Duruşmaları izlemek bile işkenceydi

Dosya Haberleri —

PKK ana davası

PKK ana davası

12 Eylül'de sıkıyönetim mahkemelerini takip eden gazeteci Faruk Balıkçı, PKK ana davasının görüldüğü duruşmalardaki tanıklığını gazetemize anlattı.

  • Gazeteciliğe yeni başlamıştım. Bir anda kendimi Diyarbakır'da sıkıyönetim mahkemelerinde PKK davalarını takip ederken buldum. 30 yıllık gazetecilik maceramın en önemli ve izlerini unutamadığım, sarsıntıya uğradığım 20’li yaşlardaki tanıklığım bende derin izler bıraktı.
  • Yaşananları en yakınımızdakilerine bile anlatamıyorduk. İnanmazlardı biliyorum. Dünyaya haykırmak istiyorsun ama gücün yetmiyor. Duruşmalarda yaşananlara tanıklık eden biri olarak psikolojim bozulmuştu. Nefes almakta zorlanıyordum. Doktora gittim çeşitli ilaçlar verdiler. 
  • Kemal Pir'in sözleri halen hafızamda. Gür bir sesi vardı. Duruşmada oturduğu yerden kalkarak mahkeme heyetine seslendi. Dimdik duruyordu. Kararlıydı ve gür bir sesle konuşmaya başladı. "Sizin mahkemeniz formaliteden başka bir şey değil. Mahkemenizi tanımıyorum."

YILMAZ KAYA / AMED

Türk devletinin en kanlı tarihleri arasında yer alan 12 Eylül 1980 darbesinde yaşatılan vahşet hafızalardaki yerini koruyor. Kürt özgürlük hareketinin ivme kazandığı dönemde gerçekleşen darbenin işkence simgesi Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi oldu. Direnişin sembolü olan Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'de bulunan PKK'nin öncü kadroları insanlık dışı işkenceye rağmen onurlu mücadele ve direnişlerini yaşamlarının son anına kadar korudu.

12 Eylül'de 7. Kolordu Komutanlığı içinde kurulan sıkıyönetim mahkemelerini takip eden ender gazetecilerden olan Faruk Balıkçı, PKK ana davasının görüldüğü duruşmalarda yaşadıklarını gazetemize anlattı. Duruşma salonuna nasıl alındıklarını, mahkeme heyetinin, askerlerin ve gardiyanların tutsaklara nasıl davrandıklarını detaylarıyla açıklayan Balıkçı, Kemal Pir ile Hayri Durmuş'un ölüm orucuna başlamadan önce mahkeme heyetine yaptıkları son konuşmaya da tanıklık etti. DHA eski bölge müdürü ve Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti eski başkanlarından olan gazeteci Faruk Balıkçı, 12 Eylül'den hemen sonra, 7. Kolordu Komutanlığı içinde kurulan sıkıyönetim mahkemelerini takip ederek, bir döneme damga vuran anlara tanıklık gazetecilerde biri. 

Faruk Balıkçı

Gazeteciliğe yeni başlamıştım

1980'li yıllarda daktiloyu iyi kullanabildiği için önce kısa süre bir ajansa, daha sonra da bir gazete de mesleğe başladığını ve adliye muhabiri olarak görevlendirdiğini belirten Balıkçı, "Gazeteciliğe yeni başlamıştım. Bir anda kendimi Diyarbakır'da sıkıyönetim mahkemelerinde PKK davalarını takip ederek buldum. 30 yıllık gazetecilik maceramın en önemli ve izlerini unutamadığım, sarsıntıya uğradığım 20’li yaşlardaki tanıklığım bende derin izler bıraktı" dedi. 

