Dersim'in sürgün üç kadını
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Semra Akyos, Nadine Aslan ve Meral Sarıgül, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde yolları kesişen sürgün Dersimliler. “Katliamdan kurtulanların torunlarıyız. Bugün onlar için de Dersim’deyiz” dediler.
MEDİNE MAMEDOĞLU/DERSİM
22. Munzur Doğa ve Kültür Festivali bu yıl “Doğamızın ve irademizin gaspına izin vermeyeceğiz” şiarıyla 25-28 Temmuz tarihleri arasında düzenlendi. İnanç, ana dil, doğa kırımı ve asimilasyon politikalarına karşı net bir tutumun sergilendiği festival yoğun ilgi gördü.
Festivale Dersim dışında yaşayan Dersimliler de büyük ilgi gösterdi. Farklı kentlerde yaşayan yüzlerce Dersimli festivale katılmak ve köylerini ziyaret için Dersim’e geldi. “Kente dönüş” ritüeli altında Dersimliler gittikleri köylere her sene fidan da dikiyor. Yaşadıkları kentlerde de ana dillerini ve inançlarını yaşamaya devam ettiklerini söyleyen Dersimliler, “Bu festival bizi buluştuyor. Festivale ve özüne sahip çıkmalıyız” dedi.
Soykırımdan sonra
Festivalde, 1938 Dersim soykırımı ardından aileleri sürgüne gönderilen çok sayıda Dersimli de vardı. Semra Akyos, Nadine Aslan ve Meral Sarıgül de festivalde yolları kesişen sürgün Dersimliler.
Festival için Muğla’dan gelen Semra Akyos, kendi kültürünü içselleştirmek için festivale katıldığını dile getirdi. 38 sürgünü ardından Dersim’le temasları olmasa da inançları ve dillerini yaşamaktan asla vazgeçmediklerini söyleyen Akyos, “Her yıl gelmek istiyordum ama olmadı. Bu yıl beni buraya bir şeyler çekti. İçimde ki o his beni buraya kadar getirdi ve iyi ki de getirdi, çok memnumum” dedi.
“Dedemin bile hatırlamadığı bir tarihte ailem buradan sürgün edildi. Bugün ben onların yerine buradayım. Ne olursa olsun herkes er ya da geç aslına rücu eder. Benim için de böyle oldu” diyen Akyos şöyle devam etti: “Yaşamak, hissetmek ve tanımak istedim. Evet, geç kaldım ama bundan sonra gelmeye devam edeceğim.”
Katliamdan kurtulanların torunlarıyız
Sivas’tan gelen Nadide Aslan ise Dersim soykırımını ailesinden dinleyerek öğrendiğini belirtti ve ekledi: “O dönemde katliamdan kurtulanların torunlarıyız.”
Kentin her karış toprağında geçmişin izlerinin bulunduğunu belirten Aslan, “Biz gittiğimiz yerde de ana dilimizi ve kültürümüzü yaşatmaya devam ettik. Bunu da büyüklerimizden öğrendik. Belki gidecek bir köyüm, bir evim yok ama bu topraklar, bu nehirler bizim. Her bir ağaç bizimle beraber büyüdü” ifadelerini kullandı.
Festivale geldiği için mutlu olduğunun altını çizen Aslan, “Ana dilimizi yaşatmak için her şeyi yapmalıyız. Doğa kırımı günden güne daha ciddi boyuta geldi. Bunları söylemlerle değil, pratiklerle durdurmamız gerekiyor” diye konuştu.
Kütahya’ya sürgün
Meral Sarıgül ise “Dedemler 38’den sonra Kütahya’ya sürgüne gidiyorlar. Yıllarca sürgünde kalıyorlar. Babam 1966 yılından sonra köye gelip gitmeye başlıyor. Benim de burayla ilk temasım 1999 yılında oldu. Ailem köylere gitmek, yine cenazelere katılmak için gelip gidiyordu. Düğünlere değil ama cenazelere mutlaka gelirlerdi. Dersimle ilişkimizi hiç kesmedik” dedi.
