Burada hala bir eksiklik vardı. Hala HDP’yi ilgilendiren dinamik fay hatlarında kendisini konumlandırdığı spesifik bir koordinat ve güçlü bir siyasal hikaye yoktu. Mesele tümüyle iktidarı durdurmaya odaklandı. Faşizmin kurumsallaşmasını durdurmaya dayanan değerlendirmede başarı ölçütü CHP’nin kazanmasıydı, en nihayetinde. Ki CHP’nin Kürt meselesinin çözümünde adım atacağına dair inandırıcı ve güçlü bir tutumu olmadığı için de başarıyı getiren HDP, başarı hikayesinin sahibi olamadı. 2019 yılındaki başarıyı bir hikayeye dönüştüremeyen ve siyasetteki özgül ağırlığı ile 3. Yol’un sahipliğini örgütleyemeyen HDP, belediyelerine kısa sürede kayyum atanmasıyla birlikte sürecin örgütsel ve gündelik siyasette kaybedeni haline geldi.
2019 sonrasının siyasi ve örgütsel muhasebesi yapılmadı. Üstelik 2023’te “faşizmin geriletilmesi” denen, “2019’da faşizmin kurumsallaşmasını durdurduk, şimdi geriletme zamanı” fikri üzerinden hareket edildi. Faşizm tahlili de, bu tahlile muazzam derecede iman getirip birçok şeyi feda etmek de ilginç bir siyasi inadın parçasıydı. Değil ki faşizm riski yoktu ama buna dair bilgiye, veriye, karşılaştırmaya ve siyasi hamleyi mümkün kılan esnekliğe alan bırakılmadan inanılması siyasi hataları getirdi. Bu seçimde, kamuoyuna her ne kadar “şartlarımız var” dense de altılı masanın adayı Kılıçdaroğlu’na destek verildi. Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinden kaçan, devlet aklını rahatsız etmeyen, cesaretten yoksun tavrına olabildiğine göz yumuldu. Faşizmi geriletme şeklinde ifade edilen ideolojik tasarım uğruna, reel-politik gerçekler, iktidar içi güç dengelerini gözetme, ekonomi-politik durumun tahlili ve sosyolojik hakikatlerden kaçıldı. Mevziye o denli odaklanılmıştı ki, manevra yapma ihtimali bile unutuldu. Dolayısıyla bu defa başkasının hikayesine ortak bile olunamadı. Cumhurbaşkanlığı ikinci tura kalınca, devlet aklı tarafından desteklenen ulusalcı-faşist unsurlar ve imtiyazlı beyaz Türkler hep bir ağızdan HDP’nin artık “kilit” olmadığını bağırarak ifade ediyordu. Bu gürültünün HDP’lilerde ve Kürt halkında yarattığı duygusal etkileri hep birlikte gördük. Koskoca bir temsil krizi ve güven-inanç sorunu HDP’nin kucağına bırakılmıştı.
2019’da intibak edilen siyasetin antagonistik sınıra dönüştüğü gerçeğine rağmen buna uygun siyaset üretmede, imajlar-temsiller ve çıkışlar oluşturmada, dil ve bakış açısını geliştirmede hep eksik kalındı. Türkiye geneli için hikaye hep başkasının zaferine endekslendi. Oysa siyasetin basit bir kuralı vardı: Zafere ulaşanın/ulaşma inancı verenin hikayesi yazılırdı.
DEM Parti’nin 2024 yılı seçimlerinde, 2019 ve 2023 seçimlerinin aksine, önceliği Kürt kentlerindeki seçimlere ve kayyım meselesine odaklaması, bu odağın kısmen de olsa Türklük üzerine kurulu muhalif partilerin de gündemine sokulması moral bir avantaj yarattı. Batı’da kendi adaylarını göstermesi ve çalışmalar yürütmesi de kendi gerçekliğine yakınlaştığına dair seçmene mesajdı. Nitekim 31 Mart seçimlerinde seçmeni bu mesajı yanıtsız bırakmadı ve Türkiye’de seçimlerden kazançlı çıkan partiler listesine DEM Parti, CHP ve Yeniden Refah’la birlikte adını yazdırdı.
Bu başarıya rağmen Türkiye’nin kurucu ve canlı fay hatları üzerinde siyaset yapan DEM Parti’nin siyasetin gerçekleştiği sınırlara uygun ve güçlü bir hikayeyi oluşturduğunu söylemek henüz zor. DEM Parti’nin 2013-2015 dönemindeki iyimser iklimle psiko-siyasal ilişkilerini netleştirmesi, siyasetin kurucu momentine ve iklimine uygun bir dil ve bakış açısı geliştirmesi, örgütsel-iç hukuksal durumlarını gözden geçirmesi, 2015 sonrası yaşananların gerçekliğini kabullenmesi ve doğru tahlil etmesi, Türkiye ve özellikle Kurdistan’daki son yirmi yıllık kentsel, sosyolojik ve bireysel dönüşümleri doğru okuması, Kurdistan’daki Kürtler ile Batı’daki Kürtler arasındaki farklılıkları cari siyasette girdi olarak kabul etmesi gerekiyor. Şüphe yok ki en önemlisi de Kürtler ile Türkiye’nin ezilen-devrimci-demokrat-liberal-kentli kesimlerini birleştirip aynı amaç-mücadele etrafında toplayacak bir hikayeye ihtiyacı var.