İki farklı dünya arasındaydım

7. Kolordu içerisinde bulunan sıkıyönetim askeri mahkemelerinde tüm siyasi davaların görüldüğünü kaydeden Balıkçı, duruşmaya nasıl alındıklarını şöyle anlatıyor: "Duruşmaları takip için önceden isimlerimiz sıkıyönetim komutanlığına bildirilmişi. Zaten 3-5 gazeteciydik. Bir o kadar da avukatlar. Hatırladığım avukatlar Fethi Gümüş, Mustafa Özer, Cimşit Bilek, Erdinç Uzunoğlu, Süleyman Demirkapı, Kemal Bingöl, Yücel Önen, Hüseyin Tayfur ve Hacı Akyol vardı. 7. Kolordu Komutanlığı kapısının girişinin hemen solunda bir salon vardı. İlk uğradığımız yer burasıydı. Kimliklerimiz alınır ve bir kart verilirdi bizlere. Duruşma başlamadan hemen önce sıraya dizilirdik. Önde avukatlar, arkasında gazeteciler ve tutuklu yakınları sıraya geçerek yanımızda bir asker eşliğinde mahkemenin yapılacağı salona götürülürdük. Mahkeme salonu girişinde ise bu kez bir subay, elindeki deftere duruşmaları izleyeceklerin isimlerini kaydederdi. İlk salonda bizlere verilen kartlar alınarak başka bir kart verilirdi. Duruşmalara bu şekilde alınırdık. Mahkeme salonunda tutuklularla göz göze gelmemiz yasaktı. Öksürmek, aksırmak sıkıntılıydı. Duruşma bitene veya ara verilene kadar biz gazetecilerin de dışarıya çıkmasına izin verilmezdi. Bunlar rutin kurallardı. Tutuklular elleri dizlerinin üzerinde, yüzleri mahkeme heyetine dönüktü. Gün boyu süren duruşmalar işkenceye dönüşür ve hareketsiz kalan tutuklulardan bazıları olduğu yerde bayılırdı. Bayılanları ise askerler sürükleyerek dışarı çıkarırlardı."

Kürtçe kasetten tutuklamışlardı

Tanklığını anlatmaya devam eden Balıkçı, şöyle konuştu: "Hiç unutmuyorum amcamın oğlu da cezaevindeydi. Çekmecesinde Kürtçe kaset bulunduğu için tutuklamışlardı. Duruşmalarda gözlerim onu arıyordu. Bir gün önümden geçti. Ayaklarında zincir vardı. Başı öne eğik, kısa adımlarla yürüyordu. Kendimi ona göstermek istedim; beni görsün, bilsin buradayım diye. Ama sağa sola bakması işkenceye dönüşeceği için göz göze gelemedik. Duruşmaları izlemek artık bir işkence haline geliyordu. İki farklı dünya arasındaydım. Duruşma salonunda yaşanan işkencelere tanık oluyorduk. Dışarıya çıktığımızda ise farklı bir dünya vardı. 

Yaşananları en yakınımızdakilerine bile anlatamıyorduk. İnanmazlardı biliyorum. Dünyaya haykırmak istiyorsun ama gücün yetmiyor. Duruşmalarda yaşananları ve dışarıda devam eden güllük gülistanlık hayata tanıklık eden biri olarak psikolojim bozulmuştu. Nefes almakta zorlanıyordum. Doktora gittim çeşitli ilaçlar verdiler. Verdiği ilacın etkisiyle uyuklamaya başlıyordum. Mahkeme salonlarında gözlerim kapanmaması için direnmeye çalışıyordum. Duruşmalarda bunlar oluyorsa, kim bilir cezaevinde neler oluyordu. Cezaevinde ne işkenceler, ne ölümler yaşandığını ancak yıllar sonra öğrenebildik."

Kemal Pir

Kemal Pir'in son sözleri

Sıkıyönetim mahkemelerinde en önemli davanın PKK ana davası olduğunu ve gazetecilerin de bu davalara odaklandığını kaydeden gazeteci Faruk Balıkçı, tanıklık ettiği Kemal Pir'in ölüm orucuna başladığı duruşmayı ise şöyle anlattı: "Tam tarihini hatırlamıyorum. Yine PKK ana davasının görüldüğü duruşmayı izliyorduk. O davada Kemal Pir'in sözleri halen hafızamda. Gür bir sesi vardı. Duruşmada oturduğu yerden kalkarak mahkeme heyetine seslendi. Dimdik duruyordu. Kararlıydı ve gür bir sesle konuşmaya başladı. Bu konuşma onun son duruşmalardaki son sözleriydi. Mahkeme Başkanı Emrullah Kaya'ya seslenerek, 'Sizin mahkemeniz formaliteden başka bir şey değil. Gidip gelmemizin de bir anlamı yoktur bundan sonra. Zaten her duruşmaya getirilmemiz bir işkencedir. Mahkemenizi tanımıyorum. Bir daha da mahkemenize çıkmayacağım. Protesto ediyorum ve ölüm orucuna giriyorum' diyerek sözlerini tamamladı. Ve Kemal Pir bir daha o mahkemeye çıkmadı."