“Bu festivalin çıkış noktası, olabilecek tehlikelere karşı hafızayı korumak ve dili yaşatmak. Buranın doğası çok kutsal ve önemli. Yine buraya dönük ciddi asimilasyon politikaları var. Başka yerde sürgünde olan insanlar için bu festival bir dönüş çağrısı anlamına geliyor” diyen Sarıgül, “Dilimizi konuşup, doğamızı korursak aslında her şey çözülür. Bu festival bendeki farkındalıkları daha da artırdı. Buradayım, burada olmaya devam edeceğim” diye ekledi.
* * *
Bu topraklar kutsalımız
Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Eş Genel Başkanı Zeynel Kete ‘Alevi inancı ve güncel sorunları’ panelde konuştu. Zeynel Kete, festivalin adının Munzur Kültür ve Doğa festivali olduğuna dikkat çekerek, “Doğa ve kültür boyutunun yanı sıra inanç boyutu da festivale eklenmelidir” dedi.
Mustafa Aslan hem yaşanan güncel sorunlara hem de festivale dair şu değerlendirmede bulundu: “Alevi inancına mensup bireyler olarak bizlerin her yerde söylediği söz şu; herkesin kendi diline, inancına ve duasına sahip çıkması lazım. Bu topraklar inancı ve etnik kimliği yok sayılan, inkâr edilen bir halkın coğrafyası. Aynı zamanda bu coğrafyanın doğası da katlediliyor. Bu anlamda bu inkâra karşı hafızayı ve öze dönüşü vurgulayan festival bizim açımızdan çok kıymetli. İnsandan, doğadan ve barıştan yana olan herkesin Munzur Festivali döneminde buraya sahip çıkmasını bekliyoruz. Hem doğa katliamlarına dur diyelim hem de asimilasyon politikasının farkında olalım. Bu topraklar asimilenin yanı sıra maden ve barajlarla beraber yok edilmek isteniyor. Buna karşı dur demek hepimizin görevi ve sorumluluğu. Bu topraklar hepimizin kutsalı, buna sahip çıkmak içinde her şeyi yapmalıyız.”
Dersim kültürü korunmalı
Panelin bir diğer konuşmacısı Zeynel Kete ise inkâr ve etnik kırım ile yok sayılan bir coğrafyada her anlamda mücadele yürütüldüğünü belirterek bu mücadelenin bugün her alana ve bölgeye sirayet ettiğine işaret etti. Kete, “22 yıldır bu festival yapılıyor. Doğa ve kültür boyutunun yanı sıra inanç boyutu da festivale eklenmelidir. Reya haq, Alevi inancındadır. Bu ilişki kendi varlığını arama ilişkisidir. Kültür ve doğa dediğimiz şey inançtan bağımsız değildir. İnanç merkezlerimizin hepsi toplumsal değerlerimizdir. Festivalin adının doğa, kültür ve inanç festivali olması gerektiğini düşünüyorum. Dersim kültürü ve inanç ilişkisini bu noktada çok ciddi korumalıyız. Çünkü sistem 90’lı yıllarda ki köy yakmaları, sürgünler ve insansızlaştırma politikası yürütüldü” dedi.
Ocaklar yok edildi ve pirler asıldı
Tarih boyunca Alevi halkının inancına dönük ciddi saldırıların geliştiğini ve bunların sistematik bir hal aldığını hatırlatan Zeynel Kete, 38 soykırımı ve 1994 yılındaki köy boşaltmalarını örnek gösterdi. Kete, “Soykırım döneminde ilk ocak pirlerine yöneldiler. Ocaklar yok edildi ve pirler asıldı. Çünkü Ocak toplumun hafızasıdır. Sistem o dönem buna yöneliyordu. 90’lı dönemlerde de sistem buna yöneliyordu. İlk festival yapıldığında bir farkındalık meydana getirme ve soykırıma hayır deme açısından bir araya gelmeyi amaçlıyordu. O halde sistem bizim neyimizi vuruyorsa onun üzerinden bir farkındalık oluşturmalıyız. Bu çerçevede festival bir süre güçlü bir şekilde geçti. Fakat süreç içerisinde kendi tarihsel havasından ziyade biraz daha karnaval kültürüne dönüştü. Biz şarkı ve kültürü çok rahat evlerimizde de dinleyebiliriz ama bir farkındalık meydana getirme ve bir bilinç oluşturma açısından önemli bir festivaldir.”