'Kürt tarihini ve PKK'yi anlattı'

Daha sonra ölüm orucuna başlayan ve yaşamını yitiren Hayri Durmuş'un yargılandığı mahkemede bir duruşmasına tanıklık ettiğini ve hayal meyal o anları hatırladığını kaydeden gazeteci Balıkçı, "Her gün mesai gibi sıkıyönetim mahkemelerine girer, yargılananların isimlerine ya da avukatlardan dava dosyasının içeriğini öğrendiğimiz, bizim için haberleştirebileceğimiz duruşmaları takip ederdik. O duruşmaların birinde Hayri Durmuş vardı. Kimdir bilmiyorduk. Ama ölüm orucunda ölen 4 kişiden biri olduğunu sonradan öğrenince, o duruşmadaki sözlerini hatırladım. Mahkemede siyasi savunma yapacağını söyledi. Kürt tarihini, PKK'yi anlattı. Mahkeme heyetinin ara sıra müdahale etmesine rağmen, sonuna kadar savunma yaptı ve haklı olduklarını söyledi" dedi.  

M.Hayri Durmuş (solda)

'Mahkeme heyeti itirafçıları günlerce dinlerdi'

Sıkıyönetim askeri mahkemelerinde siyasi tutsaklara savunma için söz verilmediğini, ancak itirafçıların her duruşmada saatlerce dinlendiğini ifade eden Balıkçı, "Mahkemeler itirafçıları en küçük detaya kadar günlerce her duruşmada dinlerdi. PKK davalarında ise savunma yapmak isteyenlerin savunmaları kesilir, izin verilmezdi. Ve bir çok savunma da tutanaklara geçirilmezdi. Örneğin ilk itirafçılardan Mustafa Çimen'in duruşmalarını izledim. Neden itirafçı olduğunu ise duruşmada, 'Kürt sorunu ölmüştür. Üzeri de betonla kapatılmıştır' sözleriyle savunuyordu. Sağ yanağında kesik izi olan Mustafa Çimen, Türkiye'den Suriye'ye geçişini en ince ayrıntısına kadar anlatır, mahkeme heyeti de sorduğu sorularla duruşma gün boyu sürerdi. Mesai bitince duruşma sonraki güne sarkar, Mustafa Çimen kaldığı yerden hikaye anlatır gibi devam eder, mahkeme heyeti de sonun kadar dinlerdi. Bu bir hafta kadar devam etti" diye konuştu.

'Mahkeme salonunda itirafçılık dayatılırdı'

İzlediği duruşmalarda mahkeme salonunda duruşma devam ederken bazı askerlerin tutukluların yanına gelerek itirafçı olması yönünde tehditlerde bulunduğunu anlatan Balıkçı, tanık olduğu bir olayı da şöyle anlatıyor: "PKK davalarının birinde, askeri sorumlu olarak yargılanan ancak akciğer rahatsızlığı nedeniyle böyle bir görev alamayacağını ve olamayacağını anlatan Mahmut Güven adlı tutuklu vardı. Duruşma devam ederken aniden el kaldırıp mahkeme heyetinden konuşmak için izin istedi. Mahkeme heyeti izin verince, 'Şu anda başımda bekleyen onbaşı tarafından tehdit ediliyorum. Beni tehdit ederek itirafçı olmamı istiyor. Bu tehdidi her şeyi göze alarak açıklıyorum. Cezaevinde başıma her şey gelebilir' diyerek tutanaklara geçmesini istedi. Mahkeme heyeti ise, cezaevinin kendilerini ilgilendirmediğini ifade etti. Mahmut Güvenç'in bu açıklamasından sonra neler yaşadığı konusunda haber alamadık."

40 kişi işkenceden öldü

PKK ana davasında yargılanan Muzaffer Ayata'nın yargılandığı duruşmalardan birini takip ederken, Ayata'nın mahkeme heyetine cezaevinde işkenceden ölenlerin olduğunu ve suç duyurusunda bulunduğunu vurgulayan gazeteci Balıkçı, o duruşmada yaşananları şöyle özetledi: "Muzaffer Ayata, yargılandığı duruşmada mahkeme heyetine cezaevinde 40 kişinin işkence sonucu öldüğünü, ölenlerin bazılarının isimlerini sayarak suç duyurusunda bulunduğunu söyledi. Mahkemenin soyadını hatırlayamadığım Muzaffer adlı savcı ise ölenlerin kalp krizinden ve hastalıklardan hayatını kaybettiğini ve bunun soruşturmaya gerek olmadığını belirtti. Savcı ve Muzaffer Ayata arasında tartışma oldu. Bu tartışma duruşmaya izleyen gazeteciler tarafından haberleştirildi. Kimi gazete, ‘Muzafferlerin tartışması’, kimi gazete ise, ‘Diyarbakır Cezaevinde neler oluyor’, ‘Cezaevinde tutuklular hayatlarını mı kaybetti’…şeklinde haber yapınca kısa sürede de olsa Diyarbakır Cezaevi gündeme gelmiş oldu. Ama sonradan unutuldu tabi ki. "

Rıza Altun'un savunması

Rıza Altun'un yargılandığı bir duruşmayı takip ettiğini ve Altun'un siyasi savunma yaparken, mahkeme heyetinin uyku moduna geçtiğini belirten Balıkçı, yaşadığı o anları şöyle anlatıyor: "PKK kadrosundan Rıza Altun yargılandığı mahkemede savunma yapmaya başladı. Biz de izliyorduk. PKK'nin amacını ve Kürdistan tarihini anlatmaya başlayınca, mahkeme heyeti 'kısa kes uzatma' diyerek Altun'u uyardı. Rıza Altun ise 'Savunmamı yapıyorum, beni dinlemek zorundasınız' diyerek konuşmasına devam etti. Altun, partisinin amaçlarını ve Kürdistan tarihini anlatmaya devam ederken, mahkeme heyeti umarsız bir biçimde dinlememeye çalışıyordu. 3 saat boyunca savunma yapan Altun'u dinlememeye çalışan heyetten bazıları ise uyku moduna geçmişti."

Avukatları jopla dürtüyordu

Mahkemelerde yargılananların yanı sıra, savunma yapmak isteyen avukatların da engellendiğini vurgulayan Balıkçı, tanık olduğu bir olayı ise şöyle anlattı: "Yukarı Avusturya Barolar Birliği Denetleme Kurulu Üyesi Dr. Konrad Meingast vardı. Hayri Durmuş ve arkadaşlarının 2. Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde görülen duruşmayı izlemeye gelmişti. Ancak o gün Sıkıyönetim Komutanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Şubesi görevlilerince her nedense PKK'nin Hilvan Grubu davasının görüldüğü 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesindeki duruşmaya yönlendirilmişlerdi. Dr. Konrad Meingast'ın gazetecilere ayrılan masadan izlediği duruşmada itirafçı Hıdır Akbalık tanık kürsüsüne getirildi. Burada asker selamı verip künyesini okudu. Hıdır Akbalık, tutuklu Avukat Mahmut Bilgili için PKK davalarına bedava baktığını, cezaevindekiler ile örgüt arasında kuryelik yaptığını, PKK Diyarbakır Grubu'nda yargılanan Hamit Baldemir'in de avukatlarla örgüt arasında kurulan ilişkilerden sorumlu olduğunu iddia ediyordu. İtirafçı Hıdır Akbalık'ın bu iddialarına karşın tutuklu Avukat Mahmut Bilgili sadece 'Külliyen yalan' demekle yetindi. Bilgili'nin avukatı, Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Yücel Önen ise savunma yaparken, söylemlerini de zaman zaman el ve kol hareketleriyle desteklemek zorunda kalıyordu. Önen, ellerini hava kaldırıp oynattıkça, dört avukatın oturduğu masanın arkasındaki gardiyan onbaşı tarafından sert ifadelerle 'Mahkeme heyetine saygısızlık etme' denilerek uyarılıyordu. Bu uyarılar, kimi zaman onbaşının copla arkadan Baro Başkanı Önen'in bacaklarının sert biçimde dürtüklemesine dönüşüyordu. Önen, duruşma salonunda bir yandan savunma yaparken, bir yandan da sık sık arkasına dönüp bacaklarına copla vuran onbaşıya bakıyordu. Mahkeme heyeti ise tüm olan biteni bizler gibi sessizce izliyordu."

'Tüm filmleri merkeze gönderiyorduk'

7. Kolordu Komutanlığı içinde yer alan sıkıyönetim mahkemelerini aylarca takip eden ve burada yüzlerce fotoğraf çeken gazeteci Balıkçı, ellerinde şimdi tek bir kare film olmadığını belirterek, "Fotoğrafları otobüsle ya da çok acil ise olduğu gibi, banyo yapmadan uçağa verip gazetenin merkezine gönderiyorduk. Sıkıyönetim mahkemelerinde yaşananların bir tarih olduğunun farkında değildik. Yüzlerce kare fotoğraf çektik. Ama şu an tek bir kare yok" diyerek üzüntüsünü dile getiriyor. 

Direnişin öncüleri

Cezaevinde yaşanan insanlık dışı uygulamaları ve işkenceleri protesto etmek için, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek, 14 Temmuz 1982 tarihinde ölüm orucuna başladı. Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek 7 Eylül'de, Hayri Durmuş ise 13 Eylül'de yaşamını yitirdi. 14 Temmuz, 'Büyük Ölüm Orucu Direnişi' diye anılır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.